13 Ocak 2011 Perşembe

HAY BİN LEMAN

Yıllar önce, İrfan Sayar, Latif Demirci, Latife Tekin ve birkaç arkadaş daha köye babaannem "Deli Fedime" yi ziyarete gitmiştik. Baharın bir güzel zamanıydı, henüz delikanlıydık hepimiz. Rahmetli babaannemin kanındaki delilik alayımızdan daha fazla olduğu için bize bir çocuk huysuzluğuyla komikli, korkunçlu, ayıpçı bir sürü tuhaf hikaye anlatmıştı.
Konuşmanın bir yerinde, yanımızdaki mizah dergisini incelemeye başladı. Okuma yazma bilmediği için karikatürlere dikkatle baktı, evirip çevirdi, hangimizin hangi mikiyi çizdiğini, yazdığını sordu.
Hayat taşerona devredilmemişti o zaman. Babaannem tüm torunlarıyla beraber benim de "aldığı belli, verdiği belli" bir memur olmamı istiyordu. Bu nedenle küçük yaştaki torununu kandırıp aralarına aldıklarını düşündüğü bu patlıcan burunlu adamlar çizip cinli yazılar yazan çeteye çok ağır konuştu. En cadı haliyle, çok derinlerden kopup gelmiş eski bir lanetten söz eder gibi; "İnsan simasını böyle padılcan burunla çızarsanız hiçbir işiniz yolunda gitmez bak" demişti. "Simayla alay olmaz, hele ki burnumuzunan"...
O lanetli bakışlardan kurtulmak için derhal kendisine, istesem de asla patlıcan burun çizemediğimi söyledim. "Ben komikçi yazılar, gülünçlü kıssalar yazıyorum"dedim. Tee o zamanlardan ileri demokrasiye gönül vermiş bir insan olduğum içün, şunu da eklemiştim bakınız ve yerseniz: "Patlıcan burun çızan kimselerin hayat tarzlarına da karışacak değilim, mecburen aynı iş yerinde çalışıyoruz. Durum bundan ibarettir Sevgili Karabüklüler"
Babaannem yemedi fakat, "Olsun sen de padılcan mânasına gelen yazılar yazıyosundur" dedi.
O patlıcan mânalı,yazılardan çok yazdım hakkaten. Hayatta karikatür çizemediğim de doğru. Gerçi vaktiyle birkaç denemem olmuştur:
Gırgır zamanında, geceyarısına doğru ertesi günün gazete baskılarını beklediğimiz pek eğlenceli bir zaman dilimi oluyordu. Oğuz Aral'ın rotası üzerinde olmayan kuytu odalarda, pişti, basket, bastı, uzun eşek gibi bilinen oyunların yanı sıra tuhaf yarışmalar düzenleniyordu. Bir keresinde derginin bütün hiç çizemeyenleri arasında bir çizgi yarışması yapıldı. Doğal olarak pek az kişi katılıyordu ama işte onda derece almıştım ben. Orhan Alev biz yarışmacılara "inek çiziniz" diye bir konu verdi. Ben kağıdımın üzerine, "Konu: İnek" diye yazdım, bir iki uğraştım, sildim çizdim filan. Süre dolduğunda henüz yarım inek çizili cevap kağıdıma pek gülüştü dingiller. Konuyu anlayıp kağıdın tepesine yazdığım ve kenar süsü yaptığım için, bi de gidiş yolumun doğruluğundan ötürü bir çok puan aldım.
Mevzuu, çizerek güldürmekse yani, çizgimle ülkenin en tanınmış karikatürcülerini terbiyesizce güldürmüş bi insanım ben.
O sözde inek karikatürünü, uzun yıllar sakladım. Yazarken aklıma geldi, bu yazıya vinyet olur diye evin altını üstüne getirdim, bulamadım. O esnada bir sürü unutulmuş şey buldum yalnız.
İsmet Usta'nın el yazısıyla "seçme saçmalar", Şükrü Yavuz'un üzerine insan sureti çizdiği komik, beyaz leblebiler, Hasan Kaçan'dan piştide kazanılmış bir çalar saat, Gani Müjde'den hacıladığım "karışık slowlar" kasedi, aldığım ilk okur mektubu, hiç açılmamış, kırmızı siyah daktilo şeridi, henüz yirmili yaşlara bile basmamışken çekilmiş kılbıyık dergi fotoğrafları... Doğruymuş hakkaten, dediği aynıyla vâkiymiş Erkin Baba'nın, öyle bir geçiyormuş ki zaman. Yok yere patlıcan burnum sızladı, az kaldı en Küçük Osman halimle hüngür şangır dökülecektim o tozlu çekmecelere.

Hayat taşerona devredileli çok oluyor şimdi. Çoğu insanın burnu da kendininki değil artık.

Aradan geçen yıllar içinde, mizah dergilerinin başına gelen bin türlü belayı görüp yaşayınca, gerçekten de, babaannemin söylediği türden bir lanet olup olmadığını düşünmedim değil.Çünkü dünyanın en zor şeyidir bir mizah dergisini yaşatmak. Yazıp çizilenden başka bir sermayesi olmadan; eyvallahsız, hep akıntının tersine doğru yüzmeyi, akıldan kıt gammazlarla, iktidarın sıcağına yuva yapmış kurnazlarla, insan evladını aptallaştırıp kaskallamaya and içmiş fetbazlarla dalaşmayı göze almak zordur. Yorar adamı. Üstelik yalnızca şimdi, cehalete övgünün bu altın çağında, çıplak kralların daltoşak aramıza karışıp teşhirciliği hepten ele aldığı günlerde değil, her zaman zordur. Doğası öyledir çünkü. Kiminki olursa olsun, hayatın tüm alanlarındaki irili ufaklı her iktidarla her zaman, haktan yana hesabı vardır. "Mizah bu değil" dir, "Çıkıntılık yapma lan" dır, "Cıvıklık etme, karı gibi gülme" dir, "Versem iki koyun güdemezsiniz ama" dır, "Şşşt, akıllı olun aslan parçaları" dır... Aslına bakarsanız, patlıcan burunun laneti felan da yoktur ortalıkta, mizah dergisi çıkarmak bildiğiniz deliliktir.

Şimdi işte, Leman Dergisi bu deliliğin bininci haftasında.

Kendi adıma vaktiyle iyi kalpli, patlıcan burunlu adamlar tarafından kaçırılıp onlara karışmaktan hep mutlu oldum. Deli Fedime'nin torunu olarak, son beş altı yıldır kafamda tur atan bir takım sesleri; Sıkılhan'ı, Bunalgül'ü, Ömür ve Aşur Dayıları, Servis Şoförü Celil ile Buğra'yı, Çağatay'ı, Hırgürkan'ı, Adeviye Halayı, Nurcall'ı, Gülizar Öflan'ı, Enes Binsatar'ı Leman çatısı altında sizlerle paylaşmaktan, abi ve kardeşlerimle türlü çeşitli çıkıntılık yapmaktan ayrıca onur duyuyorum.

Hay bin Leman daha...