BU, MİZAH YAZARLARI TARAFINDAN ÜRETİLEN BİR BLOG OLUP GAZETE ALINTILARI DIŞINDA YER VERİLEN HABERLER GERÇEK DEĞİLDİR.MİZAH ANLAYIŞI AYIRT ETME YETİSİ HENÜZ GELİŞMEMİŞ OLANLAR İÇİN ÇEŞİTLİ SAKINCALAR İÇERİYOR OLABİLİR. SİTEYE KATKIDA BULUNAN KİŞİLER, SAYFANIN SAĞ ALT BÖLÜMÜNDEKİ KÜNYEDE BELİRTİLMİŞTİR. TWİTTER'DA VE İNSTAGRAMDA HİÇ BİR ŞEKİLDE ŞUBEMİZ YOKTUR
29 Ekim 2012 Pazartesi
24 Ekim 2012 Çarşamba
18 Ekim 2012 Perşembe
Akla Ziyan
Türkçe "Olimpiyatları" ile cûşu huruşa gelip, batının ilim ve san'atını alırken "Entivi" de Leonardo'nun ünlü Vitruvilius Adamı desenindeki çükü sansürlemek suretiyle, haşâ orasını almamış olarak adeta yerçekimsiz absürd bir ortamda yaşayıp gidiyoruz.
Yıllar sonrasından bakıldığında Meksikalı kılığındaki bir Sanat Güneşinin kurban kestirdiği fotoğraf komik gelebiliyor. Bu günün fotoğrafları, yıllar sonra kim bilir üçlü yavru setlerimize nasıl gelecek... İnşallah komik gelir...
17 Ekim 2012 Çarşamba
Siz bu Word dosyasını tanıdınız mı?
Ahmet Mansur. Dubai’de yaşıyor. Dört çocuk babası. Elektronik mühendisi. Aynı zamanda bir muhalif. Demokrasi aktivisti. Üç ay önce bir e-posta aldı. Gönderen bölümünde yazan ismi tanıyordu. En azından öyle düşündü. Konu kısmında Arapça ‘Çok Önemli’ yazıyordu. Haliyle e-postayı ve e-postanın ilişiğindeki Word dosyasını açtı. Evet, bir Word dosyası açtı, hayatı değişti.
Çünkü o dosyaya tıklamakla bilgisayarına farkında olmadan bir virüs indirmişti. Artık onun dijital hayatı tamamen başkalarının kontrolündeydi. Hiç haberi olmadan bilgisayarına çeşitli dosyalar yükleniyor, çeşitli dosyalar siliniyor, tüm haberleşme araçları izleniyor, bilgisayarının kamera ve mikrofonu bile dışarıdan yönetilebiliyordu.
Benzer bir olay kısa süre önce Bahreynli bir grup muhalifin ve Fas’ta faaliyet gösteren Mamfakinch adlı vatandaş gazetecileri grubunun da başına gelmişti.
Bunları nereden biliyorum? Toronto Üniversitesi’ne bağlı siber dünyada devletlerin politika ve eylemlerini araştıran Citizen Lab adlı grubun yayımladığı rapordan. Rapora göre özellikle Arap dünyasındaki devletler iki Batılı şirketin ürettiği virüs programlarını satın almış ve gözlerine kestirdikleri muhalifleri dijital olarak izlemek ve ‘yönetmek’ için kullanmıştı.
İtalyan şirket Hacking Team ve İngiliz şirket Gamma Group’un sattığı virüs programlarıydı Bahreynli, Faslı ve Dubaili aktivistlerin bilgisayarlarına sızan. İşin ilginç tarafı, bu iki şirket de web sitelerinde “Biz programlarımızı sadece devletlere satıyoruz” diyerek nasıl etik bir ticari siyaset izlediklerini anlatıyor. Hacking Team’in bir gurur kaynağı cümlesi daha var: “Hedeflerinizi tamamen kontrol edebilirsiniz. Giriş yapın yeter. Her zaman. Her yerde.” Böyle rahat rahat böbürlenmesi normal. Çünkü ABD ve Avrupa’daki yasalara göre bu şirketlerin istedikleri ülkeye dijital virüs satışını engelleyecek bir madde yok. Gayet yasal, gayet güzel yani.
(....)
16 Ekim 2012 Salı
KAÇAK ANGUS HAVA SAHASINI BİRBİRİNE KATTI
(Bag Özel Haber) Kurban Bayramı yaklaşırken birer ikişer sokak arasına dağılan firari danalar bu kez hava sahasını birbirine katarak olay yarattı.
Kaynağı açıklanmayan "Hava sahanızda uçan manda var haberiniz olsun" istihbaratını değerlendiren yetkililer kısa sürede Angus'la telsiz irtibatına geçerek kendisini Sütlüce Mezbahası'nın yanındaki boş arsaya iniş yapmaya ikna ettiler...
15 Ekim 2012 Pazartesi
İlim başka edeb başka TV bambaşka... NTV “Vitruvius Adamı”'nın avret mahallini sansürleyerek muhtemel bir ahlaki çöküşü önledi.
NTV’de yayınlanan gazeteci Fiona Bruce’un, tüm zamanların en büyük sanatçılarından bir olan Leonardo Da Vinci’nin kayıp eserinin peşine düştüğü belgeselde bir skandala imza atıldı.
Da Vinci’nin Kayıp Hazinesi belgeselinde, ünlü ressamın “Vitruvius Adamı” olarak da bilinen resmi sansürlendi.
Da Vinci’nin “Vitruvius Adamı” olarak bilinen ve altın orana sahip insanı resmettiği resimdeki adamın cinsel organı sansürlendi.(Sözcü)
BAG Avret Editörü Feyzi Sunta yorumluyor: Çızgı da olsa afbuyrun pipi pipidir. Neticede bu cemiyyetin çoluğu çocuğu anası bacısı var. Sırf Leonardo Da Vinci arzu buyurdu deye elbette böyle çırkın bir şeyle karşılaşmak zorunda değiliz. Bir sözüm de Vitruvivus Adamı namlı edebsiz şahsa; bırak sen Vitru bilmemne adamını önce adam gibi adam ol! İndir o elini kolunu çok pis dayak yersin!!!
"EN YUMUŞAK ELEŞTİRİLER BU KÖŞEDE" Demiray Oral/Taraf
Ahmet Abi’nin yazısını okuyunca ben de bir yerde Taraf okuru olduğum
için yarışmaya katılıp, kendimi sınamaya karar verdim.
Malum, yarışmamız “iktidarı en yumuşak eleştirme” yarışması. Konu başlıklarına göre sıradan gidiyorum.
İlk konu başlığımız “iki polis”.
Yani mahkeme kararıyla işkence yaptığı tescillenen polis şefinin terfi ettirilmesi vakasında Başbakan’ın“onu yedirtmem” deyip desteklemesi ve “dağdaki teröristin ölümüne ağlamayan insan değildir” diyen polis şefine ise inceleme başlatması.
Yumuşak eleştiri: Olaylara sadece ilk anda bize göründüğü gibi bakarsak fevkalade yanılırız. Nitekim bu vakada da kimi yazarlar aynı yanılgının içine düştü ve Başbakan tecavüz hükümlüsü polise destek verirken, terörist de insan diyen polisi ise harcamış gibi bir tablo ortaya çıktı. Oysa eğer Başbakan terfi ettirilen o polis şefine destek vermeseydi, çoğu köşe yazarının “hümanist” diye nitelediği ikinci polis şefinin bu çıkışı gerçekleşemezdi. Şöyle izah edeyim. İlk polis şefi kime tecavüz etmekten mahkûm olmuştu? Terörist olmakla suçlanan bazı kadınlara. İşte Başbakan’ın ne olursa olsun onun arkasında duracağını söylemesi Emniyet teşkilatında büyük bir özgüven yaratmış ve polislerin her türlü konuya bakışında adeta bir devrim yaşanmıştır. Nitekim bu zihniyet devrimi iki ay gibi kısa bir sürede Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün şahsında meyvesini vermiş ve Türk polisi teröristin de insan olduğunu keşfedip, bunu büyük bir özgüvenle açıklayabilmiştir. Peki, o hâlde Başbakan bu polis şefine niye destek atmamıştır? İlk bakışta öyle görünse de derinlemesine bakınca yine durum farklıdır. Başbakan “biz dağdaki silahlı teröriste ağlamayız” diyerek aslında ince bir mesaj vermiştir. Sözlerini tersinden okursak Başbakan, silah bırakıp dağdan inenlere ağlamaya bile hazırız demekte ve bu gençlere zeytin dalı uzatmaktadır bir nevi. Dolayısıyla Başbakan da aslında tıpkı polis şefi gibi dağdaki gençlerle “gönül bağı” kurmaktadır.
İkinci konu başlığımız “medya”, yani Başbakan’ı eleştiren gazetecilere tahammülsüzlük meselesi.
Yumuşak eleştiri: Bu hususta bazı negatif örnekler vardır ama en büyük hata sadece bunlar üzerinden mevzua yaklaşmaktır. Hâlbuki pekâlâ Başbakan’la canlı yayına çıkan, ona soru soran ve hâlen işine devam eden çok sayıda medya mensubu vardır. Misal AKP Kongresi öncesinde Başbakan çok sayıda TV’de canlı yayına katılmıştır ve bu isimlerin hepsinin kartları hâlâ bina girişindeki turnikeleri açmaktadır. Bilindiği üzere hükümetin bu husustaki kriteri “düğünüme çağırmayacağım elemanı medyada da görmek istemem” olarak özetlenebilir. Medya mensupları hâl ve hareketlerini AKP düğünlerine katılabilecek biçimde ayarlarlarsa memleketimiz bir basın özgürlüğü cennetine dönüşecektir.
Üçüncü konu başlığımız Suriye.
Yumuşak eleştiri: Suriye krizini sadece “biz neden mecburuz Suriye ile savaşmaya” gibi kötü niyetli bir sualle değil de, “AKP hükümetinin demokrasi sevdası” gibi iyi niyetli bir bakışla değerlendirmek gerekir. AKP hükümeti AB yolculuğunda kazandığı demokrasi aşkını ne pahasına olursa olsun komşusuna da taşımak istemiştir. Ancak Suriye buna direnince, hükümet “demokrasi sevdası” uğruna savaş felaketini bile göze almıştır.
Dördüncü konu başlığımız AB.
Türkiye’nin Avrupa standartlarında demokrasi hususunda bazı eksikleri olduğu doğrudur. Ancak AKP hükümetinin demokrasiden ışık hızıyla uzaklaştığı yolundaki AB’nin son raporu, daha 24 saat geçmeden kendi kendini yalanlamıştır. Şöyle ki, bu rapor açıklandıktan bir gün sonra Nobel Barış Ödülü AB’ye verilmiştir. Ödül komitesi başkanı olan zat, ödülün AB’ye verilmesinin en mühim sebebinin Türkiye olduğunu, çünkü AB adaylığının Türkiye’nin demokrasi standartlarını yükselttiğini belirtmiştir. Bu durumda sanırım başka söze gerek yoktur.
Ve son konu başlığımız Uludere.
34 sivilin can verdiği bu vaka, her ne kadar ailelerin acısını telafi için bütün yöntemler kullanılmış olsa da, elbette iktidarın hanesindeki en negatif mevzudur. Ancak dikkat edilirse Uludere’den sonra gösterilen hassasiyet ve alınan önlemlerle bölgede kazara bombalanma, kekik toplarken PKK’lı sanılıp öldürülme, bulduğu bombayla oynayan çocukların havaya uçması gibi vakalar bıçakla kesilir gibi bitmiştir. Hükümeti Uludere için eleştirelim ama aylardır “sehven” ölmeyenlerin sayısının kaç Uludere edeceğini hesaplayarak da biraz insaflı olalım...
Yarışmayı bitirince yazdıklarımı okudum ve bu işi kıvıramadığımı gördüm.
Çünkü anladım ki “yumuşak eleştiri” diye bir şey yokmuş, “az vicdan” varmış.
Malum, yarışmamız “iktidarı en yumuşak eleştirme” yarışması. Konu başlıklarına göre sıradan gidiyorum.
İlk konu başlığımız “iki polis”.
Yani mahkeme kararıyla işkence yaptığı tescillenen polis şefinin terfi ettirilmesi vakasında Başbakan’ın“onu yedirtmem” deyip desteklemesi ve “dağdaki teröristin ölümüne ağlamayan insan değildir” diyen polis şefine ise inceleme başlatması.
Yumuşak eleştiri: Olaylara sadece ilk anda bize göründüğü gibi bakarsak fevkalade yanılırız. Nitekim bu vakada da kimi yazarlar aynı yanılgının içine düştü ve Başbakan tecavüz hükümlüsü polise destek verirken, terörist de insan diyen polisi ise harcamış gibi bir tablo ortaya çıktı. Oysa eğer Başbakan terfi ettirilen o polis şefine destek vermeseydi, çoğu köşe yazarının “hümanist” diye nitelediği ikinci polis şefinin bu çıkışı gerçekleşemezdi. Şöyle izah edeyim. İlk polis şefi kime tecavüz etmekten mahkûm olmuştu? Terörist olmakla suçlanan bazı kadınlara. İşte Başbakan’ın ne olursa olsun onun arkasında duracağını söylemesi Emniyet teşkilatında büyük bir özgüven yaratmış ve polislerin her türlü konuya bakışında adeta bir devrim yaşanmıştır. Nitekim bu zihniyet devrimi iki ay gibi kısa bir sürede Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün şahsında meyvesini vermiş ve Türk polisi teröristin de insan olduğunu keşfedip, bunu büyük bir özgüvenle açıklayabilmiştir. Peki, o hâlde Başbakan bu polis şefine niye destek atmamıştır? İlk bakışta öyle görünse de derinlemesine bakınca yine durum farklıdır. Başbakan “biz dağdaki silahlı teröriste ağlamayız” diyerek aslında ince bir mesaj vermiştir. Sözlerini tersinden okursak Başbakan, silah bırakıp dağdan inenlere ağlamaya bile hazırız demekte ve bu gençlere zeytin dalı uzatmaktadır bir nevi. Dolayısıyla Başbakan da aslında tıpkı polis şefi gibi dağdaki gençlerle “gönül bağı” kurmaktadır.
İkinci konu başlığımız “medya”, yani Başbakan’ı eleştiren gazetecilere tahammülsüzlük meselesi.
Yumuşak eleştiri: Bu hususta bazı negatif örnekler vardır ama en büyük hata sadece bunlar üzerinden mevzua yaklaşmaktır. Hâlbuki pekâlâ Başbakan’la canlı yayına çıkan, ona soru soran ve hâlen işine devam eden çok sayıda medya mensubu vardır. Misal AKP Kongresi öncesinde Başbakan çok sayıda TV’de canlı yayına katılmıştır ve bu isimlerin hepsinin kartları hâlâ bina girişindeki turnikeleri açmaktadır. Bilindiği üzere hükümetin bu husustaki kriteri “düğünüme çağırmayacağım elemanı medyada da görmek istemem” olarak özetlenebilir. Medya mensupları hâl ve hareketlerini AKP düğünlerine katılabilecek biçimde ayarlarlarsa memleketimiz bir basın özgürlüğü cennetine dönüşecektir.
Üçüncü konu başlığımız Suriye.
Yumuşak eleştiri: Suriye krizini sadece “biz neden mecburuz Suriye ile savaşmaya” gibi kötü niyetli bir sualle değil de, “AKP hükümetinin demokrasi sevdası” gibi iyi niyetli bir bakışla değerlendirmek gerekir. AKP hükümeti AB yolculuğunda kazandığı demokrasi aşkını ne pahasına olursa olsun komşusuna da taşımak istemiştir. Ancak Suriye buna direnince, hükümet “demokrasi sevdası” uğruna savaş felaketini bile göze almıştır.
Dördüncü konu başlığımız AB.
Türkiye’nin Avrupa standartlarında demokrasi hususunda bazı eksikleri olduğu doğrudur. Ancak AKP hükümetinin demokrasiden ışık hızıyla uzaklaştığı yolundaki AB’nin son raporu, daha 24 saat geçmeden kendi kendini yalanlamıştır. Şöyle ki, bu rapor açıklandıktan bir gün sonra Nobel Barış Ödülü AB’ye verilmiştir. Ödül komitesi başkanı olan zat, ödülün AB’ye verilmesinin en mühim sebebinin Türkiye olduğunu, çünkü AB adaylığının Türkiye’nin demokrasi standartlarını yükselttiğini belirtmiştir. Bu durumda sanırım başka söze gerek yoktur.
Ve son konu başlığımız Uludere.
34 sivilin can verdiği bu vaka, her ne kadar ailelerin acısını telafi için bütün yöntemler kullanılmış olsa da, elbette iktidarın hanesindeki en negatif mevzudur. Ancak dikkat edilirse Uludere’den sonra gösterilen hassasiyet ve alınan önlemlerle bölgede kazara bombalanma, kekik toplarken PKK’lı sanılıp öldürülme, bulduğu bombayla oynayan çocukların havaya uçması gibi vakalar bıçakla kesilir gibi bitmiştir. Hükümeti Uludere için eleştirelim ama aylardır “sehven” ölmeyenlerin sayısının kaç Uludere edeceğini hesaplayarak da biraz insaflı olalım...
Yarışmayı bitirince yazdıklarımı okudum ve bu işi kıvıramadığımı gördüm.
Çünkü anladım ki “yumuşak eleştiri” diye bir şey yokmuş, “az vicdan” varmış.
13 Ekim 2012 Cumartesi
Pek Sevindim, Çok Güldüm
Atilla Taş'ın Ötenazi Arzusu Uyandıran "Yam Yam Style" Şarkısı Sosyal Medya Tarafından Başka Ülkeden Çıkmış İzlenimi Yaratmak İçin "Öteleniyor"
12 Ekim 2012 Cuma
10 Ekim 2012 Çarşamba
MİZAH HABER: 49. ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİNDE CİHAN DEMİRC...
MİZAH HABER: 49. ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİNDE
CİHAN DEMİRC...: 49. ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİNDE CİHAN DEMİRCİ'DEN BELGESEL BİR SÖYLEŞİ: "SİYASİ MİZAHIN 600 YILI AŞAN ENGELLİ KOŞUSU" 10 EKİM'DE...
CİHAN DEMİRC...: 49. ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİNDE CİHAN DEMİRCİ'DEN BELGESEL BİR SÖYLEŞİ: "SİYASİ MİZAHIN 600 YILI AŞAN ENGELLİ KOŞUSU" 10 EKİM'DE...
Çocukların 3 yaşına kadar ekrana bakmak yerine anne babalarıyla göz kontağı kurmalarının büyük faydaları var...
Yeni araştırmaya göre çocukların TV, bilgisayara bağımlı olmasının uzun dönemli fiziksel rahatsızlık yaratıyor. Makaleye göre üç yaşından çocuklar kesinlikle televizyon seyretmemeli...
Tıp dergisi Archives of Disease in Childhood'ta yayınlanan bilimsel makaleye göre çocukların TV, bilgisayara bağımlı olmasının uzun dönemli fiziksel rahatsızlık yaratıyor.
Makaleye göre üç yaşındançocuklar kesinlikle televizyon seyretmemeli.
Makaleyi yazan Royal College of Peadiatricsdoktorları araştırma sonuçlarının endişe verici olduğunu söyledi. Araştırmada tıpkı alkol sınırı gibi küçük çocuklara televizyon izleme yasağı getirilmesi önerildi. (Sabah)
Makaleye göre üç yaşından
Makaleyi yazan Royal College of Peadiatrics
Petrole korku zammı!
Türkiye ve Suriye petrolün ateşini yüksek tutuyor
Özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye’ye yönelik olarak ‘en kötü senaryo hayata geçmeye başladı’ yönündeki açıklaması Suriye’de yaşanan çatışmaların Türkiye’ye de sıçrama riskini tekrar gündeme getirdi. Bu korkular 111 dolara kadar gerileyen petrol fiyatlarını yeniden 113 dolara taşıdı. (Habertürk)
Özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye’ye yönelik olarak ‘en kötü senaryo hayata geçmeye başladı’ yönündeki açıklaması Suriye’de yaşanan çatışmaların Türkiye’ye de sıçrama riskini tekrar gündeme getirdi. Bu korkular 111 dolara kadar gerileyen petrol fiyatlarını yeniden 113 dolara taşıdı. (Habertürk)
9 Ekim 2012 Salı
SENATÖR ADAYINIZ BUNALGÜL PEREMECİOĞLU
- Allo,
miriba Bunalgül ban. Bişi söölicam, Sıkılhan biz Büzge'yle milletvekili olmaya
karar verdik. Çisil "ben de olucam" diyo ama bana kalırsa anca muhalafat
olucak o. Büzge'yle ban MKYK üyesi felan olucaz, divan başkanı, as kâtip, konsülos,
ombısman.... Bööle şeyler...
- Hedef
2071 heralde. Ozamana kadar anca zaten...
- Yok ya
heman, önümüzdeki seçimler. "18 yaşındakilere seçilme hakkı verilcek"
deniyo. Feysbuk listemle Tuvitır'daki followerlerim oy verse direkman girerim
Senatör olurum.
-
Senatör bizde yok Bunalgül.
- Ban
getiricem belki... Allah Allah, biliyo musun ki porogramımı... Bişi sorucam
şansölye var mı bizde?
- Gugıl
var, ordan bakabilirsin, eheh...
- Niye
dalga geçiyosun ki meclisin kutsal çatısı altında benimlen? Azcık "Âkil
Adam" ol artık Sıkılhan ya. Sence de artık bazı şeylerin vakti gelmedi
mağ? Bakar mısın gene gülüyo yaaa. Bişi söölicam, manyak mısın san?
- Bi an
için seni meclis kürsüsünde "Bişi söölicam" derken düşündüm de...
- Tebi
herkes istediğini düşünmekte özgür bi ülke burası Sıkılhan. Düşüncelerine katılmasam
da onları söyleme hakkın için... Aman neyse yaa... Bişi söölicam, ne diicam?
Ha... Çisil "Mecliste babet ayakkabı giyilmiyo iç tüzüğe ters gelir"
diyo. Eteğe pantolona felan karışıyollar ama ayakkabıya karışıcaklarını
zannetmiyorum. Bence Çisil'in kendi uydurması o. "Neden bööle bişe
uydursun ki? " diyceksin. Bilmediğin şeyler var, ayağa ayakkabıya felan
takıntılı o karı. Çünkü... Bak aslında bunu gizli oturumda konuşmamız lazımdı ama
ben sööliyim şimdi sana; çünkü Çisil'in bi ayağı altı parmaklı.
- Oeh...
Oturuma süresiz ara veriyorum Bunalgül!
Haftanın Leman'ı Sıkılhan Köşesinden kısaltılarak
8 Ekim 2012 Pazartesi
SOSYAL MEDYA SANSÜR İSTİYOR. YASAK ARZULUYOR....
Peki bööle olsa olur mu? Siyah bi örtü altında... Ya da daha iyisi, rahatsız oluyosan açıp bakmazsın o klibe olur biter... Arzun bilir yani. İlla diyosan ki "sansür olsun, yasak olsun" güzel günler bekliyor seni... Sen istedikten sonra...
4 Ekim 2012 Perşembe
3 Ekim 2012 Çarşamba
2 Ekim 2012 Salı
YAŞASIN DÜŞMANIM
Can Barslan'ın yazıp Zeki Alasya, Metin Akpınar, Selim Naşit, Kenan Pars, Nevra Serezli gibi bir çok usta oyuncunun rol aldığı 1988 yapımı bu dizi TRT TV1 de yayınlanmıştı. İlk akla gelen hatta ilk "Absürd" yerli Tv Dizisidir. O zamanki teknolojik olanaklar bir yana, TV yöneticileri ve oyuncuların konuyla ilgili "cesareti" dikkat çekicidir. Program içinde on dakikalık bir skeçken gördüğü ilgi üzerine süresinin uzatılması ise çoğu televizyon izleyicisinin zaman içerisinde nasıl bir vasatlık tuzağına çekilip deyim yerindeyse el birliğiyle zeka tutulmasına uğratıldığının göstergesidir.Şimdilerde bazı mizahı yetersiz komedi dizileri eleştirilirken "Bu espri tarzı geçmişte kaldı aebi yia" cümlesine sıkça rastlanıyor. Fakat tam da tersi, geçmişte şimdikinden çok daha ileri ve cesur şeyler denenebiliyordu. Ortada milleti gerizekalılaştırmaya and içmiş kerameti kendinden menkul yöneticiler, "televizyon guruları" ve" raiting çeteleri" yoktu.
Not: Enes Yavuz mesaj atıp aynı yıllardaki "Köşe Dönücü"yü hatırlattı. Ben onu video filmi olarak hatırlıyordum ama TV de de yayınlanmış. Ne güzel diziler, insan aklı ve televizyon programları için ne güzel zamanlarmış. Sonraki yıllarda Ferhan Şensoy'un sahneye koyduğu "Aptallara Güzel Gelen TV Dizileri" aradaki dönüşümü net olarak bir cümleyle özetliyor aslında.
Not: Enes Yavuz mesaj atıp aynı yıllardaki "Köşe Dönücü"yü hatırlattı. Ben onu video filmi olarak hatırlıyordum ama TV de de yayınlanmış. Ne güzel diziler, insan aklı ve televizyon programları için ne güzel zamanlarmış. Sonraki yıllarda Ferhan Şensoy'un sahneye koyduğu "Aptallara Güzel Gelen TV Dizileri" aradaki dönüşümü net olarak bir cümleyle özetliyor aslında.
1 Ekim 2012 Pazartesi
MUHAFAZAKAR TÜRKÜCÜ SÜHA PÖTİBÖR EDEBİYLE SÖYLÜYOR
* Ana ben konservatifem (uzun hava)
* İyi bi yere müdür olanda
* Bana herşey edep yerimi hatırlatıyor (Oyun havası)
* Ak ellerin gözüküyor
* Dam üstünde un elemez, şık olmaz
* Bir evler yaptırdım AOÇ içine
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)