28 Kasım 2011 Pazartesi

Bir vakıtlar fevkalade tık alan komik videolar. Yuutub 1911

Al bak yavrım vampir filmi filanı

Vampire Bash from António Silva on Vimeo.

Tabaktaki tavuk resmini müstehcen bulan zihniyyet!



Tavuk fotoğrafı da müstehcen olursa (Hürriyet Gazetesi Okur temsilcisi)


BİR tavuk fotoğrafının, hatta pişirilip tabağa yerleştirilmiş bir tavuk fotoğrafının müstehcen(!) olabileceği hiç aklıma gelmezdi.

Okurumuz Oya Argun Özel’in gönderdiği iletiyi görünce çok ama çok şaşırdım:
“Civan Er’in, Hürriyet Pazar’daki ‘Tarhun ve Tarhanalı Tavuk’ başlıklı yazısında kullanılan müstekreh (iğrenç) ve müstehcen resim nedeniyle tüm ilgilileri kınıyorum. Ölü bir havyanın gövdesinin böyle garip bir şekilde sergilenmesinin sağlıklı bir zihnin eseri olmadığını düşünüyorum. Hayatımda gördüğüm en zevksiz ve tiksindirici resimlerden birisi.” (Hürriyet)


EDEPLİ HAYVAN HAMDİ

25 Kasım 2011 Cuma

VAN İÇİN 90 ülke 90 Ses

SİLUETİNİ SEVDİĞİMİN


İstanbul silueti çatırdıyor


Sultanahmet'in minareleri arasından fırlayan gökdelenler tartışılırken İstanbul siluetine bir bıçak da Beşiktaş'ta saplandı. Başbakanlık Ofisi'nin dibindeki 14 katlı otel, Dolmabahçe Sarayı'nın duvarını çatlattı. (Radikal Özel Haber)


HAFTANIN LEMANINDAN SIKILHAN YAZISI

- Alo Sıkıl, Hırgürkan Yırtıcı ben. Derhal diğer kat malikleriyle anlaşıp o evden çıkın.

- Neye? Almanya’dan Alman kat malikleriyle beraber oğlun mu gelicek?

- Nayn! Espiri yapma först klas uçan tekme atarım. Sizin iyiliğiniz içün söylüyorum oğlum. Derhal evi boşaltınız zelzele tehlikesi var. Bırakın o apartumanı yıkalım, Yırtıcılar Gourup İnşaat ve Tahhüd Şirketi oraya doğayla içiçe birinci köprüye sadece onbeş dakika uzaklıkta Preadatory Towers yapsın. Biliyosun Yırtıcı Gourup olarak son birkaç yıl içinde okul kantinleri işletmeciliğinden büyüyerek inşaat sektörüne girdik... Ve ben Yırtıcı Gourup’un Dünya Başkanı oldum.

- Bu durumda bizim roket yapıp başka bir dünyaya gitmemiz gerekiyor.

- Sana espiri yapma dedim. Ben gayet ciddiyim. Deprem mes’elesi gayet ciddi bir mes’ele ve bunun üzerine kararlılıkla gideceğiz, siz ordan gideceksiniz yani, bize lazım ora...

- Niye illa bizim apartmana göz koydunuz lan? Silüetin skilecek bisürü yeri var, gidin oralara yükselen yıdız, tavır konak monak yapın... Hem öyle “Her kapınıza gelip ‘Binanız sağlam mı bi bakak’ diye cavcav edene prim vermeyiniz, derhal belediyeyi arayınız” dendi. Nerden biliyosun bizim binanın deprem şeysini?

- Deprem sizin binaya daha çok yakışıyo. Uzatma işte lan!

- Nerden belli bizim evin deprem şeysi olduğu,diyorum. Röntgen mi çektin gelip karot mu aldın?

- Az daha uzatırsan gelip dötünden alıcam o karotu ben. Çöktük sizin binaya var mı ötesi? Çıkıcaksın aslanım ordan, diğer kat maliklerini de ikna ediceksin, Gourubumuz tavır koyucak, kule dikicek oraya. Yoksa dediğim gibi, gourubumuzdan ekmek yiyen yetmişbeş babayiğitle bi gece binanıza çöker kolonları keseriz, harbiden deprem olur. Tekbaşınıza yedirmezler aslanım size o araziyi. Vaktiyle babangiller kapmışlar orayı ama artık olağanüstü şartlar mevzuubahis. “Defakto bi durum var” diyoruz buna âlemlerde. Bunu kafanıza ya sokacaksınız, ya sokacaksınız. Alo hattasın dimi şerefsiz! Sakın kapayayım deme, kapattırmazlar sana o telefonu. Alo... Alo... Lan! Alo... Şerrefsiz...

* * *

- Merhaba Sıkılhan, dostum nasılsın, Enes ben... Genc girişimci, Enes Binsatar. Gel seninle ticared yapalım. Beraberce rızıklanalım.

- Oh ticared. Ya bi kere de başka bişey için ara be kardeşim, “Gel bi çay içelim” felan de, ne biliim... Öyle de, ben de “hayır” diyim gene. Maksat bi değişiklik olsun.

- Ticaredten anlamadığın nasılda belli. Çay sektörü mü kaldı be kardeşim. Bir büyük küresel firmanın yanı sıra, ona yakın Türkiye ölçekli firma, yerel işletmeleri de geçelim, bilhassa ülkemizin doğusunda tiryakilik düzeyinde “kaçak çay” tüketimi var. Ticared için oraya girilmez, çay sektörü doymuştur bugün...

- Sen ne zaman doyacan?

- Nası yani anlamadım, rızık olarak mı?

- Öf lan!

- Dostum konumuza geliyorum: zira Sultan-ül Tücarra yani tüccarların sultanı olarak bilinen ünlü esnaf Ebu Hüveyye’nin de işaret buyurduğu gibi “Vakid nakiddir”. Yeni AVM konseptleri dikkatini çekmiştir. Dinozor getirenler var, penguenle antartika ve buz devri atmosferi yaratan var, daha inşaat halindeykenden taş devri atmosferi veren var... Var oğlu var...

- Eşşek oğlu eşşek... Peki bunlarla benim ilgim ne?

- Şimdi şöyle dostum; biz kadostrodan baktırdık, sizin bina AVM içün çok şık bi arazi. Eğer sen ve diğer kat malikleri “he” şeklinde onay verirseniz oraya “Yağmur Ormanları, papağan timsah, Serengety ‘de safari atmosferi konseptine dayanan mu-azzzam bir AVM inşaa edebiliriz. Biliyosun, “Ticaredde pazarlık mübahtır” sen sizin apartumanın yönetim kuruluna mevzuuyu bi aç, ağızlarını bi ara. Bu arada ben dürüstlüğüne bin kerre kefil olduğum özel bir inşaat denetim firmasını yollayayım, bakalım sizin bina zelzeleye ne kadar dayanıklı? Fiyatı da ona göre belirleriz tabi... Eee, ne diyosun bu yağmur ormanı, nehir, dağ konseptine?

- Dağdan kestim kereste, kuş besledim kafeste. Akıllı ol yavşak Enes ziterim son nefeste... Dağdan kestim kereste, kuş besledim kafeste. Akıllı ol yavşak Enes ziterim son nefesteeee...

- Edep yahu... Ticared yahu...

VAN'DA FELAKET ÖTESİ VAZİYET... Ümit Kıvanç

Perşembe günü, saat 16:00 suları. Gazetelerin internet sayfalarında Van’daki felaket ötesi durumla ilgili neler var, bakınıyorum. Karşıma çıkan manzara şu:


Hürriyet’te, “Van’da deprem fırtınası dinmiyor” başlığıyla verilmiş küçük bir haber, “günün manşetleri” arasına girememiş, ardarda gelen artçı sarsıntılardan sözediyor.

Sabah’ta, “Van’da 7 dk arayla 2 deprem”, “son dakika” vurgusuyla manşetler arasında. Sayfanın altlarına doğru, arayınca buldum, “–10 derecede yaşam mücadelesi” başlıklı bir haber var ve AFAD başkanlığından bir yetkilinin “yazlık çadırları kaldırıp kışlıkları kurmaya başladık” açıklaması burada yeralıyor. Haber kabaca, “çadırkentlerde insanlar çok üşüyor”u anlatıyor.

Milliyet’in manşetlerine iki Van haberi girmiş. Biri, “Kâbus bitmiyor” başlığıyla verilen, taze depremlere ilişkin. Ötekiyse: “Çarşı ayağa kalktı, Van’a gidiyor.” Yani, “Beşiktaş taraftarından Van için anlamlı kampanya”. Haberin gövdesinin büyük bölümü, Çarşı’nın internet sitesinde yeralan ve “duygusal yazı” diye tanıtılan yazının aktarılmasından oluşuyor. Çarşı, gazetelerimizden çok daha net: “Yedi yaşındaki Deniz’ler naylon çadırlarda donarak ölmesin.”

Habertürk’e göre “yıkılan” Van değil twitter, çünkü Doğuş, Hilal Cebeci’ye özenip çıplak pozunu yayımlamış. Sayfanın tâ altlarında, “Sağlık” çerçevesi içinde, “Van’ı bekleyen büyük tehlike” başlığını uzun aramalardan sonra görebildim. Uzmanlar salgın hastalık tehlikesine dikkat çekmiş. Çadırkentlerde “hijyen koşulları kötü”ymüş. Bir de, “bütün manşetler” karmaşası arasında, “Van’ı 6,2’lik deprem bekliyor” haberi var ki, deprem mi Van’ı, Van mı depremi bekliyor, buna takılamadım artık.

Radikal, öğrenci yurdundan eşyalarını almak için dönen öğrencilerin, kendilerinden “içeri giriyorum, ölürsem ben sorumluyum” manasında bir taahhütname alındıktan sonra yurda sokulduklarını haberleştirmiş, manşetleri arasına koymuş. “Çarşı Van’a gidiyor” haberi onlarda da var. Ek olarak, depremzede memurların Van’ı terk etmek istediğine dair bir haber yapmışlar.

Yeni Şafak, şüphesiz, olanlara iyi tarafından bakmayı tercih etmiş. 1976 Çaldıran depreminde kurtarıldıktan sonra Erciş’te yine enkaz altında kalan ve kurtarılan bir “şanslı” vatandaşın hikâyesine yer vermiş. Güncel haber, “Van korkutmaya devam ediyor” (yeni artçı depremler). Bu kadar.

İki defadır kurtarılan vatandaşın öyküsü Zaman’ın Van’la ilgili iki büyük haberinden biri. Öbürü, Tayvanlı çocukların “kardeş oldukları Ufuk Okulları öğrencilerine” yolladıkları geçmiş olsun mektupları. Yeni artçı deprem de ayrı bir haber. “Tüm manşetler” grubunda yeralan “–15 derecede ekmek telaşı” başlıklı haber, Van’la değil Kazakistan’la ilgili. Buna karşılık, “Van’daki öğrencilere yurt ücreti müjdesi” haberleştirilmiş. Ekonomi bölümünde Kalkınma Bakanı’nın yüreklere su serpen açıklaması yeralıyor: “Van deprem öncesinden daha hızlı kalkınacak.” Bakana göre, “depremin etkileri azaldıkça esnaf ve tüccar açısından yeniden normal hayat başlayacak”. Serpilen sular donmazsa.

Uzatmayayım. 17 kasım itibarıyla Türkiye’nin belli başlı gazetelerine internetten göz atan biri, Van’daki felaketin boyutlarına ilişkin bilgi sahibi olamaz, yardım için harekete geçmesine yolaçacak tek satır okuyamazdı.

Medyanın vicdanı, zaten otoyola serilmiş paspastı, yakın dönemin muhalif medyasının mutlak iktidar borazanı haline gelişiyle, tamamen “ex” oldu.

Size tekrar kısa bir tasvir yapmak ve çağrıda bulunmak istiyorum.

Van’da durum tam olarak nedir, anlamak istiyorsanız, buyurun, size ilk elden bir “anekdot”: Bebek maması gönderilecek, yardımı alıp yoksul mahallelerine götürecek insana “kaç bebek var, hangileri kaç aylık” filan diye soruluyor, mamaları ayarlayabilmek için. Karşıdaki insan, “şu kadar bebek var, ama şu kadarı muhtemelen gidicidir, çok hastadırlar” diye cevap veriyor.


Yetkililer, “konteynır yaptırıyoruz, aralık sonunda insanları konteynırlara alabileceğiz” diyorlar. Aralık sonuna kadar sağ kalanları, demek istiyorlar. Çadırkentlerde 30-35 bin kişi var, gerisi sokaklarda. Van’ın nüfusu yaklaşık bir milyon. Şehir merkezi 360 bin. “İki yüz bin kişi göçtü” yollu haberlere haydi itibar edelim. Gerisi, asla herhangi bir yere gidebilme imkânı bulunmayanlar. Hesaplayın işte.

Şu anda insanların “barındıkları” söylenen çadırlarda, bırakın yaklaşan daha korkunç soğuk günleri, bugünlerde bile üstüste birkaç gün geçirilmesi mucize. Çadırlar “terliyor”, buz tutuyor, bunlar eriyor, her şey sırılsıklam oluyor. Sıcak su yok. Tuvaletler –mecburen– topluca biryerlerde. Ufacık çocuğu gece vakti çadırdan çıkarıp buralara götüreceğine direkman öldür daha iyi.


Çadırkent dışındaysa, yiyecek-içecek dâhil her şey sorun. Özellikle kolay hazırlanabilir, ısıtılabilir, hazır çorba, makarna gibi yiyecekler, soğuğa karşı da az buçuk savunma sağlayacak, tahin-pekmez, helva gibi şeyler ve sahiden o şartlara dayanacak kalın, kışlık giyecekler, yün iç donu, fanila, kaban, mont vs’ye acilen ve çok büyük sayılarda ihtiyaç var. Şunu unutmayın: depremzedeler hiçbir şeylerini yıkayamıyorlar, kendileri de yıkanamıyorlar.

“Ben zaten yardım yaptım” demenin anlamı yok. Sürekli yapılması gerekiyor. Ayrıca gönüllülere de ihtiyaç var. İlk elde başvurabileceğiniz bir yer, şu site: http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com/ Ama herkes kendisi de tanıdığı güvendiği birileri aracılığıyla yardım ulaştırabilir. Yani, yapmak istedikten sonra yolu bulunur.

Kusura bakmayın, hükümet-PKK hegemonya mücadelesi gibi konulara giremedim, Türkiye’nin Ortadoğu vizyonu konusunda sizleri aydınlatamadım. (Taraf)

23 Kasım 2011 Çarşamba

KALEM DANSI

ÇOK ÇOK ÇOK GÜVENLİ İNTERNET! SIRTARMA YAVRIM SENİN İÇÜN!...

Güvenli internete güvenen gülmeyi bile unutsun!

Fıkra sitelerine bile erişim yasağı getirilmesi şaşkınlık yarattı


Güvenli İnternet’ dönemi dün başladı. Çocuk profilinde beyaz liste olarak adlandırılan bin civarında internet sitesine erişim imkanı bulunurken, kapsamı daha geniş olan ‘Aile Profili’nde ise bazı fıkra ve mizah sitelerine erişim imkanı bulunmuyor.


Bilgi Teknolojileri ve İletişim (BTK) Kurumu tarafından dün uygulamaya konulan “Güvenli İnternet” sorunlu başladı. ‘Çocuk ve Aile’ profilleri ile internette tercihe bağlı filtre uygulaması getiren pakette, ‘çocuk profili’nde erişilebilen internet sitelerinin isimleri bilinmezken, ‘aile profili’nde fıkra sitelerine bile erişim yasağı getirilmesi şaşkınlık yarattı. BTK’dan alınan bilgilere göre, çocuk profilinde sınırlı sayıda yani bin civarında internet sitesine erişim imkanı bulunuyor. Bu siteler beyaz liste olarak isimlendiriliyor. İçerik açısından da eğitim, bankacılık uygulamaları, alışveriş, müzik-oyun-eğlence, haber, e-posta, resmi siteleri,tatil, özel şirketler, eğitim kurumları ve e-devlet kapsamında tutuluyor. Aile profilinde ise sınır biraz daha genişliyor. BTK’nın açıklamasına göre kumar, uyuşturucu, fuhuş, müstehcenlik, şiddet, terör, dolandırıcılık ve zararlı sitelere bu profilde erişim imkanı yok. Ancak engelliweb.com’un yaptığı çalışmaya göre ‘aile profili‘nde bazı fıkra, mizah ve proxy internet sitelerine de girişler engelleniyor.  (Vatan)

21 Kasım 2011 Pazartesi

EKŞİ SÖZLÜK YIKILIP YERİNE İSTANBUL PROFİLİNİ İNCİTMEYEN BİR OTEL YAPILSIN


Hayır o diil, kapatılır, "davulcu osuruğu gibi araya karışıp gider", hop diye unuturuz. Noolucak?
Çünkü Suriye Devlet başkanına "Lagaluga yapma, ortaya sandığı koy, halk seni seçsin ondan sonra konuş" mealinde akıl verilen bu ülkede ortaya konulan sandığa atılan oyla milletin vekili olmuş birisi yaklaşık 1000 gündür hapiste mesela. Mustafa Balbay'ı orda unuttuk sanki...
Biz bile Harakiri'yi unuttuk örneğin. Göz göre göre kapanmaya zorlandı, unuttuk. Yarın belki Leman'a aynı yöntem uygulanacak, unuturuz, unutursunuz.
Ekşi Sözlüğü de kapatırlar. Kolaydır. Zor olan özgürlüklerin kazanılmasıdır çünkü, kaybedilmesiyse bir gün bile sürmez!

NEREYE GİDERSEM GÖKYÜZÜ BENİMDİR

18 Kasım 2011 Cuma

MASADA BAYAN VAR YARIN İMZA GÜNÜNDE YANLIŞ OLMASIN ONA GÖRE!


Bayan Yanı İmza Günü Tüyap Kitap Fuarında Yarın ve Pazar Günü... Benim işim olmaz da Sıdıka var diye gidiyorum işte naapalım. Bi yerde tipin, ondan sen mesulsün gezdiricen dolaştırıcan, itten çakaldan koruycan  hesabı... Yoksa benim halısaha maçım vardı şerefsiz evladıyım. Kızın gönlü olsun diye sağ kanadı da boş bıraktık. Yarın kesin dört tane yer bizimkiler ... Naabıcan ama... Naabıcan?

17 Kasım 2011 Perşembe

SIDIKA TÜYAP KİTAP FUARINDA... 19-20 Ekim 14.30 BAYANYANI STANDI


Kitaplar ve Sıdıka

– Babam izin verdi bi kere!


– Herif zilzurnaydı be... Ne dediğini anlamamıştır. Tüyap filan... Kim bilir ne sandı...

– Ben anlamam... “Babacım kitap fuarına gidip bikaç kitap alıyım mı” dedim, kafasını öne eğerek onayladı... “Hüyp” dedi...

– “Kafasını öne eğdi” dediğin; baban yoğurt tabağına düşüp sızdı bi kere... Ayrıca yıllardır babanı rakı sofralarından toplayıp yatağına taşımış bi kadın olarak diyebilirim ki, çıkardığı “Hüyp” sesi, “Hayır” demek... O haldeyken söylediği sözleri en iyi ben yorumlarım... Mesela; “Hanmbikahbzubeaa” derse, bu “Hanım bi sade kahve yapsana” demek... “Biycammımımı” şeklinde mırıldanırsa, “Pijamamı giydir” demek... “Raggıynerezakmınnavradına” diye haykırdığında ise “Rakıyı nereye sakladınız lan, daha içicam” demek...

– Peki anne! Ben anlaşılır ve net sözcüklerle söylüyorum... Kitap fuarına gidicem, işte o kadar!

– İyi! Dönüşte Kelime-i Şahadet getir... Baban seni sağ komaz... İstersen minibüsten bi durak önce in, harakiri yap... Ev kana bulanmasın...

– Ay anne, şiddetin ne hoş, ne güzel dehşetin... Kendimi yuvamda, sıcacık bir mezbahada gibi hissettim... Altı üstü bi fuara gidicez dedik, derhal ortalık kan ve barut koktu... Anlaşıldı... Sağ kalabilmek için kitap fuarından sonra, silah fuarına ve Bekaa Vadisi’ne de uğramam gerekiyo...

– Gerekmiyo aslında, manyaklaşmazsan uzun yaşarsın... Şurda sıcacık sobanın başında otur işte... Boş zamanlarını değerlendirmek için ille de kitap okuman mı gerekiyo... Zaten bizim ev hobi fuarı gibi... Çiçekler, kuşlar, akvaryum, kedi... Onlarla vakit geçir.

– Çiçekmiş... Geberik bir menekşe var... Geçen gün bi tane açıcak oldu, babam saksıda izmarit ezerken paraladı... Bu sevgisiz evde çiçek mi büyür be... Bütün hayvanat stress içinde... Balık doğurduğunu yiyo, kuşun bi kere “cik” dediğini duymadım, kedinin de âdetleri düzensiz...

– Çiçeğe çubuk gübre koydum, kedi yaşlı zaten... Kuşu da değiştiricez...

– Kuşu değiştiriceklermiş... Şu sevgisizliğe bak... Zavallı hayvan... Mobilya mı kız bu? Koltukların yüzünü, duvarkâğıdını filan mı değiştiriyorsun? Önce şunu anla, o bir organizma, o kuşun bile bir kimliği var anne!

– Senin de bi kimliğin var... Baba adı hanesinde eşşek kadar Zekeriya yazıyo... Hatırlatırım!.. Bu mevzu kapanmıştır Sıdıka, kuşa yem ver!


* * *

– Sıdıkağ! Sıdıkaa!.. Kuş nerde kız, naaptın?..

– Abim yemiştir...

– Doğru cevap ver... Kafesinde yok hayvan...

– Ay ne baarıyosun anne... Kuş eskidiydi zaten, değiştiricez diyodunuz... Belki babam götürmüştür, yerine sıfır kuş alıcaktır... Ya da ne biliim, istavritle filan takas edicektir...

– Naaptın kız kuşa?

– Kuşu bozup yastık yaptım... Çeyizime... Kuş tüyü kırlent...

– Dalga geçme! Akşama baban gelir, seni o kafese sokup duvara asar, görürsün...

– Tamam... Biz kuşla ööle anlaştık zaten... Onu azad ettim. Pır dedi gitti... Şimdi kitap fuarındadır, belki ordan bir tiyatroya gider, oturur arkadaşıyla kahve içer, konuşur... Şimdiye belki insan bile olmuştur...


* * *

– Teytö! Mmmmınazastaravradını heytk! Zımbalinsstimini... Rrrosb!

– Baban diyo ki, kuşu niye saldın? Kitap fuarında bok mu var? Yediğin dayak yetmedi mi...

– Piycammımı...

– Baban pijamasını istiyor...

MEDYADA "GADDAFİ KİLLED" FİLMİ DEVAM EDİYOR

Tüm dünya medyasının nefeslerini tutarak izleyip izlettirdikleri, internette viral hızla yayılan "Gaddafi Killed" filmi tam gaz devam ediyor. Son olarak eski diktatörü linç eden coşmuş sürüden bir hayvanın Kaddafi'nin kıçına demir sokmaya çalışırkenki görüntüleri, o iğrenç linç karelerini saniye saniye ortalığa salan dünya medya kaynakları şimdi filmin kamera arkasına geçip yeni sahneler yayınlamaya başladı.

Çünkü "programın akışı" tam da böyledir. Öldürülen"eli kanlı eski devlet adamının" ağzı burnu patlamış cesedinin hemen ardından "sarayındaki" sefahat, sapkın porno kolleksiyonları, altın helası, deste dolardan yapılmış yorganı felan ortaya çıkar. Yakınındaki "seks köleleri" eski liderin kendisine defalarca nerelerinden neler yaptığını anlatır...

Saddam'ın oğullarının dev porno kolleksiyonları, Uday ve Kusay Saddam'ın futbol takımlarıyla sadist ilişkileri de aynı şekilde kanlı ceset fotoğraflarını izleyen bir hafta içinde yayınlanmıştı.

Yine Usame Bin Laden'in ölümünden hemen sonra 14 Mayıs 2011 tarihli gazetelerde "Laden'in evinde porno bulundu" diye bir haber yeralmış. (Linkten görebilirsiniz)

Ve şimdi, bugün Gaddafi'nin seks kölesinin anlattıklarını yayınlıyor gazeteler...

BAG olarak biz bu program akışını bilmemize rağmen tam olarak nedenini bilemiyoruz. İlgili şahısları dünyanın gözü önünde linç ettirerek paralı askerlere kıçlarına demir sokturarak filan öldürtenler, oluşabilecek merhamet hissini yok etmek için yapıyor olabilirler. Ya da bambaşka bir enformatif manüplasyon nedeni olabilir.
Ancak bu noktada bir hakkaten bir gereklilik ortaya çıkıyor. Çocuklarımızın, medyayı, ilgili yönlendirme ve haber dillerini anlayabilmeleri dünyayı o gözle yorumlayıp dünya yurttaşları olarak oylarıyla biçimlendirebilmeleri için, henüz pek yaygınlaşmamış bir uygulamayı gönülden destekliyoruz:

 ÇOCUKLARINIZA MEDYA OKUMA DERSİ ALDIRTIN





16 Kasım 2011 Çarşamba

BETON ADAM YİNE İŞ BAŞINDA


Beton adamın insanları betona boğup öldürmesi için ille de deprem olması gerekmiyor.
Örneğin bugün Tokat'ta Anadolulisesi öğrencisi bir genç kız yolda yürürken kafasına düşen beton parçası yüzünden öldü.
Tokattaki Haberin detayı

İstiklal caddesinde yürüyen bir üniversiteli kızın da başına benzeri bir olay gelmiş (veya düşmüş) kendisi aylarca komada kaldığı halde inşaat sahibi betonmenler ufak bir cezayla yırtmıştı...

Birbaşka olaysa çok yakında bir abimin başına gelmişti. Öğrencisi olmaktan herzaman onur duyduğum, bana göre yaşayan en büyük mizah dehalarından biri olan Behiç Pek'in evine, yanda inşaat yapanların  güpegündüz patlattıkları  duvardan bir ton kadar yaş beton dolmuştu...



Aslında bu haberleri arkaarkaya sıralamanın bir anlamı yok elbette. İnternete "İnşaattan" "kafasına" filan yazın onlarca haber çıkıyor. Benim bu yazıyı yazmamdaki amaç da başka zaten. Çocukken bizim evin de 300 içine zçtı, hayatımızı karattıydı herifler. (Bkz Civciv kutusu) . Ama resmen karattılar yani. Henüz 8 yaşındayken adateletin, müteahhidin, belediyecinin ne demek olduğunu çok ağır öğrendim. Erken öğrendiğim iyi olmuştur belki, o yüzden mizahçı oldum mesela, hatta İTÜ yü bitirip inşaat mühendisi diploması aldım. Ama anladım ki mühendis filan da olsan yirdi seni o beton adamları. O yüzden, sadece Oğuz Atay'la Mustafa İnan'la aynı sınıflarda okumanın güzelliğiyle yetindim, hiç mühendislik yapmadım...
Neyse, uzun. Birden kendimi yaşlı bile hissettim o yüzden vaktiyle bu herifleri anlattığım (Hatta sadece bunları anlattım ben) bir öykü, koyayım dedim. Zaman işte, hep aynı şeyler ve açıkçası ben yazmaktan yoruldum artık. Ne kadar daha yazarım bilmiyorum. Ama fermanımdır, yedi düvelde yetmişyedi milletin bu beton ruhlu pzevenkliklerini siz de yaşadıkça kulaktan kulağa anlatın. Öyle ibiş gibi baret giyip inşaat tepelerinde ufuklara bakarak "daha nereyi iğfal etsem acaba" diye bakınırkenki  filinta kılıklarına aldanmayın. Anlayın, anlatın. Çünkü ben biliyorum muhakkak bir faydası olacak.


ÖYKÜ: ÇOCUKKEN HERKES CENNETTE OTURUR

Alkollü olduğu her halinden belli olan bir taksi şöförüyle, E-5 karayolunda, kamyonlar arası slalom yaparak eve dönüyorduk. Şöföre “Az yavaş be ustacım, acelemiz yok” dedim. Şöför “Ne farkedicek ki hocam” dedi, “ölü veya diri, bi şekilde gidicez işte cennete”... Doğruydu ya, ben Cennet Mahallesi’nde oturuyordum... İyi bir adamdım... Sarhoşlar iyi kalpli olurdu... İki tane iyi adamdık. Bir şekilde giderdik Cennet’e...


Şimdi daha yavaş gidiyoruz. Bana sigara uzatırken “Ne iyi, dünyadayken kapmışsın Cennet’ten mekânı” dedi. Cevap vermeyip de uyusam ben... Ayıp olur ama. Hem, yıllardır Küçükçekmece minibüslerinde döner bu Cennet geyiği. Muhabbet için fazla bir efor sarfetmem gerekmiycek. Sigarayı yakarken “Adı öyle kalmış bizim mahallenin, esasen daha çok cehenneme benziyo” dedim. Uzunları yaktı... Çobançeşme Kavşağı’ndayız. Çeşmeye benzer bir şey zaten yok. Çobanı da bir AS 900 kamyon ezmiş olmalı. Üstüne gazete kâğıdı örtmüşlerdir, bir köşede yatıyodur şimdi öylece... Tekrar kısa huzmeli farları yaktı. Yine epey hızlı gidiyoruz... “Olsun yine de güzel ismi” dedi.

“Ben Horhor’da oturuyorum mesala”. Dikiz aynasından gülüyor muyum diye bana bakıyor. “Haa nasıl, komik isim di mi? Ama olsun, gene iyi sayılır. Maltepe’de Başıbüyük diye bi semt var, iyi mi?” Arkamızdaki araba sellektör yapıyor. Şöför, benimle konuşmayı kesip, arkadaki aracın sürücüsüne homurdanmaya başladı: “Ne len ne? Nereye gidicen, al geç!”... Kenara çekildik. 4X4 kocaman siyah bir jip hızla geçip gitti.

Şimdi bizim şöför de jipin arkasından sellektör yapıyor. “Şuna bak uçarak gidiyo” dedi... “Uç... Uç... Annen sana terlik pabuç alıcak, eşşoğleşşeğin evladı!”

Jip gözden kayboldu... “Neydi o ööle abi, kapkara, ‘şeytanın arabası’ gibi... Şimdi çok var bu jiplerden yollarda. Gastede yazıyodu Susurlukçular’ın alayı bu kara jiplere biniyomuş. Çok para tabi... Ama dikkat et bak, sizin mahallede hiç yoktur bunlardan” dedi. Düşündüm, gerçekten de hiç görmemiştim... “Eee olur mu abi, ‘şeytanın arabası’ nası girsin Cennete?” Güldüm...

Oysa ben yıllarca Cennet’te bir şeytanın oturduğuna tanıklık etmiştim. Yalnızca bir şeytan. O zamanlar her mahalleye bir şeytan düşüyordu. “Her mahallede bir milyoner” olacaktı. Üstelik bizim şeytan cennetin göbeğine, ilk apartmanını “Mal sahibi Cenab-ı Allah” diye dikmişti. İnşaatın önüne astığı tabelada aynen böyle yazıyordu. Bu tabelanın gazetede çıkan bir fotoğrafını yıllarca saklamıştım. “Her yazarın anlattığı tek öykü vardır aslında.” Benimki de buydu... Mahalledeki şeytanının kurnaz belediyecilerle bir olup her biri hâlen “ruhsatsız” onlarca apartman dikişini izledim. Ağaçları kestirdiğine, insanları “karakola çektirdiğine”, birer ikişer yok ettiği küçük evlerin öykülerine tanık oldum.

Geçenlerde gazetede Türkiye’nin “ölüm noktaları” arasında Cennet Mahallesi de vardı. Karayollarındaki ölümlü trafik kazalarının en çok olduğu yaklaşık bin noktadan biri. Ben katilin kim olduğunu biliyordum. Yalnızca bu şirin beldenin sakinlerinden biri olarak değil, “trafikten bitirme vermiş bir mühendis” olarak da biliyordum. Şeytanın vaktiyle karayolu sınırına diktiği apartmanlar oraya asla bir “köprülü kavşak” yapmaya izin vermezdi. Alayını yıkmak gerekliydi... Pahalı olurdu...Çok insan ölürdü...

Ya, O... Yani bizim mahallenin şeytanı. Öldü mü, bilmiyorum... Gerçi, ben Civciv Kutusu’nu yazarken öldürdüm O’nu. Ama belki az önce uçarak giden “şeytan arabası” kara jipin içindeydi... Belediyecilerle rakı içmekten dönüyordu. Ölüm noktası... Kara jip orda bir kazaya uğrar mı peki? Bence geçip gitmiştir, çünkü o noktayı oraya koyan kendisi. Yerini çok iyi biliyor olmalı...

Ama şimdi... Biliyorum, Civciv Kutusu ne ki, çok daha acıklı öyküler anlatıyor zaman”. Üstelik, ben Şeytan’ın apartmanlarında gördüm, Sıdıka’yı, Eray’ı, “mahalle arası ninjası, dövüş sanatçısı” Baturalp Dinçdarı’yı... Şeytan, bana cennetin öyküsünü bırakıp arabasına bindiği gibi başka yerleri haklamaya gitti. Ve ben... Bazen, bu öyküyü anlatırken yaşlandığımı hissediyorum...

Gelmişiz... Şöför paraüstü verirken: “Bakma sen, güzel yerde oturuyosun gene” dedi... “Sadece adı için bile oturmaya değer... Horhor’dan iyidir”... Gülerek “heralde öyledir” diye yanıtladım. “Ama çok da farketmez... Çocukken herkes cennette oturur zaten...”

ALMAN IRKÇI DAZLAKLAR DÖNERCİLİK YAPAN YEDİ TÜRKÜ KATLETTİ. İDDAYA GÖRE OLAYDA ALMAN İSTİHBARATININ PARMAĞI VAR

LEMAN &PENGUEN KAPAKLARI



4 Kasım 2011 Cuma

"HER KÜÇÜK YERİN BİR BÜYÜK KÖTÜSÜ VARDIR"

Kapişonlu manita kreasyonu...



Çin zehrine TSE seddi

Oyuncak, tekstil, sağlık ürünleri başta olmak üzere tüketicinin sağlığını tehdit eden Çin mallarına, TSE Seddi çekilecek. Sihirli formülü Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, hürriyet.com.tr’ye açıkladı: Kalitesiz Çin malları, Çin’de durdurulacak. TSE’den onay alamayan hiçbir ürün Türkiye’ye giremeyecek. (Hürriyet)

1 Kasım 2011 Salı

26 kişi 13 yaşındaki kızçocuğuyla kendi rızasıyla beraber olmuş! (+18 Yavrularımızı aşağıdaki olumsuz görüntüden koruyalım)

YİNE "HIRSIZ MÜTEAHHİT" DİYE BİR GÜNAH KEÇİSİ BULUP ÖNÜMÜZE ATMAYIN BEYLER... BELEDİYECİDEN KONTROLÖRE SİYASETÇİDEN BAKANA TIRSAK MEDYAYA KADAR O KEÇİNİN EN AZ YEDİ BAŞI VAR

YAVRUYKENDEN BORÇLANDIRICAN BUNNARI



EZGİ BAŞARAN/ Radikal


Eğer muntazam bir banka müşterisi olmazsanız, sadece okula girememekle, sınavlara alınmamakla kalmayacak, yemekhaneden bir lokma da yiyemeyeceksiniz.

Ordu’da bir sabah, okula gidiyorsunuz. Öğrenci olarak.

Bir üniversite öğrencisi olarak. O gün, panoya iliştirilmiş bir ‘açıklama’dan öğreniyorsunuz ki… Aha! Siz aynı zamanda bir banka müşterisine dönüşmüşsünüz. Bilginiz ve isteğiniz dışında.
***
Evet Ordu Üniversitesi öğrencileri… Dahası da var: Bugünden tezi yok, muntazam bir Vakıfbank müşterisi gibi davranmazsanız, sadece okula girememekle, sınavlara alınmamakla kalmayacak, yemekhaneden bir lokma da yiyemeyeceksiniz. Tabii öyle. Çünkü yemekhanede de bu öğrenci kartı, pardon kredi kartı geçiyor. Üstelik ikinci öğün için(öğle yemeğinden sonra çıkmadan bir de akşam yemeğimi halledeyim derseniz) karttan iki kat ücret kesilecek.

**

Ordu Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Nuri Yılmaz’ı aradım, “Gerçekten mi? Siz ciddi misiniz?” diye sormak için… Şöyle cevap verdi: “Şubat 2011’de eski rektörümüz Vakıfbank ile bir sözleşme imzalamış. Buna göre resimli öğrenci kimlik kartını Vakıfbank basacakmış. Bu kart aynı zamanda bir kredi kartı gibi kullanılabiliyor evet. Ama bunun için öğrencinin bankaya gidip kullanıma açtırması gerek. Biz de yeni yönetim olarak bu uygulamadan kartların basılmasıyla haberdar olduk. Henüz giriş-çıkış için de turnike kurmadık.”

**

Bir kere… O turnikeleri henüz kurmamış olmanız, Vakıfbank kredi kartının Ordu Üniversitesi öğrencileri için tek kimlik kartı olarak geçerli sayılması gerçeğini değiştirmiyor. Zaten bunu siz de kabul ediyorsunuz. Örneğin, “Peki başka bir kart var mı?” diyorum. “Yok” diyorsunuz. Açık ve net.

**

İkinci husus… O kart aynı zamanda bir kredi kartı gibi kullanılmıyor, o kart bir kredi kartı. Bankaya gidip iptal ettirmek isteyen öğrencilere, “üniversiteyle yapılan anlaşma gereği kredi kartı özelliğinin iptal edilemeyeceği, sadece limitin 1 TL’ye düşürülebileceği” söylenmiş. Ne hakla?

**

Ne hakla diye soruyorum da… Üniversitenin bana gönderdiği yazılı açıklamanın son cümlesi gösteriyor ki, karşımdaki yönetim anlayışı böyle bir sorunun cevabını veremeyecek bir dünyadan sesleniyor hayata: “Ordu Üniversitesi üniversiteyi kazanan öğrencilerine bedava kredi kartı dağıtmamakta, tam tersine seçkin bir kimlik kazandırmaktadır.”

**

Öyleyse, aynı dilden konuşmaya çalışalım…

Devlet üniversiteleri rektörlüklerinin dikkatine!

Kart basma parasından kıytırayım derken bankalarla yaptığınız anlaşmalar kişilik haklarına aykırıdır. Öğrencilerin hakkınızda hukuki işlem başlatması an meselesidir. Üniversite olarak öğrencilerinize seçkin kimlik kazandırma yolunun kredi kartı dağıtmak olduğunu düşünüyorsanız, sizin vereceğiniz eğitimin niteliği bir kez daha gözden geçirilecektir. Öğrencilerin yakasından düşmenizi ivedilikle rica ederiz. 01.11. 2011


NOT: Benzer uygulamanın Ege Üniversitesi’nde de denendiği, öğrencilerden sonra kredi kartı uygulamasının
öğretim görevlilerine de sirayet etmek üzere olduğu bilgim dahilindedir. (Ezgi Başaran /Radikal)

VE GEÇTİĞİMİZ LEMANLARDAN BİR SIKILHAN PARÇASI...

            - Alo Sıkılhan Öflan, Şey Çağrı Merkezi’nden Nurcall ben... Kapında kurye var, sana yeni bi kredi kartı gönderdik, içerde olduğunu biliyoruz kapıyı aç!
            - Sonunda kapıya da mı dayandın Nurcall? Telefon tacizleriniz yetmiyo mu?
            - Şimdi şöyle ki Sıkılhan bey, yeni kartınızla yurt içinde ve dışında özel helikopter ambulans hizmetini yüzde dokuza varan indirimlerle alıcaksınız, artı; boza, karyolayayı, hoşmerim, balata, nacak, çekme halatı, okçuluk müsabakalarında VİP Locası, akü suyu, yalnızca beşlik olmak üzere beton çivisi, havuz dibi aydınlatma lambası, iki ve üç numaralar haricinde zımpara kağıdı, yalnızca Macar filmlerinde geçerli sinema bileti, pikap iğnesi ve yelken tamiri harcamalarınızda kartınızda ekstra large gigaplatinium puan birikicek. Hadi aç şu kapıyı. Bak ben burdan kapının zilini duyuyorum. Aç, kuryenin verdiği sözleşmeyi imzala, kartı al, aidatı kestirmeye başla. Kapadın mı yine yoksa lan?... Alo... Sen kaşındın küçük aptal! O kurye gelip hergün zilinizi kanırtıcak. Hatta seni motosikletle yolda kovalıycak. Aphtaaal. Apıhtaaaaal! Nıhahaha.... Alo? (Leman)