2 Kasım 2007 Cuma

Bu Çetenin Aslanı Da Var, "Migalka"sı Da...

Araçlarında tepe lambası (Migalka) kullanarak kendilerine Derin Devlet süsü verince dikkati çeken çetenin, tehdit ettiği kişileri ikna etmek için de villalarında aslan beslediği ortaya çıktı
Uyuşturucu kaçakçılığından zorla çek - senet tahsilatına, haraç ve silahlı baskından, adam kaçırmaya kadar 20'nin üzerinde suça karıştığı belirlenen Mehmet Selahattin M. ile 15 adamı İstanbul Polisi'nin önceki gece düzenlediği "Okyanus Operasyonu" ile kıskıvrak yakalandı. M'nin yakın korumalığını yapan zanlıların büyük bölümünün eski Özel Harekatçı polis ve emekli askerler olduğu öğrenildi. Çeteye yönelik operaslarda ele geçirilen bilgiler, tecrübeli dedektifleri bile şaşkınlığa uğrattı. Yenişafak Gazetesi’nden Ertan Kılıç’ın haberine göre tehdit edilen işadamlarının, Beykoz'daki çiftlik evinde beslenen aslanların yanına getirilip 'Seni kafese atarız' diye korkutulduğu ortaya çıktı. Çete üyelerinin her eylemde ayrı bir lüks araç kullandığı tespit edildi.

Hürriyet

“BLOGLARIN AMİRAL GEMİSİ” AKILLARI KURCALAYACAK BİR SORU DAHA SORUYOR: “PEKİ BU ‘MİGALKA’ NE? NİÇİN TEPE LAMBASI DEMİYORUZ?” EVET İŞTE YANITINI DA VERİYORUZ. VERMİYOR DEĞİLİZ…

Migalka öncelikle sözcük olarak güzel Rusçamızda; “Miga” yani “firil firil dönen pervane böceği” ve “-lka” yani “ettiren, olmasını sağlayan” anlamındaki iki sözcüğün birleşiminde türemiştir. Örnek verecek olursak; “Balalayka” da buna benzer bir yapı taşır. “Bala” burada “coşmak, hippidi etmek” anlamında olup “balalayka” bir sazdır.

Evet Migalka… Öncelikle insanın dilinde dolaşıp damağında tekledikten sonra ağızdan bir çırpıda çıkışı enfes olan bir sözcük, bunu kabul edelim. İnsan bu sözcüğü kendi kendine tekrar ederken ruhunu silinmeye yüz tutmuş unutulmuş bir polisiye filminin serim düğüm sahnesinde buluveriyor. Kızıl orduyla yakın dirsek temasında bulunan eski bir mujik generalinin yönettiği mafyozo bir örgüt yasadışı yollardan silah satışıyla ayakta kalmaya çalışırken, bit pazarından avuç avuç nur toplamaya yeltenmişken CIA kökenli bir grup Rus ajanınca global yer belirleme sistemiyle takip ediliyor ve Vologrod’daki metruk bir villanın samanlığında sıkıştırılıyor. Örgüt general eskisi önderliğinde ancak çaresiz. Ödeme yapılmış, infrared güdümlü tanksavarlar kutularında ve fakat sevkiyat gerçekleşmemiş, villanın bahçesindeki Skorsky helikopterin pervanesi umarsızca dönüyor, ne kaçıp gitmek mümkün artık bu dakikada ne de sevkiyatı gerçekleştirip hiçbir şey yokmuş gibi rol yapmak.

O an, o dakika yani polis destekli CIA kökenli baskının gölgesinde emekli subaylar ve lejyonerler MK47’lerle kendilerini beklenen sona hazırlama arifesinde cephanelerini davetsiz misafirlerin üstüne boşaltırlarken lider general vakar adımlarla kayıtsız bir ifade yüzünde baskının orta yerine yürür, megafondan teslim olması gerektiğine dair çağrıları hiçe sayarak. Paltosunun cebinden çıkarttığı Sig Sauger marka suikast tabancasını şakağına dayar. Sol elinin işaret parmağından fiskelediği sigara izmaritini yere fırlatırken sağ elinin işaret parmağıyla tetiği çeker. İşte o an o dakika megafondaki ses susar, örgütün geri kalanları ateşi keserler, çayırın uzayan yokluğunda yuvasına sinmiş olan telaş rehinesi bir köstebek gözlerini kırpıştırır ve açık kapısından derin devletin deri koltuk kokusuna karışmış tozlu anıları süzülen polis arabasının tepesindeki ışık masmavi dönerek o en bildik seslerden kendine ve diğerlerine sona doğru bir çağrıda bulunuverir…. “Eeeeeeeeeeeeee”

Gördünüz mü? Tepe lambası deseydik haberin bu denli lirik bir yönü olmayacaktı. Halbuki “Migalka” diyince bilinçaltına ne biçim bi gönderme yapmış olduk. Bundan sonra neymiş? Tepe lambası diil, Migalka’ymış... Okeyizdir artık herhalde…


Yazan: Alper Atalan