BU, MİZAH YAZARLARI TARAFINDAN ÜRETİLEN BİR BLOG OLUP GAZETE ALINTILARI DIŞINDA YER VERİLEN HABERLER GERÇEK DEĞİLDİR.MİZAH ANLAYIŞI AYIRT ETME YETİSİ HENÜZ GELİŞMEMİŞ OLANLAR İÇİN ÇEŞİTLİ SAKINCALAR İÇERİYOR OLABİLİR. SİTEYE KATKIDA BULUNAN KİŞİLER, SAYFANIN SAĞ ALT BÖLÜMÜNDEKİ KÜNYEDE BELİRTİLMİŞTİR. TWİTTER'DA VE İNSTAGRAMDA HİÇ BİR ŞEKİLDE ŞUBEMİZ YOKTUR
31 Temmuz 2007 Salı
30 Temmuz 2007 Pazartesi
Mizahçıların Dünyası Bu Blogta: Mizahhaber
Anı, haber, çizgi, röportaj, fotoğraf, sergi ve yarışma duyuruları ... Mizah Dünyası'yla ilgili hemen herşeyi şu adreste bulabilirsiniz: http://mizahhaber.blogspot.com/.
29 Temmuz 2007 Pazar
Üstad Behiç Pek Röportajı.
'Komikliği kâğıt üzerinde yapıyorum’
H.SALİH ZENGİN
Behiç Pek! İsmini duyunca onu hatırlamayacak insan pek çıkmaz gibi. Gırgır Dergisi’nde yazdığı Muhlis Bey kadar Zalak Mahmut tiplemesinden de tanıyacağınız ünlü çizer, şu an Leman Dergisi bünyesinde çalışmalarını, kendi deyimiyle patates burunlar yaptığı ‘çocukluğunu’ devam ettiriyor.
Çizgilerindeki ince esprilerini hayatına da yansıtan Pek, kendisini çizerden çok yazar olarak görüyor. Mizah dergilerinin okul olmaktan çıktığını belirten ünlü karikatürist “Belden aşağı espri yapmak kolay bir yol. Benim için sahiden espri bulmaya çalışmak daha çekici bir şey.” diyor. Pek, genç karikatüristlerle arayı kapatmak için çok daha fazla çalıştığını da belirtiyor.
Zamanında ‘Samatya’nın yarısını dedeme vermişler, ama almamış’ gibi bir abartılı hikâye sonucu mu bulaştınız mizaha?
(Gülüyor) Karikatürcülüğüm Gırgır dönemiyle başladı. Gırgır demek, mizahın halka açılması demekti. Önceki dönemlerde bu iş biraz da seçkinlere ait gibi bir şeydi. Gırgır’ı Gırgır yapan şey, okuyanların kenar mahallelerden gelen insanlar olmasıydı. Benim ailem işçi ailesi. Babam ben ufakken rahmetli olmuş, hiç tanımadım. Saatçilik yapıyormuş. Ağabeylerimden biri İETT’de çalışır, diğeri balıkçılık yaptı. Gırgır’ın ruhu çekiciydi benim için.
Gırgır’ın kapısına elinizdeki eskizlerle mi dayandınız?
Küçük yaştan beri resim yapmayı seviyordum, bir yandan da mizah okuyucusuydum. Sırf merakla yaptım ilk. ‘Bakalım beğenecekler mi bir götüreyim’ dedim. Oğuz Abi ve Pişmiş Kelle’de beraber çalıştığımız Engin Ergönültaş baktı karikatürlerime. ‘Olabilir, gene gel sen!’ dediler. Sonra yayınlanmaya başladı. Lisedeydim ve ilk defa para verdiler. Karikatürcü olayım diye düşünmüyordum yani. Sonra Güzel Sanatlar’a girdim. Bitiremedim ama. Karikatürü meslek edinince sanki gerekmedi gibi bir şey oldu.
Üniversiteyi don lastiği gibi uzattıkça uzatmak çizerliği besleyen bir şey mi?
Bir yandan da askerliğini ertelemek, gitmemek için yapıyor insan bunu. Aslında diplomamın olması iyiydi; ama baktım ki ben bu işi daha ciddi yapıyorum, çizerliği tercih ettim.
Çocukluğunuz taşlı-sopalı mahalle kavgalarıyla geçmiş. 12 Eylül dönemiyle pişti yapan üniversite hayatınızda bu tecrübeler işe yaramadı mı?
Kavgacı bir insan değilim zaten. Bizim okul göreceli olarak daha sakindi. Kavga olurdu, ama basit geçerdi. Taşlarla, sopalarla kimse kimseyi dövmedim desem yeridir.
Behiç Pek karikatür camiasında ‘Behiç Abi’ olarak anılıyor. Bu abilik pâyesini almak kolay olmasa gerek?
Valla bunun yaşla ilgili olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler) Aslında karikatür, mankenlik gibi, futbolculuk gibi genç yaşta yapılması gereken bir meslek. Ben de daha etkili olan işleri gençken yaptım. Şu an elli yaşındayım.
Siz yeniliği gözeten bir çizersiniz ama...
Evet, bir çaba sarf ediyor insan. Fazla çalışıyorum o arayı kapatabilmek için. Belli bir yaştan sonra insanın zekası yavaşlamaya başlıyor.
Sayfalarca anlatılabilecek bir şeyi tek bir karede anlatabilmek hayata bakışınızda size ne kattı?
Hayata daha yumuşak bakmaya başladım. Bu, yapımla da alakalı. Aslında karikatür biraz saldırgan olmayı da gerektiriyor. Benim yaptığım şey dengede duruyor. Her şeye şaka gibi bakarsanız hiçbir şey batmıyor. Günlük hayatta da böyle. Dışarıdan bakınca ciddi bir adam gibi görünüyorum. Komikliği dışarıda değil kağıt üzerinde yapıyoruz.
Dikkat ediyorum da bütün çizerler gibi içe kapanık ve az konuşan birisiniz. Geriyor muyuz sizi abicim?
Karikatürcüler aslında asık suratlı değil. Dışarıdan öyle görünüyor. Tersine çok eğlenceli şeyler konuşuluyor, burada herkes çocuk gibi. Çocukça bir şey aslında yaptığımız: Büyük burunlu insanlar çizmek falan. Dışarıda tam öyle olamıyorsun. Kendi hesabıma kokarım dışarıda öyle görünmeye... Bu bir savunma. Ben de öyle durarak kendimi kurtarıyorum. Dışarıda kendi gerçek halimle dolaşsam döverler belki de.
İki çocuğunuz var. Karikatür balonlarıyla mı oynuyorlar yoksa kendi balonlarıyla mı?
Küçük yaştan beri içinde oldukları için seviyorlar; ama fazla da ciddiye alırlar mı bilmiyorum. Beni beğeniyor gibiler; ama inanmıyorum çok. İltimas geçiyor olabilirler. (Gülüşmeler)
Sizin gibi hem yazan hem de çizen kişi sayısı az. Hangisi daha baskın sizde?
Kendimi çizer takımına sokmuyorum. Kendi derdimi anlatacak kadar çiziyorum. Yazı daha yakın geliyor.
Nedense belden aşağı ve argo olmadığı müddetçe espri komik sayılmıyor? Sizin çizgiler bu tuzağa neden düşmedi pek, Sayın Pek!
Belden aşağı olunca ilgi çekiyor tabii, ilgi göreceği de kesin. Yasak konular şaşırtıcı oluyor. Bazen onun yerine geçecek laf bulamadığınızdan küfür falan gerekiyor. Ama bu kolay bir yol. Benim için sahiden espri bulmaya çalışmak daha çekici bir şey.
Hayatta gereksiz tarama ve takıntılarınız var mı? Mesela ‘Kahraman Masa Esat’ bant karikatürünüz belki de bir takıntıdır...
Bütün çizerler kendi ruhu gibi oraya yansıyordur. Belki ‘Masa Esat’ bana benziyordur. (Gülüşmeler) Yalnız orada duruyor filan. İnsan kendini öyle hissediyordur. Masa olmadan olmaz bizde. Masa ile bütün gün baş başa olunca akraba gibi oluyorsun.
Rüyada espri görüyor musunuz?
(Gülüyor) Rüyamda espri buluyorum; ama uyanınca onun espri olmadığını anlıyorum. Çok güldüğüm şey, meğer sıradan bir bardakmış. Arada sırada sahici karikatür de bulunuyor tabii.
Eliniz olmasa ne yapardınız?
(Düşünüyor) Onu bilemiyorum. Çok fena bir şey olur herhalde. Allah kimsenin başına vermesin. Çocukluğum futbolla geçti. Mahalle aralarında çok top oynadım. Şimdi ‘boşa geçirdiğim zamanlar’ olarak bakıyorum. Keşke o kadar zaman ayırmasaymışım.
Çizgiden top çeviren futbolcu oluyor da, toptan çizgi çeviren karikatürist neden olmuyor?
(Gülüşmeler) Olabilir tabii ki. Eskiden Gırgır’da herkesi ilgilendiren karikatür yapılıyordu. Futbol sayfası vardı. Magazin de yapılırdı eskiden; ama şimdi dergilerde, televizyonlarda bolca olunca o da yapılmıyor pek. Çok yapılmayan şeyi yapmaya çalışıyoruz.
Behiç Pek gibi bir de Behiç Ak isimli bir çizer var. İsimleri aynı olan ‘ak pa(e)k’ iki çizersiniz. Karıştıran oluyor mu?
Eskiden daha çok karıştırıyorlardı. Gırgır zamanları onun mektupları bana gelirdi, geri ona gönderirdim.
Leman’ın politik bir duruşu var. Bu, sizin o sakin duruşunuz ile zaman zaman çelişiyor mu?
Dergide her türlü insan var, kimsenin kimseden beklentisi yok. Bir arada olunabiliyor yani. Benim katılmadığım şeyler oluyor tabii. Benim çizdiklerime de katılmayan vardır. Çıkan şey, herkesin ortak tavrı değil.
Leman’dan kopan çizer grubuyla görüşüyor musunuz? Şimdi onlar size rakipler…
Öyle bir şey var tabii. Gırgır döneminde Hıbır ekibi çıkmıştı. İster istemez bir rekabet oluyor. Piyasada Penguen ve Leman rakipler. Ama biz çizerler olarak çok değilse bile görüşebiliyoruz. Kavgalı değiliz. Kimseyi rakip olarak görmüyorum. Komikse zevk alıyorum, alıp gülüyorum.
Çizerlikte usta-çırak ilişkisi bitti mi?
Eskiden her şey daha çok ciddiye alınırdı, mizah da. Gırgır Dergisi bir okul gibiydi. Oğuz Aral, çok büyük zamanını çizerlere ayırır, kelime kelime incelerdi. Defalarca elden geçirirdi. Şimdi onu üstlenecek insanlar azaldı. Dergiler öyle bir şey olmaktan çıktı. Öyle bir eğitimi sıkı bir şekilde almak insanların kafasında yok bir kere.
Yıllar sonra Latif Demirci ile çizdiğiniz Muhlis Bey’i albüm olarak yayınladınız. Bugünün gençlerine ne söyler Muhlis Bey?
Daha önceki kolay anlaşılır Muhlis Bey’e bakıyorum da bugünün kimi mizah okuyucusuna çok basit ve ilkel gelecek çok şeyler var. Ufak çocuklar eğleniyorlar şimdi ona bakarken. Gençler ne der bilmiyorum? Onu hatırlamak isteyenler alır diye düşündük.
Muhlis Bey şu an yaşasa yine Fener’i tutar ve Turgut Özal gibi Cumhurbaşkanı Sezer’i sever miydi?
Şimdi ne yapardı? (Düşünüyor) Aramızda da konuştuk Latif’le onu ama iyice içselleştirmek lazım. O zamanlar 12 Eylül dönemi vardı ve her şey yasaktı. Gazete duvarlarında bu konular yazılmayacak diye liste vardı. Muhlis abuk-sabuk bir adamdı, ne dediği anlaşılmadığı için her şeyi söyleyebiliyorduk.
s.zengin@zaman.com.tr
H.SALİH ZENGİN
Behiç Pek! İsmini duyunca onu hatırlamayacak insan pek çıkmaz gibi. Gırgır Dergisi’nde yazdığı Muhlis Bey kadar Zalak Mahmut tiplemesinden de tanıyacağınız ünlü çizer, şu an Leman Dergisi bünyesinde çalışmalarını, kendi deyimiyle patates burunlar yaptığı ‘çocukluğunu’ devam ettiriyor.
Çizgilerindeki ince esprilerini hayatına da yansıtan Pek, kendisini çizerden çok yazar olarak görüyor. Mizah dergilerinin okul olmaktan çıktığını belirten ünlü karikatürist “Belden aşağı espri yapmak kolay bir yol. Benim için sahiden espri bulmaya çalışmak daha çekici bir şey.” diyor. Pek, genç karikatüristlerle arayı kapatmak için çok daha fazla çalıştığını da belirtiyor.
Zamanında ‘Samatya’nın yarısını dedeme vermişler, ama almamış’ gibi bir abartılı hikâye sonucu mu bulaştınız mizaha?
(Gülüyor) Karikatürcülüğüm Gırgır dönemiyle başladı. Gırgır demek, mizahın halka açılması demekti. Önceki dönemlerde bu iş biraz da seçkinlere ait gibi bir şeydi. Gırgır’ı Gırgır yapan şey, okuyanların kenar mahallelerden gelen insanlar olmasıydı. Benim ailem işçi ailesi. Babam ben ufakken rahmetli olmuş, hiç tanımadım. Saatçilik yapıyormuş. Ağabeylerimden biri İETT’de çalışır, diğeri balıkçılık yaptı. Gırgır’ın ruhu çekiciydi benim için.
Gırgır’ın kapısına elinizdeki eskizlerle mi dayandınız?
Küçük yaştan beri resim yapmayı seviyordum, bir yandan da mizah okuyucusuydum. Sırf merakla yaptım ilk. ‘Bakalım beğenecekler mi bir götüreyim’ dedim. Oğuz Abi ve Pişmiş Kelle’de beraber çalıştığımız Engin Ergönültaş baktı karikatürlerime. ‘Olabilir, gene gel sen!’ dediler. Sonra yayınlanmaya başladı. Lisedeydim ve ilk defa para verdiler. Karikatürcü olayım diye düşünmüyordum yani. Sonra Güzel Sanatlar’a girdim. Bitiremedim ama. Karikatürü meslek edinince sanki gerekmedi gibi bir şey oldu.
Üniversiteyi don lastiği gibi uzattıkça uzatmak çizerliği besleyen bir şey mi?
Bir yandan da askerliğini ertelemek, gitmemek için yapıyor insan bunu. Aslında diplomamın olması iyiydi; ama baktım ki ben bu işi daha ciddi yapıyorum, çizerliği tercih ettim.
Çocukluğunuz taşlı-sopalı mahalle kavgalarıyla geçmiş. 12 Eylül dönemiyle pişti yapan üniversite hayatınızda bu tecrübeler işe yaramadı mı?
Kavgacı bir insan değilim zaten. Bizim okul göreceli olarak daha sakindi. Kavga olurdu, ama basit geçerdi. Taşlarla, sopalarla kimse kimseyi dövmedim desem yeridir.
Behiç Pek karikatür camiasında ‘Behiç Abi’ olarak anılıyor. Bu abilik pâyesini almak kolay olmasa gerek?
Valla bunun yaşla ilgili olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler) Aslında karikatür, mankenlik gibi, futbolculuk gibi genç yaşta yapılması gereken bir meslek. Ben de daha etkili olan işleri gençken yaptım. Şu an elli yaşındayım.
Siz yeniliği gözeten bir çizersiniz ama...
Evet, bir çaba sarf ediyor insan. Fazla çalışıyorum o arayı kapatabilmek için. Belli bir yaştan sonra insanın zekası yavaşlamaya başlıyor.
Sayfalarca anlatılabilecek bir şeyi tek bir karede anlatabilmek hayata bakışınızda size ne kattı?
Hayata daha yumuşak bakmaya başladım. Bu, yapımla da alakalı. Aslında karikatür biraz saldırgan olmayı da gerektiriyor. Benim yaptığım şey dengede duruyor. Her şeye şaka gibi bakarsanız hiçbir şey batmıyor. Günlük hayatta da böyle. Dışarıdan bakınca ciddi bir adam gibi görünüyorum. Komikliği dışarıda değil kağıt üzerinde yapıyoruz.
Dikkat ediyorum da bütün çizerler gibi içe kapanık ve az konuşan birisiniz. Geriyor muyuz sizi abicim?
Karikatürcüler aslında asık suratlı değil. Dışarıdan öyle görünüyor. Tersine çok eğlenceli şeyler konuşuluyor, burada herkes çocuk gibi. Çocukça bir şey aslında yaptığımız: Büyük burunlu insanlar çizmek falan. Dışarıda tam öyle olamıyorsun. Kendi hesabıma kokarım dışarıda öyle görünmeye... Bu bir savunma. Ben de öyle durarak kendimi kurtarıyorum. Dışarıda kendi gerçek halimle dolaşsam döverler belki de.
İki çocuğunuz var. Karikatür balonlarıyla mı oynuyorlar yoksa kendi balonlarıyla mı?
Küçük yaştan beri içinde oldukları için seviyorlar; ama fazla da ciddiye alırlar mı bilmiyorum. Beni beğeniyor gibiler; ama inanmıyorum çok. İltimas geçiyor olabilirler. (Gülüşmeler)
Sizin gibi hem yazan hem de çizen kişi sayısı az. Hangisi daha baskın sizde?
Kendimi çizer takımına sokmuyorum. Kendi derdimi anlatacak kadar çiziyorum. Yazı daha yakın geliyor.
Nedense belden aşağı ve argo olmadığı müddetçe espri komik sayılmıyor? Sizin çizgiler bu tuzağa neden düşmedi pek, Sayın Pek!
Belden aşağı olunca ilgi çekiyor tabii, ilgi göreceği de kesin. Yasak konular şaşırtıcı oluyor. Bazen onun yerine geçecek laf bulamadığınızdan küfür falan gerekiyor. Ama bu kolay bir yol. Benim için sahiden espri bulmaya çalışmak daha çekici bir şey.
Hayatta gereksiz tarama ve takıntılarınız var mı? Mesela ‘Kahraman Masa Esat’ bant karikatürünüz belki de bir takıntıdır...
Bütün çizerler kendi ruhu gibi oraya yansıyordur. Belki ‘Masa Esat’ bana benziyordur. (Gülüşmeler) Yalnız orada duruyor filan. İnsan kendini öyle hissediyordur. Masa olmadan olmaz bizde. Masa ile bütün gün baş başa olunca akraba gibi oluyorsun.
Rüyada espri görüyor musunuz?
(Gülüyor) Rüyamda espri buluyorum; ama uyanınca onun espri olmadığını anlıyorum. Çok güldüğüm şey, meğer sıradan bir bardakmış. Arada sırada sahici karikatür de bulunuyor tabii.
Eliniz olmasa ne yapardınız?
(Düşünüyor) Onu bilemiyorum. Çok fena bir şey olur herhalde. Allah kimsenin başına vermesin. Çocukluğum futbolla geçti. Mahalle aralarında çok top oynadım. Şimdi ‘boşa geçirdiğim zamanlar’ olarak bakıyorum. Keşke o kadar zaman ayırmasaymışım.
Çizgiden top çeviren futbolcu oluyor da, toptan çizgi çeviren karikatürist neden olmuyor?
(Gülüşmeler) Olabilir tabii ki. Eskiden Gırgır’da herkesi ilgilendiren karikatür yapılıyordu. Futbol sayfası vardı. Magazin de yapılırdı eskiden; ama şimdi dergilerde, televizyonlarda bolca olunca o da yapılmıyor pek. Çok yapılmayan şeyi yapmaya çalışıyoruz.
Behiç Pek gibi bir de Behiç Ak isimli bir çizer var. İsimleri aynı olan ‘ak pa(e)k’ iki çizersiniz. Karıştıran oluyor mu?
Eskiden daha çok karıştırıyorlardı. Gırgır zamanları onun mektupları bana gelirdi, geri ona gönderirdim.
Leman’ın politik bir duruşu var. Bu, sizin o sakin duruşunuz ile zaman zaman çelişiyor mu?
Dergide her türlü insan var, kimsenin kimseden beklentisi yok. Bir arada olunabiliyor yani. Benim katılmadığım şeyler oluyor tabii. Benim çizdiklerime de katılmayan vardır. Çıkan şey, herkesin ortak tavrı değil.
Leman’dan kopan çizer grubuyla görüşüyor musunuz? Şimdi onlar size rakipler…
Öyle bir şey var tabii. Gırgır döneminde Hıbır ekibi çıkmıştı. İster istemez bir rekabet oluyor. Piyasada Penguen ve Leman rakipler. Ama biz çizerler olarak çok değilse bile görüşebiliyoruz. Kavgalı değiliz. Kimseyi rakip olarak görmüyorum. Komikse zevk alıyorum, alıp gülüyorum.
Çizerlikte usta-çırak ilişkisi bitti mi?
Eskiden her şey daha çok ciddiye alınırdı, mizah da. Gırgır Dergisi bir okul gibiydi. Oğuz Aral, çok büyük zamanını çizerlere ayırır, kelime kelime incelerdi. Defalarca elden geçirirdi. Şimdi onu üstlenecek insanlar azaldı. Dergiler öyle bir şey olmaktan çıktı. Öyle bir eğitimi sıkı bir şekilde almak insanların kafasında yok bir kere.
Yıllar sonra Latif Demirci ile çizdiğiniz Muhlis Bey’i albüm olarak yayınladınız. Bugünün gençlerine ne söyler Muhlis Bey?
Daha önceki kolay anlaşılır Muhlis Bey’e bakıyorum da bugünün kimi mizah okuyucusuna çok basit ve ilkel gelecek çok şeyler var. Ufak çocuklar eğleniyorlar şimdi ona bakarken. Gençler ne der bilmiyorum? Onu hatırlamak isteyenler alır diye düşündük.
Muhlis Bey şu an yaşasa yine Fener’i tutar ve Turgut Özal gibi Cumhurbaşkanı Sezer’i sever miydi?
Şimdi ne yapardı? (Düşünüyor) Aramızda da konuştuk Latif’le onu ama iyice içselleştirmek lazım. O zamanlar 12 Eylül dönemi vardı ve her şey yasaktı. Gazete duvarlarında bu konular yazılmayacak diye liste vardı. Muhlis abuk-sabuk bir adamdı, ne dediği anlaşılmadığı için her şeyi söyleyebiliyorduk.
s.zengin@zaman.com.tr
26 Temmuz 2007 Perşembe
Sağlam Kafa'dan alıntı...
“Domateste likopen var alın bol bol yeyin” Bir hafta sonra: “Ver o domatesi geri, bi boka iyi gelmediği anlaşıldı” Hadi bakalım, hangisine inanacan sen?
- Mucize sebze…
- Tart ordan bi kilo.
- Mucize diyet.
- Oh koşayım da yapayım.
- Mucize titrek kemer.
- O halde hemen belime bağlayayım.
- Aklını zkeyim
- Mucize olucak mı oh peki?
Oysa zinde bir vücüt, sağlam bir kafa, ne dakka başı değişen uyduruk gazete ibibiklikleriyle, ne de habire pudralanıp tv den inmeyen ilmi unutmuş şarlatan profesörlerle… anca işin felsefesiyle harmanlanmış dövüş sanatlarıyla mümkündür. Tekme mahiyetinde bir yumruk atarsın, hem zihnen hem bedenen ferahlarsın.
“Mucize” diye lafa girene koy uçan tekmeyi, indir kafayı bak kalori yakma olayında nası önplana çıkıyosun, artı, sen istiyosan gene ye domatesini…
- Mucize sebze…
- Tart ordan bi kilo.
- Mucize diyet.
- Oh koşayım da yapayım.
- Mucize titrek kemer.
- O halde hemen belime bağlayayım.
- Aklını zkeyim
- Mucize olucak mı oh peki?
Oysa zinde bir vücüt, sağlam bir kafa, ne dakka başı değişen uyduruk gazete ibibiklikleriyle, ne de habire pudralanıp tv den inmeyen ilmi unutmuş şarlatan profesörlerle… anca işin felsefesiyle harmanlanmış dövüş sanatlarıyla mümkündür. Tekme mahiyetinde bir yumruk atarsın, hem zihnen hem bedenen ferahlarsın.
“Mucize” diye lafa girene koy uçan tekmeyi, indir kafayı bak kalori yakma olayında nası önplana çıkıyosun, artı, sen istiyosan gene ye domatesini…
Y.Ninja Baturalp Dinçdarı/Ağustos Lmanyak.
21 Temmuz 2007 Cumartesi
Sağlam Kafa
Yüksek Ninja, kıymetli dövüş san'atkârı Baturalp Dinçdarı, tekme mahiyetindeki yumruklarıyla, zinde bir vücüt için, Osman Müftüoğlu'ndan Mehmet Öz'e hiçbir gazete profesörünün bilemeyeceği değerli tavsiyeleriyle ve dövüş olayının felsefesiyle geliyor.
Unutmayınız; "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur"
16 Temmuz 2007 Pazartesi
Orhan Alev'i yitirdik
O, Oğuz Aral'ın efsane dergisi GIRGIR'ın en önemli emekçilerindendi. Kapak esprisi bulurdu, iç sayfa esprilerini bulurdu, esprileri toparlardı, çizgi roman senaryoları yazardı, yapmadığı iş yok gibiydi... Henüz 57 yaşında, erkenden ayrıldı aramızdan...
Haber: mizahhaberblogspot.com
Güle güle abilerin en sessizi.
Bu gürültüde en çok da sessizliğinize hayrandım. Helalleşelim; son olarak sizi langırtta yendiğim için bana kızmamışsınızdır, piştide de siz beni yenerdiniz vaktiynen. Ne ki, geçti işte zaman. Sessiz yerlere gittiniz herhalde, sizin cennetiniz öyle olmalı. Yanınızda büyümek güzeldi, sessizce yine: eyvallah…
Atilla.
Haber: mizahhaberblogspot.com
Güle güle abilerin en sessizi.
Bu gürültüde en çok da sessizliğinize hayrandım. Helalleşelim; son olarak sizi langırtta yendiğim için bana kızmamışsınızdır, piştide de siz beni yenerdiniz vaktiynen. Ne ki, geçti işte zaman. Sessiz yerlere gittiniz herhalde, sizin cennetiniz öyle olmalı. Yanınızda büyümek güzeldi, sessizce yine: eyvallah…
Atilla.
ORHAN ALEV'İN ÖZGEÇMİŞİ
1950 Eskişehir doğumlu olan Orhan Alev'in Gırgır'daki ilk karikatürü 6 Nisan 1975'te çıkmıştı. Bu karikatürden bir süre sonra, 1975'te Gırgır'da çalışmaya başlayan Orhan Alev, bir süre sonra aynı grubun FIRT dergisinde de çalışmalarına devam etti. Gırgır'da çizer olarak başladığı çalışma hayatı espri bulan, derken derginin esprilerini toparlayan, çizgi roman senaryoları yazan bir yazar-çizer olarak sürdü. 1989 yılına kadar GIRGIR ve FIRT'ta, daha sonra AVNİ, DIGIL, HIBIRve FIRFIR dergilerinde çizgi roman senaryoları , güncel- siyasal karikatür esprileri buldu, bir yıla yakın süre hazırladığı AVNİ'DEN HABERLER köşesiyle dergi içerisinde olanları okuyuculara yansıttı...Bir süre televizyon dizi senaryoları üzerinde çalıştı, 2000 yılında çıkan MAD-TÜRKİYE'yi yönetti... Son olarak; 2003 yılında Milliyet Gazetesi'nin çıkardığı KİRPİ Mizah Eki'ni hazırladı... 57 yaşında aramızdan ayrılan Orhan Alev Evli , üç çocuk ve de pek çok gerçekleşmemiş projenin babasıydı...(İlettikleri bilgiler ve arşiv belgeleri için, Zafer Temoçin ve Cihan Demirci'ye teşekkür ediyoruz.)
USTASI OĞUZ ARAL,
ORHAN ALEV İÇİN NELER DEMİŞTİ:
Orhan ALEV, 26 Eylül 1976 tarihli GIRGIR dergisinde, kadronun tanıtıldığı günlerde, ona ayrılan sayfada... Ustası Oğuz ARAL orada onun için şöyle diyor: "Daha birbuçuk yıl önce Orhan'a hocalık ederken şimdi yazıp-çizdiklerinin en hayran okuru ben oldum... Bugün Gırgır'a en şenlikli esprileri , durgun gibi görünen fakat kahkaha attıran çizgileriyle her hafta büyük güç katan Orhan Alev, bizim takımın en suskun adamıdır... Telgraf çeker gibi konuşur. Yani en uzun cümlesi dört kelimeliktir. O da bindebir konuşacağı tutarsa..."
1950 Eskişehir doğumlu olan Orhan Alev'in Gırgır'daki ilk karikatürü 6 Nisan 1975'te çıkmıştı. Bu karikatürden bir süre sonra, 1975'te Gırgır'da çalışmaya başlayan Orhan Alev, bir süre sonra aynı grubun FIRT dergisinde de çalışmalarına devam etti. Gırgır'da çizer olarak başladığı çalışma hayatı espri bulan, derken derginin esprilerini toparlayan, çizgi roman senaryoları yazan bir yazar-çizer olarak sürdü. 1989 yılına kadar GIRGIR ve FIRT'ta, daha sonra AVNİ, DIGIL, HIBIRve FIRFIR dergilerinde çizgi roman senaryoları , güncel- siyasal karikatür esprileri buldu, bir yıla yakın süre hazırladığı AVNİ'DEN HABERLER köşesiyle dergi içerisinde olanları okuyuculara yansıttı...Bir süre televizyon dizi senaryoları üzerinde çalıştı, 2000 yılında çıkan MAD-TÜRKİYE'yi yönetti... Son olarak; 2003 yılında Milliyet Gazetesi'nin çıkardığı KİRPİ Mizah Eki'ni hazırladı... 57 yaşında aramızdan ayrılan Orhan Alev Evli , üç çocuk ve de pek çok gerçekleşmemiş projenin babasıydı...(İlettikleri bilgiler ve arşiv belgeleri için, Zafer Temoçin ve Cihan Demirci'ye teşekkür ediyoruz.)
USTASI OĞUZ ARAL,
ORHAN ALEV İÇİN NELER DEMİŞTİ:
Orhan ALEV, 26 Eylül 1976 tarihli GIRGIR dergisinde, kadronun tanıtıldığı günlerde, ona ayrılan sayfada... Ustası Oğuz ARAL orada onun için şöyle diyor: "Daha birbuçuk yıl önce Orhan'a hocalık ederken şimdi yazıp-çizdiklerinin en hayran okuru ben oldum... Bugün Gırgır'a en şenlikli esprileri , durgun gibi görünen fakat kahkaha attıran çizgileriyle her hafta büyük güç katan Orhan Alev, bizim takımın en suskun adamıdır... Telgraf çeker gibi konuşur. Yani en uzun cümlesi dört kelimeliktir. O da bindebir konuşacağı tutarsa..."
14 Temmuz 2007 Cumartesi
Seçme Sıkılhanlar: Miy Şarkıları
SKLHAN 8 tem 2007
- Alo Sıkılhan annen ben, salı akşamı için bi yere söz verme şirket koromuzun konseri var. Baban ve sana en önden yer ayırttım. Koyu renk kıyafet mecburi, bi de benim solo yaptığım bi yer var orayı kaydetmeni rica ediyorum senden, profilden ama gıdım gözükmiycek, evet…
- Vaay Lıve Earth konseri veriyosunuz haa…
- Yok bizimki şirket marşı gibi bişey. Hani reklamlarda Akbank Miyleri söylüyo ya ondan. Ofisimizin Dünya Başkanı Bokhan Bey yazdı ve besteledi:
- Alo Sıkılhan annen ben, salı akşamı için bi yere söz verme şirket koromuzun konseri var. Baban ve sana en önden yer ayırttım. Koyu renk kıyafet mecburi, bi de benim solo yaptığım bi yer var orayı kaydetmeni rica ediyorum senden, profilden ama gıdım gözükmiycek, evet…
- Vaay Lıve Earth konseri veriyosunuz haa…
- Yok bizimki şirket marşı gibi bişey. Hani reklamlarda Akbank Miyleri söylüyo ya ondan. Ofisimizin Dünya Başkanı Bokhan Bey yazdı ve besteledi:
Ofisim benim şirin ofisim
Klimam kahve otomatım
Hani ya da benim özel otoparkım
Üretir hep personeller
Hakkını verir chief advisörler
Çalışanlar alır bonus
Solitercileri kapıya koruz.
Mesaide kapalıdır msn imiz
Yüzde 4 büyümek hedefimiz.
- Büyüyünce noolucaksınız?
- Mizah bu değil Sıkılhan, reca ederim zevzekleşmeyelim, evet. Şarkının “Solitercileri kapıya koruz” kısmında ben soloya çıkıyorum. Biliyosun soliter, iskambil falı oyunu. Şarkının burasında şirket ruhu için şarkılar söyleyip parende atarak neşe içinde mesai yapmak yerine gizlice soliter oynayan personel eleştiriliyor. Aslında pozisyonum gereği benim “Hakkını verir chief advisörler” kısmını söölemem gerekiyodu ama o satırı türlü ayak oyunlarıyla Hümranur karısı kaptı. Neyse ben de ses etmiyorum, ofis eylülde 78 kişiyi işten çıkarıcak. En başta Hümranur’un adı yazıyo. Hayır bi de yakışsa. “Balıketiyim” diyo ama varil gibi karı. Oynasın bakalım şimdi “canım şirketim” diye göbek atsın, Geo’nun önünde gerdan kırsın, görürüm ben onu eylülde… Masasını toplarken gidip sokucam lafımı: “Benim satırımı kapıp solo söylemek neymiş, gördün mü atık varili” diycem
- Büyüyün artık be.
* * *
- 08.08.08 de naapıcan Sıkılhan…
- 07.07.07 de yaptığımı Bunalgül.
- Naaptın ki, bi party ortamı, yakınlarına küçük hediyeler. Farklı, değişik, rankli, harcamalar, şirin, yeni, tüket?
- 09.09.09 da yapıcaklarımı düşündüm uzun uzun…
- Sen var ya 00.00.00 sın Sıkılhan. Aç da kendi organellerinle dalga geç hayvan! Bol sıfırlı hayvan. Doğala özdeş ayı aroması, sığır şenliği, geleneksel onsekizinci atgötü festivali.
* * *
- Aloğ. Alo Sıkılhan dayın ben dayın, Ömür… Yaa “BBG yeniden başlayacak” deye bi laf dolanıyo bizim burlarda Kemirgenlerin Mehmet Tv de duymuş Fotonların Durmuş’a söylemiş. Yeniden başlıycaksa biz ev ayarlarız onlara onu söyliycektim… Tupleks. Çift tuvalet, şofben var, tüpü balkonda zehirlenme tehlikesi yok yani. Su guyudan geliyor buz gibi. Bahçesinde bostan var, organik tarımlar. Dut ağacında hamak, öyle urgandan yapılma değil, tülden böyle, cıplak yatan olursa galçalarına halat izi çıkmaz yani.Gızlı erkekli yatacak bol bol yer mevcut. Gameraları da yerleştirdim hatta ben. Alo… Ne gülüyosun dürzü. Benim kötü bir niyetim yok, maksat bizim buralar tanınsın, ticaret olsun. Mülkümü kiraya vermek istiyorum ne var? “Rızkın onda dokuzu ticarettendir, ticaret yapınız” buyurulmuştur… Bak hala gülüyo. Bi sürü insan geliyo bi siz gelmediniz lan kızlı erkekli. Bak “Ünlü ziyaretçilerimiz defteri” açtım buraya en son geçen pazar Fıs Fıs İsmailgil geldi “Ömür Ağabey’e sevgi ve dostluğunan gülümseyerek, gerçekten güzel bir mekan” yazdı… Alo… Kapadın mı… Alo… Davut Güloğlu gelecek bak. Katula’yı söylüyordu hani… Şimdi “Yerim seni” yle çıkış yaptı… Alo?
Kişi Başına Bir Yalnız Kitabından Sıdıka Seçmeleri 2
KREDİKARTI MAĞDURESİ
- Yanlış anlamadım di mi anne? Halam Sinop’tan kredikartı yüzünden mi kaçmış? Hayır aslında tuhaf diil tabi, kendisi daha önceden akü suyu, sayısal loto, acur turşusu, Sümer Uygarlığı filan gibi bi çok saçma nedenden dayak yiyip buraya kaçmıştı ama kredi kartı hepten manâsız. Sakın beynine felan darbe almış olmasın enişteden, karıştırıyo heralde..
- Kız ben de öyle dedim. Şetaret Abla dedim, nisbet yapmak için yalan atma, senin okuma yazman kıt, belli bi gelirin felan yok, kredikartın nerden oluyomuş dedim. Meğer eniştenin kredikartı yüzündenmiş. Ayıptır söylemesi, Şetaret Ablam Ziya Enişte’nin kredi kartına s.çmış... Gülme kız, yeminler ediyo, çıkarmış herifin cüzdanından, basbaya pislemiş kartın üstüne...
- Ufuf... Eyvahlar... Eceli gelmiş hala kocasının kredikartına pislermiş. Çok fena dayak yemiştir çok. Peki niyeyapmış bööle bişeyi. Niyçün üstüne şeyedip de kredi kartını mağdur etmiş?
- “Ocağımızı söndürdü o plastik zımbırtı” diyo. Ziya Enişten kullanmayı bilememiş herhal, çok borca batmışlar. O salak enişte de hiç bi boku kullanamaz zaten, üç günde bi arabayı devirir, cep telefonunu kubura düşürür, yok efendim uzaktan kumandanın pilini yutar. Bildiğin meşe odunu işte herif.
- Canım hayatımıza sonradan giren şeylerle herkesin bi problemi oluyo. Öyle hemen kullanmasını öğrenemiyoruz. ATM’den para yatırırken zarfla birlikte başörtünü de makinaya kaptırdığını unutmayalım, ihihi...
- Alay geçme kız anneyle! Arkamdaki herif yüzünden oldu. Adam ensemde soluk alıp veriyodu, şifremi neyimi görücek diye makinaya iyice eğildim, alet başörtümü kaptı. Diyorum sana arkadaki sığır yüzünden. Tamam anladık sıranı bekliyosun ama ne gerek var kıçımın dibinde dikilmeye, az açıkta dur di mi ama. Sen de kalkmış o salak enişteyle beni bir tutuyosun. Yeni teknolojiyle felan ne alakası var canım, tabanca yeni teknoloji mi? Tee Teksas Tommiks zamanından beri var...
- Hiç anlamadım ki. Konu nerden geldi tabancaya filan. Teksas Tommiks nerden çıktı? Sinoplu mu onlar, bizimle bi akrabalıkları mı var? Hehehe... He?
- Bizim tek tuhaf akrabamız sensin Sıdıka. Lafımı kesme, ne diyodum. Akıl başka şey canım eski yeni teknolojiylen felan ilgisi yok. Bu Ziya salağı yeni evliydi daha beline tabancasını yerleştirirken kendini çükünden vurduydu, tabanca yeni teknoloji mi, diil...
- Ahaha soona nooldu peki?
- Sana ne kız adamın orasına soonadan noolduğu?
- Canım hani yani hastane felan... O bakımdan...
- Soona Şetaret Halangili vurdu bu.
- Gene mi yanlışlıkla? Ya hakkaten salağın önde gidip flama sallayanıymış bu Ziya Enişte de haa...
- Yok kız bilerek vurdu Şetaret’i. Dedim ya yeni evlilerdi, bu kendini çükünden yanlışlıkla vurunca, “Bunun edep yeri bir müddet iş göremez, tazecik hanımının gözü dışarı kayar” demesinler diye kaldırıp halana iki kurşun sıktı. Beraberce hastaneye yattılar, ayrılmamış oldular yani. Enişten sekiz ay yattı, Şetaret’de iki yıl sonra çıkabildi hastaneden, kurşunlar yüzünden rahmini aldılar. Sonra “Ziya’nın hanımının çocuğu olmuyo, zürriyetleri kuruycak, hem ne malum ayol kusurun Ziya’da olmadığı, ne de olsa kendini çükünden vurdu, belki de iktidarsız kalmıştır” demesinler diye Zelha diye bi kızı kuma getirdi.
- E yuh yani. Bu Ziya denilen adamın sade kredi kartına diil, her bir tarafına sıvamak lazımmış ha... Tabi sadece onun da diil, işi gücü bırakıp elalemin zürriyeti, taze karısı bilmemnesiyle uğraşıp dedikodu eden ikiyüzlü sevgisiz eşşoğleşşeklerin de.
- Nası konuşuyosun kız sen ööle, eşşoğleşek denmez cemiyete. İstersen Avrupa Birliği Memleketleri’ne git her yerde kaideler aynıdır, kimin kukusu arızalı kimin pipisi zonkluyo, kim çocuk yapmamış, yapmışsa ikincisini ne zaman yapacak, hangi kişi veya kişiler hangileriyle fik fik ediyo, kiminki düzeyli, kimin dötünde ben var, kim karısını, kim kocasını düdüklüyo, kim baldızına işmar ediyo, hangisi çette sanal orospuluk ediyo, kompüterden fuhuş yapıyo...
- Eşşoğleşekliğin meridyeni paraleli farketmez, gezegende henüz insanlığını tamamlamamış kaç beyinsiz yaratık varsa işte...
- Neyse canım... Yarası olan gocunsun, di mi ama... Hayır, ben ağzını bozuyosun diye kızıyorum. Kızacağına ibret al da enişten gibi bi salağa düşme işte. Hep söylüyorum kocan esnaf olsun, merkezi bi yerde en aşşa yetmişbeş metrekare tükkanı olsun. O zaman ööle kredi kartı borcuyla felan uğraşmazsınız. Doğrur iki çocuk at önüne, akşam da aç maç kanalını, birayla fıstığı daya herife, picamasının ayıp yerlerini kaşıya kaşıya uyur gider. Belli bi aile düzenin olur işte, cemiyet uğraşmaz o zaman senlen.
- Budur diyosun, bravo diyorum. “Kendi düşen ağlamaz ozaman” cümlesini de ekliyorum. Nice mutsuz yıllara. Neyse ben gidip buzdolabına giricem, bi müddet kapağını açmayın da donıyım. “Cemiyet” dediğin tutuk zekâlı, iki yüzlü ve kötü kalpli kişiler platformu gelişimini tamamlayınca, buzlarımı çözüp yeniden yaşamaya başlıycam...
- Bana bak kız, o buzun sivri tarafını böğrüne böğrüne sokarım kaltak. Çok biliyosun sen, çok gelişmişsin sen, ukalâ cadaloz. Valla vurdum mu uyuştururum, ahirete kadar uyanamazsın. O salak halana da sööliycem zaten, zırt pırt kaçıp buraya geliyo, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürüyo, gelinlik kızın fikrini bozuyo. Gitsin evinde kocasından yesin dayağını otursun. Herkesin aile şeysi ayrı canım...
- Haa bi de bu var işte, ezilen karıları en çok yine kendileri satıyo bu alemde. “Töre” diye oğlunun eline silah verip kızını öldürtenler, zürriyet kumalarına çöpçatanlık edenler, çükünde tabancayla dolaşıp efelensin diye evlat yetiştirenler. Hemcinsine “Dayak yemişse, kaşınmıştır” diyen medya folloşları...
- Sen fazla oldun artık Sıdıka. Dayak diye dırım dırım dırlanıyosun. Bak sana söyledim, ben o salak enişteye benzemem modern teknolojiyi gayet iyi ve yerinde kullanırım. Bu aleti kapkaççılara karşı felan aldıydım ama kısmet sanaymış... Al bakalım cozdadanak...
- Aııh bu ne be anne bu şey çarpıyo...
- Her moku biliyosun, bunu da bilsen ya! Karaköy Yeraltı Geçiti’nden şok cihazı aldık Goncagül Teyzenle, çanta felan kapmaya kalkışan olursa değdiriveriyosun. Nah işte bööle... Al.. Kaçma kız... Gel gel... Terliğe benzemiyo di mi bu, titreme kız annenin karşısında, dönderme gözlerini....
- Yanlış anlamadım di mi anne? Halam Sinop’tan kredikartı yüzünden mi kaçmış? Hayır aslında tuhaf diil tabi, kendisi daha önceden akü suyu, sayısal loto, acur turşusu, Sümer Uygarlığı filan gibi bi çok saçma nedenden dayak yiyip buraya kaçmıştı ama kredi kartı hepten manâsız. Sakın beynine felan darbe almış olmasın enişteden, karıştırıyo heralde..
- Kız ben de öyle dedim. Şetaret Abla dedim, nisbet yapmak için yalan atma, senin okuma yazman kıt, belli bi gelirin felan yok, kredikartın nerden oluyomuş dedim. Meğer eniştenin kredikartı yüzündenmiş. Ayıptır söylemesi, Şetaret Ablam Ziya Enişte’nin kredi kartına s.çmış... Gülme kız, yeminler ediyo, çıkarmış herifin cüzdanından, basbaya pislemiş kartın üstüne...
- Ufuf... Eyvahlar... Eceli gelmiş hala kocasının kredikartına pislermiş. Çok fena dayak yemiştir çok. Peki niyeyapmış bööle bişeyi. Niyçün üstüne şeyedip de kredi kartını mağdur etmiş?
- “Ocağımızı söndürdü o plastik zımbırtı” diyo. Ziya Enişten kullanmayı bilememiş herhal, çok borca batmışlar. O salak enişte de hiç bi boku kullanamaz zaten, üç günde bi arabayı devirir, cep telefonunu kubura düşürür, yok efendim uzaktan kumandanın pilini yutar. Bildiğin meşe odunu işte herif.
- Canım hayatımıza sonradan giren şeylerle herkesin bi problemi oluyo. Öyle hemen kullanmasını öğrenemiyoruz. ATM’den para yatırırken zarfla birlikte başörtünü de makinaya kaptırdığını unutmayalım, ihihi...
- Alay geçme kız anneyle! Arkamdaki herif yüzünden oldu. Adam ensemde soluk alıp veriyodu, şifremi neyimi görücek diye makinaya iyice eğildim, alet başörtümü kaptı. Diyorum sana arkadaki sığır yüzünden. Tamam anladık sıranı bekliyosun ama ne gerek var kıçımın dibinde dikilmeye, az açıkta dur di mi ama. Sen de kalkmış o salak enişteyle beni bir tutuyosun. Yeni teknolojiyle felan ne alakası var canım, tabanca yeni teknoloji mi? Tee Teksas Tommiks zamanından beri var...
- Hiç anlamadım ki. Konu nerden geldi tabancaya filan. Teksas Tommiks nerden çıktı? Sinoplu mu onlar, bizimle bi akrabalıkları mı var? Hehehe... He?
- Bizim tek tuhaf akrabamız sensin Sıdıka. Lafımı kesme, ne diyodum. Akıl başka şey canım eski yeni teknolojiylen felan ilgisi yok. Bu Ziya salağı yeni evliydi daha beline tabancasını yerleştirirken kendini çükünden vurduydu, tabanca yeni teknoloji mi, diil...
- Ahaha soona nooldu peki?
- Sana ne kız adamın orasına soonadan noolduğu?
- Canım hani yani hastane felan... O bakımdan...
- Soona Şetaret Halangili vurdu bu.
- Gene mi yanlışlıkla? Ya hakkaten salağın önde gidip flama sallayanıymış bu Ziya Enişte de haa...
- Yok kız bilerek vurdu Şetaret’i. Dedim ya yeni evlilerdi, bu kendini çükünden yanlışlıkla vurunca, “Bunun edep yeri bir müddet iş göremez, tazecik hanımının gözü dışarı kayar” demesinler diye kaldırıp halana iki kurşun sıktı. Beraberce hastaneye yattılar, ayrılmamış oldular yani. Enişten sekiz ay yattı, Şetaret’de iki yıl sonra çıkabildi hastaneden, kurşunlar yüzünden rahmini aldılar. Sonra “Ziya’nın hanımının çocuğu olmuyo, zürriyetleri kuruycak, hem ne malum ayol kusurun Ziya’da olmadığı, ne de olsa kendini çükünden vurdu, belki de iktidarsız kalmıştır” demesinler diye Zelha diye bi kızı kuma getirdi.
- E yuh yani. Bu Ziya denilen adamın sade kredi kartına diil, her bir tarafına sıvamak lazımmış ha... Tabi sadece onun da diil, işi gücü bırakıp elalemin zürriyeti, taze karısı bilmemnesiyle uğraşıp dedikodu eden ikiyüzlü sevgisiz eşşoğleşşeklerin de.
- Nası konuşuyosun kız sen ööle, eşşoğleşek denmez cemiyete. İstersen Avrupa Birliği Memleketleri’ne git her yerde kaideler aynıdır, kimin kukusu arızalı kimin pipisi zonkluyo, kim çocuk yapmamış, yapmışsa ikincisini ne zaman yapacak, hangi kişi veya kişiler hangileriyle fik fik ediyo, kiminki düzeyli, kimin dötünde ben var, kim karısını, kim kocasını düdüklüyo, kim baldızına işmar ediyo, hangisi çette sanal orospuluk ediyo, kompüterden fuhuş yapıyo...
- Eşşoğleşekliğin meridyeni paraleli farketmez, gezegende henüz insanlığını tamamlamamış kaç beyinsiz yaratık varsa işte...
- Neyse canım... Yarası olan gocunsun, di mi ama... Hayır, ben ağzını bozuyosun diye kızıyorum. Kızacağına ibret al da enişten gibi bi salağa düşme işte. Hep söylüyorum kocan esnaf olsun, merkezi bi yerde en aşşa yetmişbeş metrekare tükkanı olsun. O zaman ööle kredi kartı borcuyla felan uğraşmazsınız. Doğrur iki çocuk at önüne, akşam da aç maç kanalını, birayla fıstığı daya herife, picamasının ayıp yerlerini kaşıya kaşıya uyur gider. Belli bi aile düzenin olur işte, cemiyet uğraşmaz o zaman senlen.
- Budur diyosun, bravo diyorum. “Kendi düşen ağlamaz ozaman” cümlesini de ekliyorum. Nice mutsuz yıllara. Neyse ben gidip buzdolabına giricem, bi müddet kapağını açmayın da donıyım. “Cemiyet” dediğin tutuk zekâlı, iki yüzlü ve kötü kalpli kişiler platformu gelişimini tamamlayınca, buzlarımı çözüp yeniden yaşamaya başlıycam...
- Bana bak kız, o buzun sivri tarafını böğrüne böğrüne sokarım kaltak. Çok biliyosun sen, çok gelişmişsin sen, ukalâ cadaloz. Valla vurdum mu uyuştururum, ahirete kadar uyanamazsın. O salak halana da sööliycem zaten, zırt pırt kaçıp buraya geliyo, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürüyo, gelinlik kızın fikrini bozuyo. Gitsin evinde kocasından yesin dayağını otursun. Herkesin aile şeysi ayrı canım...
- Haa bi de bu var işte, ezilen karıları en çok yine kendileri satıyo bu alemde. “Töre” diye oğlunun eline silah verip kızını öldürtenler, zürriyet kumalarına çöpçatanlık edenler, çükünde tabancayla dolaşıp efelensin diye evlat yetiştirenler. Hemcinsine “Dayak yemişse, kaşınmıştır” diyen medya folloşları...
- Sen fazla oldun artık Sıdıka. Dayak diye dırım dırım dırlanıyosun. Bak sana söyledim, ben o salak enişteye benzemem modern teknolojiyi gayet iyi ve yerinde kullanırım. Bu aleti kapkaççılara karşı felan aldıydım ama kısmet sanaymış... Al bakalım cozdadanak...
- Aııh bu ne be anne bu şey çarpıyo...
- Her moku biliyosun, bunu da bilsen ya! Karaköy Yeraltı Geçiti’nden şok cihazı aldık Goncagül Teyzenle, çanta felan kapmaya kalkışan olursa değdiriveriyosun. Nah işte bööle... Al.. Kaçma kız... Gel gel... Terliğe benzemiyo di mi bu, titreme kız annenin karşısında, dönderme gözlerini....
Kişi Başına Bir Yalnız Kitabından Sıdıka Seçmeleri 1
MARDUK SIDIKASI
- Kız Sıdıka, “Marduk gelicek” diyolar. Ortalığın tozunu al, mutfağı topla... Ööle dandini bostan yakalanmayalım, laf olur elalemin şeysine karşı... Şeysi... Sahi lan Sıdıka, sen bilirsin kim bu Marduk?
- 3600 yılda bir dünyadan görülen bir gökcismi anne, ayrıyetten eski Mısır’da bir tanrı.
- Bana bak yırtarım ağzını sağdan sola. Çapraz bulmaca gibi konuşmasana kız anneyle, insan gibi bi soru sorduk.
- Bu çok ciddi bi konu olabilir anne... Tee Sümerler’e kadar dayanıyo. Tam kesin olmamakla beraber bazı astronomlara göre Marduk adındaki gezegen tam 23 Aralık 2012 yılında bizim gezegene çok yakın bir geçiş yapıcak. Çekim gücü nedeniyle bir çok deprem, tusunamii ve...
- Ağzını hayıra dötünü bayıra aç kız! Tamam kapanmıştır Marduk mevzuu. Hâşa huzurdan kıyamet gününü sen ben nerden bilicez? Karıya toz al dedik, “Kıyamet kopucak” diye bahane uydurdu, iyi mi?
- İyi de anne çok ufak bi olasılık bile olsa ya gerçekse... Niye geriye kalan sekiz yılımızı toz alıp hoşur hoşur halı silerek geçirelim ki. Sen mesela, “Yarın kıyamet ortasından kopucak” deseler, en çok ne yapmak isterdin?
- Mürüvetini görmek istiyorum Sıdıka. Ana dediğin başka ne ister. İçkisi kumarı olmayan bi koca, iki de çocuk yapın, ööle tombalak tombalak koşuşsunlar evin içinde... Bir an evvel kur yuvanı yavrum, bak ben bugün varım yarın yokum.
- Yarın hiçbirimiz olmıycaz belki. Onu anlatmaya çalışıyorum. Sen de kalkmış “üreyiniz” diye komut veriyosun...
- Kız manyak daha sekiz yıl var dedin ya. Üç yaş koysan araya Mardukgil geldiğinde büyük çocuk üçe geçmiş olur, ufağı da çişini kakasını söylemeye başlar.
- Kıyamet günü kakasını söyleyip naapcak çocuk yaa...
- Sana çekerse kıyamete kadar söylemez tabi. Marduk dibine düşer. Altı yaşındayken bile yatağına naylon seriyodum ben senin, kaç kere kukuna çakmak tuttum bana mısın demedi, çişli kaltak noolucak!
- Sen anlamadın galiba anne, çakmak falan diil o gün herkesin orasına burasına kızgın lavlar püskürebilir. Ne diyorum sana o gezegen bizimkinin beş katıymış. Çarpışırsa ya da çekimine kapılırsak taş üstünde taş kalmıycak.
- Amerika düşünmüştür kız onu. Çarparlarsa bile kaskosu felan vardır bizim gezegenin.
- Vaktiyle istediğimde bana bi teleskop alsaydınız (bkz: Sıdıka-Öpücük Balığı- Fabrıga-sf 18 Evrenin Sırları) şu an konuyla ilgili bi çok gözlem yapmış olurdum... Ama nooldu, teleskop istedim diye kafama terlik yedim.
- Ya olduydu öyle şeyler bi tarihte... (Çot)
- Aha... Nooluyo ya? Ayıp artık ama anne be. Hadi eskiden ufaktım teleskoptan periskopa her şeyi bahane edip kafama terlik ekleştiriyodun ama kocaman bi insanım artık...
- Ben o terliği şimdi atmadım ki Sıdıka, tee o teleskopu istediğin zaman fırlattıydım. Beş altı yılda bi geri gelip tekrar yörüngene giriyo senin. (Çat) Al bak bu da 1989 yılında attığım bir başka terlik... (Çot) 91’deki güzel bir atışım... (Çot çot) Aynı yıl fırlattığım ikili bir çalışma, çifte terlik... Bu ise bir başka (çot)...
* * *
- Sıdıka kız... Alo, duymuyo musun, Samim ben. Gözün açılmıyo galiba annem fena girişmiş, duyuyosan elini kaldır... Kızım, böyle şeyleri bana söylesene, derhal zzna sıçıyım o çocukların.
- Hın? Hangi be abi? Ne çocukları?
- Mardukbeyli bi grup çocuk sana laf atmış felan... Ya da çocuğun adı Mahmut’muş ben tam bilemiyorum şimdi, annem karışık anlattı. Mahmut’la görümcesi...
- Yörünge...
- Neyse işte... Öyle laf atan falan olursa direk bana gel. Mevzuuyu anneme açarsan bi de ondan fırça yersin işte böyle. Geliceksin, “böyleyken böyle” diyceksin, dakkasında adam toplayıp linç edicez lavukları. Bak kızım şunu aklına sok, burası bizim tamam mı? Öyle dışarlardan gelip bacımıza, efendime söyliyim bi takım mukaddes değerlerimize laf eden biter. Burda laf atılmaz, bildiri dağıtılmaz. Mardukbey Minibüsü’yle gelirler, tabuta pinip geri dönerler. Olay bu, anlamayana anlatırız. Sahipsiz diil buralar Sıdıka...
- Allahım çarpsın yaa... Çarpsın, bitsin...
- Kız Sıdıka, “Marduk gelicek” diyolar. Ortalığın tozunu al, mutfağı topla... Ööle dandini bostan yakalanmayalım, laf olur elalemin şeysine karşı... Şeysi... Sahi lan Sıdıka, sen bilirsin kim bu Marduk?
- 3600 yılda bir dünyadan görülen bir gökcismi anne, ayrıyetten eski Mısır’da bir tanrı.
- Bana bak yırtarım ağzını sağdan sola. Çapraz bulmaca gibi konuşmasana kız anneyle, insan gibi bi soru sorduk.
- Bu çok ciddi bi konu olabilir anne... Tee Sümerler’e kadar dayanıyo. Tam kesin olmamakla beraber bazı astronomlara göre Marduk adındaki gezegen tam 23 Aralık 2012 yılında bizim gezegene çok yakın bir geçiş yapıcak. Çekim gücü nedeniyle bir çok deprem, tusunamii ve...
- Ağzını hayıra dötünü bayıra aç kız! Tamam kapanmıştır Marduk mevzuu. Hâşa huzurdan kıyamet gününü sen ben nerden bilicez? Karıya toz al dedik, “Kıyamet kopucak” diye bahane uydurdu, iyi mi?
- İyi de anne çok ufak bi olasılık bile olsa ya gerçekse... Niye geriye kalan sekiz yılımızı toz alıp hoşur hoşur halı silerek geçirelim ki. Sen mesela, “Yarın kıyamet ortasından kopucak” deseler, en çok ne yapmak isterdin?
- Mürüvetini görmek istiyorum Sıdıka. Ana dediğin başka ne ister. İçkisi kumarı olmayan bi koca, iki de çocuk yapın, ööle tombalak tombalak koşuşsunlar evin içinde... Bir an evvel kur yuvanı yavrum, bak ben bugün varım yarın yokum.
- Yarın hiçbirimiz olmıycaz belki. Onu anlatmaya çalışıyorum. Sen de kalkmış “üreyiniz” diye komut veriyosun...
- Kız manyak daha sekiz yıl var dedin ya. Üç yaş koysan araya Mardukgil geldiğinde büyük çocuk üçe geçmiş olur, ufağı da çişini kakasını söylemeye başlar.
- Kıyamet günü kakasını söyleyip naapcak çocuk yaa...
- Sana çekerse kıyamete kadar söylemez tabi. Marduk dibine düşer. Altı yaşındayken bile yatağına naylon seriyodum ben senin, kaç kere kukuna çakmak tuttum bana mısın demedi, çişli kaltak noolucak!
- Sen anlamadın galiba anne, çakmak falan diil o gün herkesin orasına burasına kızgın lavlar püskürebilir. Ne diyorum sana o gezegen bizimkinin beş katıymış. Çarpışırsa ya da çekimine kapılırsak taş üstünde taş kalmıycak.
- Amerika düşünmüştür kız onu. Çarparlarsa bile kaskosu felan vardır bizim gezegenin.
- Vaktiyle istediğimde bana bi teleskop alsaydınız (bkz: Sıdıka-Öpücük Balığı- Fabrıga-sf 18 Evrenin Sırları) şu an konuyla ilgili bi çok gözlem yapmış olurdum... Ama nooldu, teleskop istedim diye kafama terlik yedim.
- Ya olduydu öyle şeyler bi tarihte... (Çot)
- Aha... Nooluyo ya? Ayıp artık ama anne be. Hadi eskiden ufaktım teleskoptan periskopa her şeyi bahane edip kafama terlik ekleştiriyodun ama kocaman bi insanım artık...
- Ben o terliği şimdi atmadım ki Sıdıka, tee o teleskopu istediğin zaman fırlattıydım. Beş altı yılda bi geri gelip tekrar yörüngene giriyo senin. (Çat) Al bak bu da 1989 yılında attığım bir başka terlik... (Çot) 91’deki güzel bir atışım... (Çot çot) Aynı yıl fırlattığım ikili bir çalışma, çifte terlik... Bu ise bir başka (çot)...
* * *
- Sıdıka kız... Alo, duymuyo musun, Samim ben. Gözün açılmıyo galiba annem fena girişmiş, duyuyosan elini kaldır... Kızım, böyle şeyleri bana söylesene, derhal zzna sıçıyım o çocukların.
- Hın? Hangi be abi? Ne çocukları?
- Mardukbeyli bi grup çocuk sana laf atmış felan... Ya da çocuğun adı Mahmut’muş ben tam bilemiyorum şimdi, annem karışık anlattı. Mahmut’la görümcesi...
- Yörünge...
- Neyse işte... Öyle laf atan falan olursa direk bana gel. Mevzuuyu anneme açarsan bi de ondan fırça yersin işte böyle. Geliceksin, “böyleyken böyle” diyceksin, dakkasında adam toplayıp linç edicez lavukları. Bak kızım şunu aklına sok, burası bizim tamam mı? Öyle dışarlardan gelip bacımıza, efendime söyliyim bi takım mukaddes değerlerimize laf eden biter. Burda laf atılmaz, bildiri dağıtılmaz. Mardukbey Minibüsü’yle gelirler, tabuta pinip geri dönerler. Olay bu, anlamayana anlatırız. Sahipsiz diil buralar Sıdıka...
- Allahım çarpsın yaa... Çarpsın, bitsin...
13 Temmuz 2007 Cuma
Seçme Sıkılhanlar: Mehmet Öz Demiş ki...
SKLHAN 25 Haz 07
- Alo Sıkılhan, annen ben çocuğum evet. Tumbekli’ye bağlı Aşağıhındır Köyü’ndeyiz.
- Resort- beach felan derken tatil için bir mezraya mı gittiniz, şahane, ehe…
- Hep o salak baban yüzünden. Seçim öncesi nabız yoklamak için Anadolu’ya inen gazetecilere özendi. Ne güzel Göltürkbükü Emiciler Beach’e doğru yol alıyorduk. Nerden aklına estiyse baban benzincide pompa tutan herife “Eee kime oy vericeksin bakalım dayı” diye sordu. Lan sen Serdar Turgut musun, Ahmet Hakan mısın Oray Eğin misin sana ne? Herif de başladı anlatmaya tabi. Laf lafı açtı pompacı bizi yakınlardaki köyüne götürdü. Baban bir süre köy meydanında toplanan köylünün dertlerini dinleyip nabzını tuttu, kuyu kebabı, talaş böreği, acur tuşusu ile peşmelba yedi, ayran ve demirhindi şerbeti içti…
- Orff… İnsan bize de biraz nabız tutar oralardan, ehehe…
- Komik değil Sıkılhan, mizah bu değil çocuğum. Durum gayet acıklı. Baban mide fesadı olunca o gece muhtarın evinde yattık. Sabah bi kalktım beyefendi yok ortada. Muhtarın motosikletine atlayıp civar köylere nabız yoklamaya gitmişler. En son Gavurun Bağı diye biyerden aradı, mangal yapıp küp gibi içmişler “Mazot yedmişbeşyenikuuş olacak Gülüsarh” deyip kapadı. Niçün gülüyorsun anlamıyorum ki Sıkılhan, gülmemelisin, evet. Bu arada muhtarın karısı Dursune Bibi’den bana halı satmasını istedim kadın bana halıyı bedava vermekte ısrar ediyor. Niçin karşılıksız böyle bir iyilik yapmaya kalkışıyor anlamış değilim. Atmışyedi yaşında olmasa “lezbiyence bi çıkarı var” diycem. Ya da seri katil olmasın bunlar. Benzincide kandırdıkları kurbanları testere ikilerle, testere üçlerle cayır cayır kesiyo olabilirler. Gülme diyorum Sıkılhan, evet. Hayır gülmemelisin. Reca ederim babanın üzerine bi de sen sinirimi bozma, tüy dikici krem sürmüş gibi… Gülme!
* * *
- Allo, Sıkıl naaber Bunalgül ban. Baksana sana bişey sorucam ama lütfan hemen martı yutmuş gibi gülmeye başlama. Sence Prof Doktor Mehmet Öz, “Hanımlar basen bölgelerinizi zayıflatmak için, aklınıza yemek geldikçe partnerinizin cinsel organını avcunuza alın, iki avuç” demiş olabilir mi?
- Huhahaha…Kreraa, krreeaaa…
- Evet buradan da anlıyoruz ki adamcağız ööle bişe dememiş. Sunder Büzge’yi kandırmış, kıza sinemada Death Proof filmini seyrederken pipisini tutturmuş…Normal ama o kadar çok laf dolaşıyo ki etrafta. Yok efandım “Mehmet Öz ‘Yemeklerden önce bir avuç fındık yiyin kilo verin’ dedi” Vay efendim “Prof Dr Mehmet Öz dün gece Ali Kırca’da söylemiş, sabahları üçer santim keçi boynuzu ve ikişer adet it üzümü yenirse karın bölgesindeki yağlanma azalırmış…Herkes “Mehmet Öz” dedi diye uydurup manyak manyak hareketler yapıyo. Kanyon Alışveriş Merkezi’nin ortasında “Secret’te yazıyomuş, Mehmet Öz söylemiş hadi camdan atla, oppacık” diye bağırsam enaz yetmişbeş salak karı camdan atlar, o şekil yani…
- İyi de harbiden sööledi Mehmet Bey ben duydum yani…
- Neyi duydun?
- İki avuç…
- Terbiyesizsin Sıkılhan. İçinde cilt cilt hayvanlar ansiklopedisi dolaşıyo senin!
* * *
- Sıkılhan naaber aslan komplesi, dayın ben dayın… Ömür… Yahu özlettiniz kendinizi be…
- “Kendinizi” derken…
- Sen ve kız arkadaşların. Bizim buraya mezbahaya gelsenize bi grup toplanıp…
- Mezbaha mı? Hepten Tarantinoesk fantaziler kurmaya başladın be dayı… - Oğlum mezbahanın soğukhava deposu var lan. Mis gibi. Cehennem sıcakları memleketi kavururken hangi kız böyle bir atmosfere hayır der. Anahtar bende müzik sistemini ayarladım, biraları şimdiden içeri koydum, kazağınızı kaşkolunuzu felan alın gelin. İçerisi eksi on derece. Müzik dinlenir alkol alınır belli bi saate çiftler et yığınlarının arasına çekilip serin serin başbaşa kalırlar. Ayrıca mandra yoğurdu, halis tereyağ, uykuluk… alo… Kapadın mı lan şuursuz. Alo… Aklınızı sıcak çarptı dey mi, bööle teklife burun kıvırlır mı?
- Alo Sıkılhan, annen ben çocuğum evet. Tumbekli’ye bağlı Aşağıhındır Köyü’ndeyiz.
- Resort- beach felan derken tatil için bir mezraya mı gittiniz, şahane, ehe…
- Hep o salak baban yüzünden. Seçim öncesi nabız yoklamak için Anadolu’ya inen gazetecilere özendi. Ne güzel Göltürkbükü Emiciler Beach’e doğru yol alıyorduk. Nerden aklına estiyse baban benzincide pompa tutan herife “Eee kime oy vericeksin bakalım dayı” diye sordu. Lan sen Serdar Turgut musun, Ahmet Hakan mısın Oray Eğin misin sana ne? Herif de başladı anlatmaya tabi. Laf lafı açtı pompacı bizi yakınlardaki köyüne götürdü. Baban bir süre köy meydanında toplanan köylünün dertlerini dinleyip nabzını tuttu, kuyu kebabı, talaş böreği, acur tuşusu ile peşmelba yedi, ayran ve demirhindi şerbeti içti…
- Orff… İnsan bize de biraz nabız tutar oralardan, ehehe…
- Komik değil Sıkılhan, mizah bu değil çocuğum. Durum gayet acıklı. Baban mide fesadı olunca o gece muhtarın evinde yattık. Sabah bi kalktım beyefendi yok ortada. Muhtarın motosikletine atlayıp civar köylere nabız yoklamaya gitmişler. En son Gavurun Bağı diye biyerden aradı, mangal yapıp küp gibi içmişler “Mazot yedmişbeşyenikuuş olacak Gülüsarh” deyip kapadı. Niçün gülüyorsun anlamıyorum ki Sıkılhan, gülmemelisin, evet. Bu arada muhtarın karısı Dursune Bibi’den bana halı satmasını istedim kadın bana halıyı bedava vermekte ısrar ediyor. Niçin karşılıksız böyle bir iyilik yapmaya kalkışıyor anlamış değilim. Atmışyedi yaşında olmasa “lezbiyence bi çıkarı var” diycem. Ya da seri katil olmasın bunlar. Benzincide kandırdıkları kurbanları testere ikilerle, testere üçlerle cayır cayır kesiyo olabilirler. Gülme diyorum Sıkılhan, evet. Hayır gülmemelisin. Reca ederim babanın üzerine bi de sen sinirimi bozma, tüy dikici krem sürmüş gibi… Gülme!
* * *
- Allo, Sıkıl naaber Bunalgül ban. Baksana sana bişey sorucam ama lütfan hemen martı yutmuş gibi gülmeye başlama. Sence Prof Doktor Mehmet Öz, “Hanımlar basen bölgelerinizi zayıflatmak için, aklınıza yemek geldikçe partnerinizin cinsel organını avcunuza alın, iki avuç” demiş olabilir mi?
- Huhahaha…Kreraa, krreeaaa…
- Evet buradan da anlıyoruz ki adamcağız ööle bişe dememiş. Sunder Büzge’yi kandırmış, kıza sinemada Death Proof filmini seyrederken pipisini tutturmuş…Normal ama o kadar çok laf dolaşıyo ki etrafta. Yok efandım “Mehmet Öz ‘Yemeklerden önce bir avuç fındık yiyin kilo verin’ dedi” Vay efendim “Prof Dr Mehmet Öz dün gece Ali Kırca’da söylemiş, sabahları üçer santim keçi boynuzu ve ikişer adet it üzümü yenirse karın bölgesindeki yağlanma azalırmış…Herkes “Mehmet Öz” dedi diye uydurup manyak manyak hareketler yapıyo. Kanyon Alışveriş Merkezi’nin ortasında “Secret’te yazıyomuş, Mehmet Öz söylemiş hadi camdan atla, oppacık” diye bağırsam enaz yetmişbeş salak karı camdan atlar, o şekil yani…
- İyi de harbiden sööledi Mehmet Bey ben duydum yani…
- Neyi duydun?
- İki avuç…
- Terbiyesizsin Sıkılhan. İçinde cilt cilt hayvanlar ansiklopedisi dolaşıyo senin!
* * *
- Sıkılhan naaber aslan komplesi, dayın ben dayın… Ömür… Yahu özlettiniz kendinizi be…
- “Kendinizi” derken…
- Sen ve kız arkadaşların. Bizim buraya mezbahaya gelsenize bi grup toplanıp…
- Mezbaha mı? Hepten Tarantinoesk fantaziler kurmaya başladın be dayı… - Oğlum mezbahanın soğukhava deposu var lan. Mis gibi. Cehennem sıcakları memleketi kavururken hangi kız böyle bir atmosfere hayır der. Anahtar bende müzik sistemini ayarladım, biraları şimdiden içeri koydum, kazağınızı kaşkolunuzu felan alın gelin. İçerisi eksi on derece. Müzik dinlenir alkol alınır belli bi saate çiftler et yığınlarının arasına çekilip serin serin başbaşa kalırlar. Ayrıca mandra yoğurdu, halis tereyağ, uykuluk… alo… Kapadın mı lan şuursuz. Alo… Aklınızı sıcak çarptı dey mi, bööle teklife burun kıvırlır mı?
Seçme Sıkılhanlar: Secret Öğretisi
SIKILHAN 4 Haz 2007
- Alo? Efendim Sıkılhan, benden bir şey mi istedin? Gün içerisinde beni yaklaşık on onbeş kez arayıp hatrımı sorman “Bunalgül, iyisin değil mi, çöpü dışarı çıkarayım mı, sana tektaş pırlanta almamı ister misin, istemiyorum pilav yapmanı” gibi şeyler söylemen ne hoş…
- Bir; şu an beni arayan sensin, iki, demedim öyle şeyler, üç yerim dar…
- Henüz demedin ama diycaksın Sıkılhan. Çünkü ben evrene bu şekilde olumlu sinyaller yolluyorum. Eninde sonunda olucak. “Secret Öğretisi” diye bişe var, haberin yok tebi senin. Çok satan bi kitap hazretleri kendisi, listeler başı. “Olumlu şeylerden istersen, bi çok tekrar edersen, evren onları sana verer” şeklinde şeyler yazıyo. Kozmik felan. Ama olumsuz şeyler düşünürsen de, negatifler yani, onları başına çekersin, dalga boyu olaraktan.
- Biliyorum geçengün Kanyon’daki DienAr’da son kalan Secret Kitabı için dört tane röfle saçlı karı birbirlerini cırmakladılar…
- Hayır efendim, cırmaklamadılar. Sen olumsuz cırmaklama sinyalleri yolluyosun. Evren senin gibi ilk insanların kötü kozmiklerini dikkate almaz bi kere, boşuna uğraşma. Olay şööle oluyo: Mesela sen içinden hergün kırkbeşkere “Piyedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım” diye bişe geçirdin, bu şekilde bi sinyal gönderdin diyelim… Piyedra Irmağı nerdedir bilmiyor olsan bile çok istediğin için ırmak bi saatte gelip “horş” diye ordan akmaya başlıyo, sen de kenarında oturup ağlıyosun.
- "Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun!" Mevlana, Kanyon Alışveriş Merkezi yokken, yerinde Ayamama Deresi akıyor, kenarında mal davar su içiyor, marul ve hıyar tarlaları sıralanıyorken, çok önce söylemiş bu lafı…
- Ben söölememiş demiyorum kiğ, Akile Teyzem de söölerdi bööle şeyler. Ama şimdi Windovs 98 le Vista bir mi? Herşeyin yeni bi versiyonu yok mu? Alo.. Alo… Hissediyorum Sıkılhan, kapatmam için sinyaller gönderiyosun evrene… Kozmik çıban, hayvanlar aleminin vitrin adayı…
* * *
- Selamınaleyküm Sıkılhan Kardeş, Hırgürkan ben, Ağrı Dağı’na gidiyorum, Nuh’un Gemisi olayına. Girinpiizler orda gemi yaptırdı biliyosun, küresel ısınmaya dikkat çekme hesabı. Biri eskort üç cip gidiyoruz, yer var, gel gezelim.
- Vay be hocam, Greenpeace haa, tebrik ederim…
- Yanlış anlama, Girinpiizlerle tek çatı altında değilim. Hırgürkan Yırtıcı’yı tanırsın, Yırtıcı Aile’sinden başka kimsenin yörüngesine girmez. Ekmeğinin peşinde, artı, Türkiye sevdalısı bi insanımdır. Durum şu: şimdi onlar oraya o şekil bi gemi yaptılar ya, geminin işletmesi olayı var tebi. “Orda bi kapışma olur, ihaleden bize ekmek çıkar, atlayalım gidelim” dedi Vursıkcan Abim. Gemi işletmeciliği ballı iş, Tayyibin oğlu bile gemi işine girdi diye laf dolaşıyo. Bi şansımızı deniycez biz de. Ha, direk gemi işletmesini bize vermezlerse, daha büyük abiler varsa olay yerinde, en azından otopark, büfe o tip bişey kaparız. Eskort cipinde Glock var, görünmez tapanca onu da gösteririm sana hem… Alo Sıkılhan… Alo… Kapadın mı… Alo… Griinpiizlerin adamımısın yoksa lan sen şerefsiz… Alo?
* * *
- Alo Sıkılhan, kimsin, alo ben Adviye Halan Adviye…Kontör gitmesin çabuk konuşacam. Önce şunu sorıyım evlendin mi yavrım? Bak eğer evlenmediysen hiç boşuna direnme, görüldüğün yerde evlendirileceksin tarafımdan…Aklıma şu geldi Sıkılgan; geçen yüksek sesle gazete okuyordu bana Kâmuran, gözlerim ince harfleri seçmiyor, ondan Kâmuran’a okutuyorum, neyse, Tekirdağ’ın bişey beldesinde Sibel C. (35) ve Nazlı K (30) adlı kadınların birbirleriyle evlendikleri ileri sürülyo. Ordan aklıma geldi, hani o tip bi evlilik düşünüyosan ben onu da hallederim yavrım. Bak burda Taner. B (21) var kuruyemişçi esnafı kendisi cadde üzerinde 75 metrekare dükkanı var, Emre Y (24) de olabilir, mühendislikten terk, içkisi sigarası yok iddia guponundan 23 bin lira gazandı hatta… Sen düşün yani, olmaz diye bişey yok, yeter ki evlen yavrım, gideriz Hollandaya felana yinilir içilir güzel bi düğün görür köylümüz…Alo… Direnme Sıkılgan, evleneceksin yavrım
- Alo? Efendim Sıkılhan, benden bir şey mi istedin? Gün içerisinde beni yaklaşık on onbeş kez arayıp hatrımı sorman “Bunalgül, iyisin değil mi, çöpü dışarı çıkarayım mı, sana tektaş pırlanta almamı ister misin, istemiyorum pilav yapmanı” gibi şeyler söylemen ne hoş…
- Bir; şu an beni arayan sensin, iki, demedim öyle şeyler, üç yerim dar…
- Henüz demedin ama diycaksın Sıkılhan. Çünkü ben evrene bu şekilde olumlu sinyaller yolluyorum. Eninde sonunda olucak. “Secret Öğretisi” diye bişe var, haberin yok tebi senin. Çok satan bi kitap hazretleri kendisi, listeler başı. “Olumlu şeylerden istersen, bi çok tekrar edersen, evren onları sana verer” şeklinde şeyler yazıyo. Kozmik felan. Ama olumsuz şeyler düşünürsen de, negatifler yani, onları başına çekersin, dalga boyu olaraktan.
- Biliyorum geçengün Kanyon’daki DienAr’da son kalan Secret Kitabı için dört tane röfle saçlı karı birbirlerini cırmakladılar…
- Hayır efendim, cırmaklamadılar. Sen olumsuz cırmaklama sinyalleri yolluyosun. Evren senin gibi ilk insanların kötü kozmiklerini dikkate almaz bi kere, boşuna uğraşma. Olay şööle oluyo: Mesela sen içinden hergün kırkbeşkere “Piyedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım” diye bişe geçirdin, bu şekilde bi sinyal gönderdin diyelim… Piyedra Irmağı nerdedir bilmiyor olsan bile çok istediğin için ırmak bi saatte gelip “horş” diye ordan akmaya başlıyo, sen de kenarında oturup ağlıyosun.
- "Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun!" Mevlana, Kanyon Alışveriş Merkezi yokken, yerinde Ayamama Deresi akıyor, kenarında mal davar su içiyor, marul ve hıyar tarlaları sıralanıyorken, çok önce söylemiş bu lafı…
- Ben söölememiş demiyorum kiğ, Akile Teyzem de söölerdi bööle şeyler. Ama şimdi Windovs 98 le Vista bir mi? Herşeyin yeni bi versiyonu yok mu? Alo.. Alo… Hissediyorum Sıkılhan, kapatmam için sinyaller gönderiyosun evrene… Kozmik çıban, hayvanlar aleminin vitrin adayı…
* * *
- Selamınaleyküm Sıkılhan Kardeş, Hırgürkan ben, Ağrı Dağı’na gidiyorum, Nuh’un Gemisi olayına. Girinpiizler orda gemi yaptırdı biliyosun, küresel ısınmaya dikkat çekme hesabı. Biri eskort üç cip gidiyoruz, yer var, gel gezelim.
- Vay be hocam, Greenpeace haa, tebrik ederim…
- Yanlış anlama, Girinpiizlerle tek çatı altında değilim. Hırgürkan Yırtıcı’yı tanırsın, Yırtıcı Aile’sinden başka kimsenin yörüngesine girmez. Ekmeğinin peşinde, artı, Türkiye sevdalısı bi insanımdır. Durum şu: şimdi onlar oraya o şekil bi gemi yaptılar ya, geminin işletmesi olayı var tebi. “Orda bi kapışma olur, ihaleden bize ekmek çıkar, atlayalım gidelim” dedi Vursıkcan Abim. Gemi işletmeciliği ballı iş, Tayyibin oğlu bile gemi işine girdi diye laf dolaşıyo. Bi şansımızı deniycez biz de. Ha, direk gemi işletmesini bize vermezlerse, daha büyük abiler varsa olay yerinde, en azından otopark, büfe o tip bişey kaparız. Eskort cipinde Glock var, görünmez tapanca onu da gösteririm sana hem… Alo Sıkılhan… Alo… Kapadın mı… Alo… Griinpiizlerin adamımısın yoksa lan sen şerefsiz… Alo?
* * *
- Alo Sıkılhan, kimsin, alo ben Adviye Halan Adviye…Kontör gitmesin çabuk konuşacam. Önce şunu sorıyım evlendin mi yavrım? Bak eğer evlenmediysen hiç boşuna direnme, görüldüğün yerde evlendirileceksin tarafımdan…Aklıma şu geldi Sıkılgan; geçen yüksek sesle gazete okuyordu bana Kâmuran, gözlerim ince harfleri seçmiyor, ondan Kâmuran’a okutuyorum, neyse, Tekirdağ’ın bişey beldesinde Sibel C. (35) ve Nazlı K (30) adlı kadınların birbirleriyle evlendikleri ileri sürülyo. Ordan aklıma geldi, hani o tip bi evlilik düşünüyosan ben onu da hallederim yavrım. Bak burda Taner. B (21) var kuruyemişçi esnafı kendisi cadde üzerinde 75 metrekare dükkanı var, Emre Y (24) de olabilir, mühendislikten terk, içkisi sigarası yok iddia guponundan 23 bin lira gazandı hatta… Sen düşün yani, olmaz diye bişey yok, yeter ki evlen yavrım, gideriz Hollandaya felana yinilir içilir güzel bi düğün görür köylümüz…Alo… Direnme Sıkılgan, evleneceksin yavrım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)