4 Ocak 2010 Pazartesi

Avuçtaki kalp hikâyeleri

Eski öykülerinden seçmelerinin yanı sıra yeni bir öykünün de yer aldığı Kalbin Böcüü'nde, Atilla Atalay yine en iyi bildiği şeyi yapıyor, kahkahalar attırırken birden ağlatmaya başlıyor. ELİF TANRIYAR, Atalay'ın bu son kitabını yazdı



Özellikle mizah dergisi okuyucuları için çok tanıdık bir isim Atilla Atalay. Gırgır'dan başlayarak bugüne dek çok sayıda mizah dergisinde yazan Atalay'ın yazılarını okuyarak, kim bilir kaç kuşak büyüdü, mizahla tanıştı, mizahı sevdi? Kalbin Böcüü, Atalay'ın yazılarını sevenler için adeta bir müjde kitap! Yazarın 30. yazı yılı şerefine hazırlanan seçkide, bugüne dek yayımladığı kitaplardan derlediği 30 öykü ve ilk kez bu kitapta yayımlanan ve aynı zamanda kitaba adını da veren yeni bir öykü yer alıyor. Atalay'ın yazılarını okuyanlar bilir; o çok komiktir, yazıya taklalar attırır, çok güldürür vs. Ama hele bir de hisli yazıları vardır ki esas onlar, okuduktan sonra neye uğradığınızı şaşırtır. İşte Kalbin Böcüü bu 'hisli' yazılardan oluşuyor. Atalay, yazının içinde dümeni öylesine ustalıkla kırıyor ki, gülerek başladığınız bir hikâyenin hangi noktasında ne oldu da birden gözleriniz doldu şaşırıyorsunuz. Ya da gayet acıklı bir noktada yine öyle bir şey yapıyor ki gülümsemeden duramıyorsunuz. Klişenin de ötesi olacak biliyorum ama aynı hayat gibi işte. Zaten Atalay'ın öykülerindeki kişiler de hepimizin çevresinde yaşayan, hayatın tam içinden sahici insanlar. Berber çırakları, bekâr evlerinin ümitsiz gençleri, size salçalı ekmek veren komşu teyzeler, askerlik ve sarhoşluk arkadaşları, ağabeyler, anneler, babalar... Yalnızca hayatın içinden karakterleri anlatmıyor Atalay. Zaten kitabın bir yerinde Atalay da tam şöyle diyor: "...öyküler okursunuz, gülersiniz, gözleriniz dolar... 'Gerçekten başından geçti mi?' diye sorarsınız öykücülere, oysa 'anlatılan sizin hikâyenizdir' hep... Birileri avcunuza kalbini bırakır, derin mavi bakmayı bilmiyorsanız, göremezsiniz." Atalay kitaptaki iki uzun öyküden birinde kendi dedesinin ve ailesinin öyküsünü anlatıyor ve özellikle bu öyküde yutkunmalarınızın giderek güçleştiğini fark ediyorsunuz. Bir de mavi gözlüsü var Atalay'ın, öykülerin orasında burasında karşınıza çıkan... Ama yalnızca hüzün yok elbette, öyküler bir yandan da çok çok komik ve fırlama! Aşk ve ilişkiler de var elbet. Gidenler, niye 'gitme!' demediğini bilemeyenler, unutulamayanlar... Velhasıl, okuyucunun duygularını harekete geçirmeyi iyi bilen bir yazar Atilla Atalay. Sırrı ise belli ki ince gözlemciliğinde... Peki güldürürken ağlatan hikâyelerinin sırrı nerede? Onu da kendi söylüyor aslında: "Bi keresinde Oğuz Abi söylediydi, 'Her şeyi yazıp çizdikten sonra bir çeki taşı kalır insanın içinde,' dediydi. 'Çeki taşı' nedir bilmiyorum. Ama tüm o komikliklerden sonra, insanın içine oturan, ağır ve kıpırdatılamaz acıklı bir şeylerin kaldığı doğrudur. Yazarsın, çizersin, bunlar hakikaten birilerini güldürür ama Oğuz Abi'nin söylediği gibi: Senin içinde, bütün güldürücü, sevindirici coşkulu bileşenleri aldıktan sonra, ağır, yerinden oynatılamaz, gözyaşı dahil bilinen herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenemez bir tortu kalıp birikir. Geriye irisinden bir taş, 'çeki taşı' kalır. Ben işte o 'ciddi ve hisli' yazıları yazmaya kalkıştığımda, çeki taşından kırabildiğim parçalarla harfler yaptım kendimce." (SABAH)