7 Kasım 2008 Cuma

VATAN' DA MUTLU TÖMBEKİCİ YAZISI VE YAZIDA GEÇEN ÖYKÜ: ORNİTORENK

Siyah Saray

Vay be! Obama ha!? Tamam iyi kötü izliyorduk seçimleri, Cengiz Çandar falan çoktan ilan etmişti başkanlığını evet ama... Yine de açıkçası bütün hüsnü kuruntuma (wishfull thinking) rağmen kıl payı kaybeder diye düşünüyordum. Bir zencinin Amerikan başkanı olması ancak “24” dizisinde “fantastik” bir öge olarak kalır sanıyordum. Kalmazmış. Olabilirmiş.

Kadını (henüz) seçmediler ama zenciyi seçtiler. Bu durumda Beyaz Saray’a Siyah Saray diyebilir miyiz bundan sonra? Kimse açıkça bunu ifade etmez belki Beyaz Saray’ın “beyazlığında” beyazların hakimiyet ve üstünlüğünü ifade etme kaygısı yok mudur sizce? Gerçi Obama ne kadar zenci o da ayrı bir tartışma.

Tuhaf bir sevinç yaşanıyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada. Fakat bu adamdan ne bekleniyor veya ne beklenmesi gerekiyor en ufak bir fikrim yok.

Açıkçası Obama, bana biraz “ornitornek” hayvanını hatırlatıyor. Bilir misiniz ornitorenk nasıl bir hayvandır? Avustralya’ya gitmediyseniz muhtemelen bilmezsiniz. Bilebilmek için çocukluğunuzun çok ama çok sıkıcı geçmiş olması ve yegane yaz tatili eğlencenizin komşudan aldığınız Meydan Larousse ciltlerini karıştırmak olması lazım. Başka türlü bu tuhaf hayvana rastlamak olası değildir. (Gerçi sonra Atilla Atalay bu isimde bir oyun yazmış. Ama oyun hayvanla mı ilgili bilmiyorum. Bu arada hazır lafı gelmişken. Meydan Larousse’ların efsanevi editörü sevgili Hakkı Devrim’e büyük geçmiş olsun diler, Radikal’deki köşesine döndüğü için hoş geldiniz derim)

Bu hayvancık tam anlamıyla ne idüğü belirsiz bir hayvan. 40-60 santim boylarında Doğu Avustralya ve Tasmanya dolaylarında yaşayan tuhaf bir şey. Esasen bir memeli ama yumurtlayarak çoğalıyor. Yavrusunu emziriyor ama meme başı olmadığı için yavrusu annesinin kürkünü yalayarak besleniyor. Ördek gibi bir gagası var ama gaga kuşlarınki gibi açılıp kapanan bir gaga değil. Alt tarafından bir deliği olan bir duyu organı sadece. Üstelik elastik! Üstelik de neyi algılıyor onunla? Elektriği. Zira hayvanımız aynı zamanda elektrik algılamasına sahip tek memeli. Başka canlıların konumunu, onlardan aldığı elektriğe göre saptıyor. (“Elektrik aldım” lafını bir bu hayvan edebilir yani!) Kara hayvanı ama suda avlanıyor. Sıcak kanlı bir havyan ama vücut ısısı diğer memeliler gibi 38 derece değil 31 derece. Yumuşak, çekingen bir hayvan ama kızmaya görsün erkek ornitorenkler düşmanına bir zehir zerkedebiliyor günlerce kendine gelemiyorsun. Zehirin nasıl etki ettiği bilinmediği gibi bilinen hiç bir ağrı kesici de ağrıyı durduramıyor. Falan filan.

Obama tam da öyle bir adam işte. Annesi beyaz ama o kapkara. Biyolojik babası Kenyalı bir Müslüman ama babasının sadece bir kere görmüş. (Kenyalılar niye sevinir?) Onu büyüten annesinin ikinci kocası da Endonezyalı bir Müslüman ama bizimkinin Müslümanlıkla en ufak bir ilgisi yok. (Müslümanlar niye sevinir?) Avukat ama hiç avukatlık yapmamış. (Avukatlar niye sevinir?) Zenci ama zenci kültüründen değil. (Zenciler niye sevinir?) Yani kuş değil, kurt değil, böcek değil... Latin Amerika kökenliler niye sevinir, Türkler niye sevinir, solcular niye sevinir, Iraklılar niye sevinir belli değil.

Amerika’nın (dolayısıyla hepimizin) başında Bush’un devamı bir McCain olmasındansa bir “ornitorenk” olsun elbette daha iyi. Sadece hain hain gülmek ve WASP kültürüne nanik çekmek için bile iyi gelen bir şey. Ama hani Amerika’dan bu kadar nefret edilirken, dünyaya biraz sevimli görünsünler ve işlerini daha rahat yapsınlar diye getirildiyse başa o vakit aynı hamam aynı tas devam edecektir. (Vatan/Mutlu Tömbekici)

Ornitorenk

Vâiz bize dün dûzahı vasfetti Fuzûli
Ol vasf senin külbe-i ahzânın içindir

(Fuzûli, vaiz dün bize cehennemi anlattı. Söyledikleri, senin hüzünler (içinde yaşadığın) evinden başka bir yer değildi.)


Neydi, nasıl bir hayvandı bilimiyordum ama, on yaşımda filanken, hararetle bir ornitorenk kartpostalı bulmaya çalışıyordum.

Mandarin Ördeği, Tibet Sığırı, Sırtlan, Çekiç Balığı... Filan, hepsinin resmi vardı, bi tek o mel’un hayvannıkini bulamıyordum. Hiç abartmıyorum, neye benzediğini bilmediğim halde, bir rüya boyunca çocuk bilinçaltımın bana ornitorenk diye sunduğu acayip bir hayvanın peşinden koşmuş, rüyanın sonunda hayvan bana doğru dönüp Fen Bilgisi öğretmenim Fatma Didim’in sesiyle “Gir içeri” diye bağırınca korkarak uyanmıştım.

Şimdi, çocukken rüyasında ornitorenk sandığı bişey görmüş birisi olmayı hiç de tuhaf bulmuyorum. Çünkü o zaman birçok çocuk ornitorenk peşinde koşuyordu. Bir cikletin içinden çıkan ufak hayvan kartpostallarını biriktiriyorduk. Her bir kartpostalın arkasında ciklet markasındaki harflerden birisi oluyordu. Hepsini tamamladığınızda firma size resimleri olmayan bir hayvan ansiklopedisi yolluyordu.

Siz, o zamana kadar biriktirdiğiniz hayvan resimlerini boş yerlere yapıştırıp bir adet “Hayvanlar Ansiklopedisi” sahibi oluyordunuz. Türlü çeşitli onlarca hayvan kartpostalının arkasında ciklet markasındaki dört harften bol miktarda bulunabiliyordu. Ama ciklet markasının son harfi olan “Y” adı geçen ornitorenk kartpostalının arkasındaydı ve o asla bulunamıyordu.
“Zeytinburnu’nda bi çocuk bulmuş” veya “Esasen Y harfi hiç yokmuş” gibi birtakım efsaneler kulaktan kulağa dolaşıyorken az kaldı ben ikincisine inanıyordum. Zaten, ornitorenk bu dünyada olmayan bi hayvanın adına benziyodu. Neydi o ööle Hecüc Mecüc gibi. Düpedüz kaskallıyorlardı insanı. Üstelik, Hava Harp Okulu Hastahanesi’ndeki dişçi Naci Yüzbaşı ben “hazrol” pozisyonunda koltukta yatarken ağzıma bakarak “Sen de “y” harfi arıyosun dimi, ağzından belli” demişti. Kendi kızı da ornitorenk peşindeymiş. Durumu komutanı sıfatıyla uygun bir ses tonuyla “Çok sakız çiğnetmeyin buna başçavuşum” diyerek babama da tembihleyince ben ornitorenk yüzünden azar işiten bir çocuk olarak, tuhaf insanlar tarihine geçtim. Babam ornitorenke ve bana hiç haketmediğimiz laflar söyledi. O gece dişçide geçen korku dolu dakikaların da etkisiyle yine düşümde neye benzediğini asla bilemediğim o hayvanı kovaladım. Ve yine aynı şey oldu, rüyanın sonunda ornitorenk bana dönüp fen bilgisi öğretmenimiz Fatma Didim’in sesiyle “Gir içeri” diye bağırdı.

Ben tam adını tamamlamaya çalıştığım sakız firmasıyla ilişkimi kesmişken, mahalle ornitorenk kaynamaya başladı. Sakızların alayından ornitorenk kartpostalı dolayısıyla “Y” harfi çıkıyordu. Heralde firma yeterince ciklet sattığına karar verip, vakti gelince piyasaya ornitorenk sürüsü salmıştı. Derhal ben de ornitorengimi edinip tamamladığım harfleri ciklet firmasına postaladım. Sonra gönderdikleri ansiklopediye şööle bi baktım, ama o kadar. Tüm çocuklarla birlikte sürdürdüğümüz ornitorenk avı artık benim için de bitmişti...

Daha sonraki yıllar boyunca ornitorenk lafını ne ettim, ne de duydum. Taa ki O’nunla vakit öldürmek için “isim şehir eşya bitki” oynayıncaya dek. O, yara sarardı. Ben yaşamla başedemez olduğumu hissedince “ruhsal bir fedai” gibi yanıbaşımda biter, zaman içinde gerçekten de “şifalı” olduğuna inandığım geyikleriyle beni iyileştirip kaybolurdu. Ara sıra aklıma düştüğünde, hep bir kere olsun ben O’nu arayayım, “hayat nası gidiyo” diye bu kez ben sorayım, durduk yere gönlünü alıp bi “şıklık” yapayım isterdim. Ama olmazdı. Bilirsiniz, dostluğundan emin olduğunuz insanlar sizden hep “torbada keklik” muamelesi görür, onlar nasılolsa vardır. Peşinden koşmasanız da olur.

İşte yine benim dünyaya ölübalık gözüyle baktığım günlerden birinde gelmiş benimle, “sıyrıl artık oğlum şu triplerden üç günlük dünyada değer mi” konulu geyik terapisi yapıyordu. Bende O’nu dinlemiyor, öyle zamanlarımda hep yaptığım gibi, eve kapanmış, günlerdir bozuk oldukları takıntısına kapıldığım bi takım eşyaları hesapta tamir ediyor, bi yerlere ampuller takıyor, çiviler çakıp bişeyler asıyordum.

Bi süre beni izledikten sonra, “İki kamyon tuğla getirtiyim mi, duvar ör kendine, hem vakit geçer” dedi.

Ben de “Git işine, kızım, benle uğraşma yaa” diye başlayıp giderek kırıcı olan bi araba laf ettim. Pittedenek gözleri doldu.

Ben, en iyi arkadaşlarından birini yok yere kıran bir eşşek olduğumu milyonuncu kez farkettim. Sonra her şey tersine döndü. Bu kez benim hıyarlığım yüzünden kırılan kalbini onarabilmek için ben O’na olmadık mikilikler yapmaya başladım.

Akşama kadar çay içip konuştuk, tavla, pişti filan oynadık, bi derginin akla ziyan testlerine bakıp saçma yanıtlar vererek gülüştük... Derken bi ara, komiklik olsun diye “İsim Şehir” oynamaya karar verdik. “O” harfiyle bulduğumuz ilgili sözcükleri birbirimize sıralarken, ben hayvan ismi olarak “Ornitorenk” yazdığımı söyledim.

“Attın şimdi” dedi. “Öyle bi hayvan yok”.

Ben de O’na “Sen ne diyosun kızım, çocuk çocuk konuşma” anlamında bakıp, kasılarak kendime 20 puan yazdıktan sonra, yaşamımın ornitorenklerle geçen bölümünü anlattım. İnansın mı inanmasın mı bilemedi. En çok da ornitorenkin Fatma Didim sesiyle rüyama girip beni “gir içeri” diye azarlamasına güldü... Ben de bi sürü güldüm.

Akşam yolcu ederken O’nu ne kadar çok sevdiğimi düşündüm. İnsan niye sevdiği kadınla bu türden de arkadaş olamaz, ya da bir kez “arkadaş” dediği kıza niye sevgilisine duyduğu bazı bi takım hislerden beslemez, filan gibi bi takım sorular sorup cevaplarını ararken uyuyakaldım.

Geçen yıl evlendiğinde, kızını gelin vermiş bir baba tripleriyle karışık sıra arkadaşı başka bir kente taşınan ilkokul çocuğunun üzüntüsüne benzeyen tuhaf bir yoksunluk duygusuna kapıldım. Ama naapalım ki hayat bööle bişeydi. Damadın yakasına kulplu yarım cumhuriyet altını iğnelerken

“İyi bak lan arkadaşıma, üzme sakın, oyarım alimallah” deyip saadetler diledim...

Sonra, tek başıma kalmayıp kalabalıklara karışmak istediğim için hayatımda ilk kez hipodroma gidip at yarışı izledim.

Kafamı “takım kutusuna” daldırmış, söktüğüm eski radyo için “havşa başlı sac vidası” arıyordum. Günlerdir kapı kendi kendine çalıyor, telesekreter arayanlara bildik geyiği çeviriyordu. Kendimi eve kapattığım süre içinde, binlerce kitabı içeriklerine göre yeniden raflara dizmiş, damdaki kırık kiremitleri yenileriyle değiştirmiş, hazır dama fırlamışken “anten istikametini” değiştirip iki yeni kanal görüntüsü yakalamış, eski bir banyo kurnasının içine sardunya dikmiş, irili ufaklı bir çok cihazın içini açıp kurcalayarak kendimce onarmıştım. Kimilerine göre “üç günlük sıkı bir uykunun halledemeyeceği hiç bir problem yoktur”... Ben ise kendimi onarma sürecinde, sözkonusu uykunun üstüne evdeki bir çok şeyi de onarınca “savulun ulaaan” diye naralar atarak yeniden yaşama dalabilecek gücü topluyorum...

Heralde...

Yüzlerce metal böcüğün arasında güçlükle bulduğum vidayı alt kata radyoyu söktüğüm yere götürürken düşürdüm. Pin pin pin merdivenlerde zıplayıp sokak kapısının oralara doğru bi yere gitti. Kapının altında, bir kaç gün önce atılmış, kanguruya benzeyen, sinirli bir hayvan karikatürü duruyordu. Üstünde “bu bir ornitorenk” yazılıydı. Ornitorenk konuşma balonunda bana “çık dışarı” diye bağırıyordu.

O’nun yazısıydı. Arkadaşımın...