31 Ekim 2011 Pazartesi

EN GÜZEL HALLOWEEN MESAJLARI



Sönmesin hiç kombin
Eksik olmasın zombin
Bayram et eğlen
Ne de güzeldir halloven

***

Bu mübarek günde
Cümle tüketici insin avemeye
Neş'eli bir karanlık çöksün haneye
Yanar mum kabakta
Rabbim bırakmasın sokakta
Hayrolsun cadılar bayramı
Şizofrenem incitme kafamı

28 Ekim 2011 Cuma

Bir yardım kolisinde taş, bayrak, diğerinde mayo, abiye gece elbisesi... Van depremi uzakları da salladı.

Kriz anları, normal hallerde daha kolay perdelenebilecek arazları nasıl da su yüzüne çıkarıyor. Kriz anlarında, hakikat nasıl da kendini üçe katlayarak suratımızda patlıyor.

Van’ın yaşadığı depremle, çok uzaklardaki bir sürü kolon ve kiriş de sallandı durduğu yerde. Şaşırdık mı emin değilim? Şimdiye dek Kürt bölgelerinde yaşanan depremler sonrasında, geciken yardımı protesto etmek isteyenler kaç defa biber gazı yedi bu ülkede! Canı yanmış, canlarını enkazlar altında bırakmış, evi yurdu kalmamış insanlar, her şeyin üzerine biber gazı da yediler, sadece Kürt oldukları için bunu hak ettiklerini de duydular birilerinden. Faşizm bir doğal afet değil.

‘Öfkelerinde boğulsunlar’

Van’a yollanan paketler içinden taş, sopa ve bayrak çıktığını duyduğumda önce inanamadım, inanmak istemedim. Bir yandan ortalıktaki bilgi ve duyum enflasyonu içinde bunun sadece manipülasyon amacıyla türetilmiş olabileceği ihtimalini hatırlattım kendime. Ta ki Van merkezli Mavi Göl Kadın Derneği’nden Suna Şahin’le konuşana kadar. Suna Abla, bir ayakkabı fabrikasından işçi emeklisi. 2007’de yedi arkadaş bir araya gelip bu derneği kurdular. Yoğun göç alan şehirde, bunun acısını en fazla çeken kadınlara hukuk, sağlık, dil, toplumsal cinsiyet üzerine eğitimler vermeye başladılar. Kursları gerçekten çok kadının hayatını değiştirdi.

İşte şimdi dışarıda, çadırsız, altıncı katında yaşadığı bina oturulamaz durumda. Dernek binası da hasarlı. PTT’yle gelen paketlerde arkadaşları bizzat görmüş sözü edilen çakıl taşlarını, tahta parçalarını. “Bayrak yollasınlar, sonuçta bizim de bayrağımızdır. Onu mesele etmeyiz. Ama taş nedir?” diye soruyor. Cevap vermek zor.

“Sanıyorlar ki Yozgat’ta deprem olsa biz gitmeyeceğiz koşarak. Kürt çocukları taş atıyorsa tepkilerini başka hiçbir biçimde gösteremediklerindendir. Bir afette, böyle bir zamanda aklına böyle bir şey yapmak gelenler öfkelerinde boğulsun istiyorum” diyor.

Herkes söylüyor, temel mesele çadır. Suna Abla, kendi yaptıkları, yanları açık, çadırımsı bir tentenin altında sabahlıyor. Bir gram uyku yok. Kaybettiği yakınları için merkezden Erciş’e gitmiş de insanların taziyeleri kabul etmek için bile sığınabilecekleri bir çadır olmadığını anlatıyor.

Depremzedeye Mayo


Bir de kaş derken göz çıkaran, Van’a giden yardım kolilerine parmakarası terlik, mini etek, mayo, hatta taşlı, pullu payetli tuvalet yollayan var. Buna da baştan inanamamıştım. Ama İstanbul’da paketleyen ekiplerden şahitler belgelemiş bile. Bir de kirli battaniyelerini, kokan kazaklarını paketleyenler mevcut utanmadan. Kışlıkları çıkarırken eskileri ayırıyor yani, ev temizlensin istiyor...

Bu da başka bir orta sınıf arazı işte. Yardım onlar için dikey bir faaliyettir. Yüce gönüllerinden ‘aşağı’ doğru iner. Artık sahip olmak istemedikleriyle ‘yardım’ ederler ancak. Deprem bölgesine abiye tuvalet yahut mayo yollamak, en terbiyeli biçimde ‘şuursuzluk’ olarak tarif edilebilir.

Suna Abla benim kadar sert değil. “Yine de yardım etmek istemiş işte. Demek Doğu’yu hayatında görmemiş. Zaten bu bölünmeler de bu yüzden oluyor. Çoğumuz çorapla, pijamayla kaldık. Tuvalet yolluyorlar ama bizim şu an girecek tuvaletimiz yok. Onu bilseler iyi olurdu.”


Orta sınıf şuursuzluğu da bir doğal afet değil.  (Pınar Öğünç/Radikal)

Tabii ki de yol lazım... Fakat ama deprem...

25 Ekim 2011 Salı

VELİ GÖÇER'DEN DOSDOĞRU İNŞAAT'A... BİYERDE Bİ EĞRİLİK, Bİ SAHTEKARLIK Bİ HIRSIZLIK VAR AMA...

BAG YORUM: Yalova depreminde yüzlerce kişinin öldüğü konutların müteahhidi geçenlerde tahliye olan Veli Göçer'di. Belki de sırf soyadından dolayı, kendisine ruhsat veren, inşaa halindeyken binaları düzgün denetlemeyen bir sürü "yetkili" yerine; çöken onlarca kamu binasının yani devletin ihaleye verdiği binanın inşaatını yapan, bunları denetlemekle, onaylamakla görevli olanların adı yerine o zamandan aklımızda bir tek Veli Göçer kaldı...
Gerçekten de "Göçer" soyadı bir "inşaatçı" için riskli bir ad. Bilemeyiz, belki de idda edildiği gibi sırf bu yüzden "günah keçisi" ilan edilmiş bile olabilir. Aradan geçen yıllar içerisinde görüyoruz ki sektör bu işe uyanıp "Dosdoğru İnşaat" diye isimler bulmuş kendine. Kuşkusuz işini dosdoğru yapan da vardır. Ama sonuç ortada. Çöken binalar arasında yine bir çok kişinin topluca barındığı Yurt Kur'a ait öğrenci yurdu, cezaevi, okul öğretmenler lokali de var...
Bir gözde müteahhit çıktığı reklamda "Yapamazsın dediler, yaptım oldu" diyordu.
Kendi adıma cehalete övgünün bu altın çağında, asfalt ve betonun az kaldı ekmeğe sürülüp yedirileceği şu günlerde değil adı geçen müteahhite kimsenin kimseye "yapamazsın" deyeceğini sanmıyorum.
Yaparsın olur hakkaten. Ama böyle olur...


REZİDANSLAR TOWERLER CİTYLER ÜLKESİNDE ŞU AN EN GEREKLİ OLAN ŞEY UFACIK BİR ÇADIR

21 Ekim 2011 Cuma

Klasik bir eser: Arzuhalci Konçertosu. 2 Kopya, biri sizde kalacak. Konser sonuna kadar saklayınız

Akıllı telefonlar içün dümbelek aplikasyonundan sonraki en faideli aplikasyon. Mıhakak ekle bundan annem. Heyatın kolaylaşcak 4 dolar artı KDV. Vir parayı.

Haftanın Leman'ından Sıkılhan özeti...

- Alo, dostum merhaba, Enes ben, Enes Binsatar. Ticared ediyordum, aklıma sen geldin... Dur dedim bi arayayım.

- Beni mi satıcan?

- Adım Enes, Soyadım Binsatar: Ben öyle şey yapmam. Yapmam diyorsam, yapmam. Yapmam, olmaz!

- Konuya böyle girdiğine göre; rezidans, kule, tavır mevzuusu açıcan. Hiç hoşlanmıyorum o lüle lüle Kinkong kakalarından, baştan sööliyim...

- Lüle derken?

- Kinkong’u bir süre çimentoyla beslemişsin de, sonra canavar çeşitli parsellere büyük abdestini yapmış gibi...

- Ya sorma ben de hiç sevmiyorum artık rezidans, kule felan işlerini. Ablamgilin kaynıyla son yaptığımız inşaatta şantiye binasını ateşe verdiler, biz müteahhidleri de taşa tuttular. Aslında benim zerre kabahatim yok, ablamın kaynı yaptığımız evlere İngilisce isim takmaya çalışırken oyuna gelmiş. “Lucifer Houses” diye isim koymuş bilmeden. Herhal, “sun, flower, Venedic, city, mezonetta, dreamland, comfort, sıpıradona, supradin” felan gibi bi laf zanneti. Meğersem çok acaip bişeymiş. Mahalleli kışkırdı “Salyangoz mu satacanız lan burda” deyerekten taşa tuttu şantiyeyi. Halbuse, doğaynan içe, çevreyoluna sadece on takka uzakta modern yaşam şeysiydi, evler ama takılan isim yüzünden yarım bırakıp kaçtık...

- Ohahaha... Lucifer Evleri, İblis Tower, Satanic Recidance...

- Canım bilmeden oldu diyoruz, hemen maytaba alma insanı... Herneyse, bu rezidans, kule, köprülerlen beraber, İstanbul’a iki yeni şehir ormanı açılacağı haberini okumuşsundur... Orman içre, cafeler, mini çay bahçeleri, girişte otoparklar... Ticared, ihala... Hığğğ. Inzz.. Ticc... Kusura kalma bir an içün şuurumu kaybettim. Ticared... Ihnnn...

- Oh... Şu an üstümde yeşil alan var Enes...

- Yahu dalga geçme. Ben yeşili, laleyi felan seven bir insanım. Tam tersi, bu yeni ticared fikrim yeşille ormanla ilgili. Amma cafe, otopark, kozalak güvenliği, tuvaalet işletmesi vesaire gibi bildik ihaleler değil. Sincapların işletim hakkını almayı planlıyorum... Diyeceksin ki “Allahın Sincap hayvanının işletim hakkı olur mu?” El cevab: olur. İşte ticari zeka burda devreye giriyo...

- Yandı bende o devreler, hiç şaşırmam sincaba.

- İzin verir misin açıklayayım dostum. Mesela mısır bitkisinin dünya üzerindeki haklarının çoğu bir ecnebi tohum firmasına ait. Tohumu nerdeyse el mecbur, parasını verip ordan alıyorsun. İşte ben de diyorum ki, sincabın işletim haklarını alayım. Sincap gören, önce burdaki ormanlarda bana bi miktar para ödesin. Giderek dünyaya açılayım, küre üzerinde kim sincaba bakarsa bedelini ödesin, ticared olsun... Suyun, ağacın işletmesi oluyorsa sincabın da olacaktır. Vizyon sahibi kişi, bunu evvelden gören kişi değil midir? Bir kerresinde ünlü tüccarlardan ticared gurusu Ebu Hüveyye ve beraberindekiler... Alo... Ordasın değil mi dostum, sincap ve ticaredle ilgili bir kıssa anlatacağım. Gene kapadıysan, boşa nefes tüketmeyeyim. Alo?

- Sinkaf!

18 Ekim 2011 Salı

Kantin iş yapsın da...

TRABZON’da Kanuni Anadolu Lisesi’nde öğrenim gören öğrencilere, öğle tatillerinde okuldan çıkma yasağı getirildi. Yasağının, okul kantininin kira bedelinin artırılmasından kaynaklandığı, öğrencilerin öğle yemeği ihtiyaçlarını kantinden karşılaması için bu yönde karar alındığı iddia edildi. Yasağın kantinle ilgisi olmadığını ileri süren okul yönetimi ise, öğrencilerin öğleden sonraki derslere geç kalması nedeniyle kararın alındığını söylediler.

Trabzon Kanuni Anadolu Lisesi yeni eğitim ve öğretim yılının başlamasının ardından yeni bir uygulama başlattı ve öğrencilerin, cuma günleri dışında 12.00-13.00 saatleri arasında öğle tatilinde okuldan dışarı çıkmalarına yasak getirildi. Cuma günlerinde ise, isteyen öğrencilerin cuma namazına gidebilmeleri için öğle tatiline izin verildi. Yasak kararı öncesinde öğrencilerin görev yaptığı okulun giriş kapısında da bir sivil personel görevlendirildi. Öğle tatili yasağının, daha önce aylık kirası 2 bin 500 lira olan okul kantininin bu yıl 8 bin 500 liraya kiraya verilmesinden kaynaklandığı, öğrencilerin öğle yemeği ihtiyaçlarını kantinden karşılamaları için karar alındığı ileri sürüldü. (Vatan)




27 Eylül Tarihli Leman'dan Sıkılhan Özeti...

- Alo, Sıkıl Hırgürkan ben. Bak aslan, babayiğit adamsın, açık konuşuyorum, üzerim seni, gençliine yazık olur. Ne kendini harca, ne benim elimi kana bula. Bak ekmeemin peşindeyim, ticaretimdeyim, on numara delikanlıyım, açık konuşuyorum, yaparım dedim mi yaparım, samimiyim kıyarım yani.


- Hocam nooluyogene? Bilmeden tükkanının önünü mü kapamışam, ticareten mi engel olmuşam, haremine mi yan bakmışam, Tokine Doblona mı zarar getirmişem.

- Alay geçme zkerim tahtanı şerafsiz! Fotoğrafçıya hamburger yimeğe gidiyomuşsun, elimde belgeler duruyo. Ayrıyetten o orloncu lavuk el altından kola daatıyo, onlan da alışverişin var, ses kaydınızı aldırdım, alayınızı yakarım bak, şerefsiz evladıyım yakarım.

- Fotoğrafçıda hamburgerin, orloncuda kolanın işi ne be?

- Bilmezdene gelme yavuşak! Okul kantininde kola, burger felan yasak, çevre esnafın alayı, orloncuyken kola, fotoğrafçıyken sosisli satıyo. Siz de arada dışarı çıkıp zıkkımlanıyosunuz. O kantinin ihalesini alıncaya kadar göbeemiz çatladı lan bizim. Peder sıfır Siyah film camlı Doblo aldı, daha senetleri duruyo, siz alışveriş etmeyince nası döncek olm o kantin? Alayınızı yakarım bak, daha da o orloncuya, fotoğrafçıya gitmiyceksiniz. Zaten o tükkanlara da baskın vericez bu gece. Peder orloncu tırsıp kaçınca tükkanı biz kiralar, kolayı, burgeri biz veririz el altından diyo. O zaman kadar dışarı çıkıp o tükkanlara gideni yakarım. Bak yakarım dedim mi yakarım, alayınıza kıyarım. Alo... Açık mısın lan haala orda, kapa lan, kapa şu telefonu! Yavuşşşak!

Leman'dan Özetle

Ebekulak'tan Festival Jürisi Yazısı

Festival Jürisi


- Bence erkek oyuncu ödülünün Şevket’e verilmesi çok manasız...

- Saçma! Filmlerin hiç birisinde Şevket diye birisi yok zaten...

- Hadi ordan... Ben bi sürü Şevket gördüm... Asıl siz film gösterilerinde uyukladığınız için, bi tane bile Şevket görememişsiniz, kalkıp fikir yürütüyosunuz...

- Asıl sen su gibi votka içip perdede olmayan Şevketler görüyosun... Şuna bak kibrit çaksam infilak edicek, leş gibi votka kokuyo herif...

- Burası Antalya Film Festivali diil mi kardeşim? Şevket diye birisinin olması lazım... Bir ay önce Arif’in yerinde oturuyodum, yanıma geldi, “Abi bizim film festivalde, sen de jürideymişsin” dedi... Şööle esmerden bi çocuk... Bi sürü votka içtik, hesabı bana kitleyip tüymüş... Madem ki bööle bi terbiyesizlik yaptı, Şevket olayı bitmiştir artık... Benim için Şevket yok... Finito... Bitdi.

- Siz bi kahve için de öyle oylamaya geçelim...
- Lan yoksa biz Şevket’in yerinde içiyoduk da Arif diye biri mi geldi?.. Ben karıştırıyo muyum?

- İtiraz ediyorum... Bu adam jüriden çekilsin... Dut gibi sarhoş, burnunun ucunu göremiyo... Demin en iyi kadın oyuncu oynanırken de oyunu “Sezercik” diye bişeye verdi.

- Buldum bi dakka... O çocuğun adı Şevket diildi. Suphi galiba... Şiir yazıyodu... Bana şair jürisi için kulis yapıyodu, o arada kitledi votka hesabını... Şiir jürisinde mansiyon bile verdirtmiycem o şerefsize... Bittin sen Suphi... Finito...

- Bu ayyaş da her boka jüri... Bundan habersiz apartmana başkan bile seçilmiyo şu ülkede. Geçen yıl ilkokullar arası “Tasarruf ve biz” konulu kompozisyon yarışmasında halamın kızını harcayıp, birincilik ödülünü Cihangir’de 38 yaşında cüce bir hayat kadınına verdirtti... Neyse... Oylamaya geçelim... Bence en iyi erkek oyuncu ödülü Namık Tilbe’ye verilmeli... Dinamik bir oyunculuk, yeni bir yüz...

- O adam kim yaa? Yüzünü kim yeniltti?

- Türk Sineması votka krizi içinde... Saçmalamaya başladı... Namık Tilbe’yi nası tanımazsınız beyefendi?

- Ben ona bi heykel yarışmasında bi ikincilik verdirtmiş miydim? Hani topluca bi çocuk, burnu var hani...

- Herkesin kendi çapında bir burnu vardır beyefendi... Ama görünen o ki, bazılarımızın beyni yok...

- Noporm... Öpsi..

- Hıı?

- Zzzzzzzzt... Tokai, Erenköy distüribütörlüğü...

- Edepsizler... Laf dinleyin şurda... Sizin kulis oyunlarınıza pabuç bırakmıycim... Hakkeden, hakkettiği ödülü alıcak, işte o kadar... “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü Namık’ındır...

- Zzzt... Babayii...

- Sabote etme efendi... Otur votkanı hortumla... Bu tip kayırma ve kliklerle sinemamız bi yere gitmez... İtme insanı be! Bi çarparım...

- Yaşlı jüriye el kalkmaz, Erol Taş kesilirsin...

- Asıl siz, taraflı kararlara katılmıyorum diye bana karşı Mütecaviz Coşkun kesiliyorsunuz.

- Naapalım... Burada Türk Sineması tartışılıyor... Francis Ford Coppola kesilicek halimiz yok ya. Anca Tecavüzcü Coşkun kesilinebiliniyor... Zaten salon yok, bi bok yok..

- Ne alâka frigo yaa? Konuyu niye dağıtıyosunuz şimdi? Salon filan nerden çıktı... Oylamaya dönelim...

- Ben Cemil Filmer’le beraber Yeşilköy’de film çekiyorum... Bi baktım Kriton İliyadis geliyo... Bizim sesçi çocuk... Abi dedi, negatifler ışık almış, ilk beş sekans yeniden çekilecek...

- Aaa ama... Konuyu daatmayın dedikçe...Geyiğin kralı dönüyo... Zıçarım jürisine... Ben çekiliyorum arkadış... Ne haliniz varsa görün...

- Kalsaydınız, orontgutz. Noporm öpsi?

- Zzzt dedirtmiycem işte..


* * *

- Sonunda jüriden çekillip gitti inek... Tutturmuş kulis var, kayırma var... Sen kimsin lan?.. Delirtmeseydik gidiceği yoktu adinin... Oyunculuk yeteneğimi kullanarak sinirlerini bozdum... İlk ikisi çabuk üşüttü de bu sonuncusu dişli çıktı... Neyse, çatlak sesler ayıklandığına göre, önceden belirlenen listeyi basına veriyoruz... Gazetecilerden kıllanan olursa ne diyceğinizi biliyorsunuz: Noporm opzi... (Ebekulak/İletişim Yayınları)

17 Ekim 2011 Pazartesi

Gösteriler Nedeniyle Wall Street Esnafı Mağdur

ARMANİ LA!

ARMANİ ERMENİ Mİ?

Roni Margulies dün Taraf gazetesinde yer alan yazısında trajikomik bir olayı anlattı. İşte inanılamayacak kadar absürd o hikaye...

“Sanık savunmasında: Ben İstanbul’da Topkapı’da dolaşırken bit pazarında tişört ve eşofman altını 20.000 lira ödeyerek aldım. Avşa adasına Zülfi Kanarya pansiyonuna geldim. Geleli de bir hafta olmuştu. Bir haftadır bunu giyiyordum, ancak dün Avşa’da boncuk vesair satan şahsın biri ‘bunu niye giyiyorsun’ dedi ve bizi karakola getirdiler, bugün de buraya getirdiler. Ben diğer şahısları tanımıyorum, kendileriyle hiçbir dostluğum yoktur, ayrıca bu şekilde propaganda yapmayı düşünmem. Ben devlete saygılıyım, suçsuzum dedi.”

İkinci sanık da şöyle dedi:
“Ben jandarmada ifade vermiştim. Tişörtü aldığım şahıs Çaycı Ömer değil, onun kardeşi İbrahim’dir ve benden başka pek çok kişi de bu şekilde olan tişört ve şortlardan almıştır. Kesinlikle kötü bir niyetim yoktu. Ve ayrıca ben diğer sanıkları da tanımıyorum. Ben Avşa adasına tatilimi geçirmek için ailemle birlikte gelmiştim. Ayrıca bu tişört firması çok ünlü bir İtalyan firmasıdır, ben de moda gereği alıp giymiştim. Suçlamayı kabul etmiyorum.”

Ben jandarma olsam, hemen kıllanırdım. Herif belli ki Çaycı Ömer’i kollamaya çalışıyor, tişörtlerin kaynağı olarak Ömer’i değil kardeşi İbrahim’i gösteriyor.
Üçüncü sanık ise, ifadesinin kısalığından da anlaşıldığı gibi, kesinlikle suçlu herhalde:

“Söz konusu beyazlı tişört bana aittir. Ve bana annem almıştır. [Bu da suçu annesine atıyor!] Çok ünlü bir firmanın malı olduğu için bana hediye etmiştir, kesinlikle müsnet suçu işlemiş değilim.”

Sorgu zaptına göre, “Ermeni propagandası yapmak suçundan sanıklar ayrı ayrı yerlerden bulunarak hakimliğimize mevcutlu olarak gönderildikleri görülmekle ve tişörtler üzerinde gerekli bilirkişi incelemeleri ayrıntılı şekilde yapılmış olmakla sanıkların sorgularının yapılması için ayrı ayrı huzura alınıp ifadeleri alındı.”

Hiç jandarma eline düşmemiş olan masum vatandaşlar “mevcutlu” ne demek diye merak edebilir.

“Mevcutlu” olarak gönderilmek, “Haydi canım, sen hakimliğe gidiver” denmeyip jandarma eşliğinde gönderilmek demek. Bu durumda sanığın kelepçeli mi, kelepçesiz mi götürüleceği jandarmanın takdirine kalmış.
Konumuz olan olayda, “Ermeni propagandası yapmak” çok ciddi bir suç olduğu için, sanıklar kelepçeli olarak götürülmüş.
Bu arada, hukukçu okuyucularımın yardımına başvurmak isterim. “Ermeni propagandası yapmak” ne demektir tam olarak?
Örneğin, “Arkadaşım Yetvart çok iyi keman çalar” demek, Ermeni propagandası yapmak mıdır? Bence olabilir. Bilelim de, ona göre dikkatli davranalım.
Davaya dönersek, alışageldiğimiz adil yaklaşımıyla Türk adaleti, üzerinde “Emporio Armani” yazan tişört giymenin suç olup olmadığını saptamak için bilirkişilere başvurmuş.
İtalya’dan 74 yaşındaki moda kralı Giorgio Armani’yi Avşa’ya getirtmeyi ya düşünememişler ya da belki Sayın Armani’nin işi varmış. Onun yerine şöyle bir yöntem uygulanmış:
“Tişörtler üzerinde yazılı olan yazının propaganda mahiyetinde olup olmadığını tesbit etmek için bu dilden anlayan şahısların hakimliğimizde hazır bulunmaları hususunda Belediye Başkanlığı’ndan hoparlörle ilan yaptırılmıştır.”
O sırada Avşa’da tatilde bulunan üç tercüman hâkimliğe başvurmuş, bilirkişi heyeti oluşuvermiş!

Heyet, “Emporio Armani” ifadesinin “Ermeni İmparatorluğu” anlamına geldiğini doğrulamış. Ve suçlular ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmuş.

Bu hikâyeye inanmayanlar olacağını hissediyorum.

Lütfen hemen bugün bir AGOS gazetesi alın, Zakarya Mildanoğlu’nun yazısını okuyun.

Ben yukarıda sadece davanın sonucunu yalan yazdım. Geri kalanı tümüyle doğru.

Armani tişört giymenin kelepçelenerek mahkemeye çıkarılma nedeni olabildiği bir memlekette, hem Kürt hem BDP üyesi hem belediye başkanı olanların tutuklanmasına kim itiraz edebilir ki! (Roni Margulies)

Satranç, tavla ve okeye de ÖTV. Seksek Oyna Sen De Kardeşim!

Maliye lüks otomobil, alkol, sigara ve cep telefonlarının ardından çocukların oynadığı scrabble dahil, tavla, satranç, kızmabirader ve okey takımlarına bile özel tüketim vergisi (ÖTV) getirdi. (Ntvmsnbc)

SEKSEK OYNA SEN DE KARDEŞİM!

15 Ekim 2011 Cumartesi

Takatukaları da takatukacıya götürme

GİDEREK....

* Enseyi naturel kestir
* Yaşa taşa başa oturma
* Ayaktasın, su getir
* Kime diyorum?
* Lambaya püf de
* Püf deme üf de
* Perdeyi ört kız
* Kavur balıkları kardeşim
* Arka taraf kendi aranda konuşma
* Kenara çek gözlüklü
* Bozuk ver arkadaşım
* Üç çocuk dediydim, beş yapalım biz onu
* Bi de salata alalım ortaya

ALTIN PORTAKAL FİLMLERİ

Ulusal Uzun Metraj


En İyi Film: Güzel Günler Göreceğiz (Hasan Tolga Pulat)

En İyi İlk Film: Zenne (Caner Alper-Mehmet Binay)

En İyi Yönetmen: Çiğdem Vitrinel (Geriye Kalan)

En İyi Senaryo: Emre Kavuk (Güzel Günler Göreceğiz)

En İyi Görüntü Yönetmeni: Kenan Korkmaz (Lüks Otel) - Norayr Casper (Zenne)

En İyi Müzik: Frank Schreiber, Hemin Derya (Yürüyüş)

En İyi Kadın Oyuncu: Devin Özgür Çınar (Geriye Kalan)

En İyi Erkek Oyuncu: Erdal Beşikcioğlu (Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Tilbe Saran (Zenne) - Nesrin Cavadzade (Güzel Günler Göreceğiz)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Erkan Avcı (Zenne)

En İyi Kurgu: Kalendar Hasan (Güzel Günler Göreceğiz)

En İyi Sanat Yönetmeni: Giyasettin Şehir (Yürüyüş)

Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: “En İyi Film” Lüks Otel, “En İyi Müzik” Ömer Erciyes (Lüks Otel), “Çocuk Oyuncular” Okan Koç (Öngörüye Ağıt), Yusuf Berkan Demirbağ (Can), Abdullah Ado ve Nujiyan Kilgi (Yürüyüş)

Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Canavarlar Sofrası (Ramin Matin)

Kadınlar Jürisi Özel Ödülü: Nar (Ümit Ünal)

Antalya Kent Konseyi Seyirci Ödülü: Can (Raşit Çelikezer)
Uluslararası Uzun Metraj:

En İyi Film Ödülü: “On the Edge - Sınırda” (Leila Kilani)

Uluslararası Uzun Metraj Jüri Özel Ödülü: Welcome to Germany - Almanya (Yasemin Samdereli)

Gençlik Jurisi Ödülü: “Goodbye - Güle Güle” (Mohammad Rasoulof)

Belgesel Ödülleri:

En İyi Belgesel Film Ödülü: Bedensiz Ruhlar (Sabite Kaya)

En İyi İlk Belgesel Film Ödülü: Oğlunuz Erdal (Tunç Erenkuş) - Geçmiş Mazi Olmadı (Mehmet Özgür Candan)

Jüri Özel Ödülü: Arabeks (Gökhan Bulut ve Cem Kaya)

Jüri Özel Ödülü: Kadim (Okan Avcı)

Kısa Film Ödülleri

En İyi Kısa Film Ödülü: Dua (Tuna Balkan)

Jüri Özel Ödülü: Kırmızı Alarm (Emre Akay)

Jüri Özel Ödülü: İnfantil Amnezi (Can Mengilibörü)

SİYAD Ödülleri:

En İyi Ulusal Uzun Metraj: Zenne (Caner Alper , Mehmet Binay)

En İyi Uluslararası Uzun Metraj: Goodbye - Güle Güle (Mohammad Rasoulof)

Halkın Portakalı: Rengim-Rengim Grubu












14 Ekim 2011 Cuma

ÇOCUK CELEBRITYLER CEPHESİ... Evcilik dünyasından magazin haberleri.

İlişkileri bitiyor mu? Genç kızların ilahı Justin Bieber, sevgilisi Selena Gomez'e yaranamıyor

Güzel şarkıcı, Bieber'ı olgun olmamakla suçluyor

İLİŞKİLERİ SALLANTIDA

Müzik dünyasının genç yetenekleri Justin Bieber ile Selena Gomez’in ilişkilerinin üzerinde kara bulutlar geziyor.Bunun nedeni 19 yaşındaki Gomez’in,17 yaşındaki Bieber’ın hareketlerinifazla çocuksu bulması. New! Dergisi’nin haberine göre;Gomez arkadaşlarına yakışıklı şarkıcının yeterince olgun olmamasından dert yanıyor ve “Ona sürekli ‘Büyü artık Justin’ diyorum ama anlamıyor” diyor. (Gazete Habertürk)

KARGA TOPUNU YEMEDEN MESAİ BAŞLIYCAK... Yaşasın daha da...

Türkler hayatından memnun değil
40 ülkede araştırma yapıldı; Türkiye ‘memnuniyet listesi’nde 32. sırada yer aldı. Çalışma saatlerine göre de Türk insanı daha çok çalışıyor.
Paris merkezli Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD’nin ‘How’s life’ (Hayat nasıl) raporu, 40 ülkede yürütülen araştırmalar sonucunda insanların yaşamlarından memnun olup olmadığını tespit etti.

Mutluluk ve refah derecelerini ortaya koyan raporda, Türkiye memnuniyet sıralamasında 32. oldu.
OECD 11 kriter üzerinden hareketle; gelir, barınma, sağlık ve iş-ev dengesi gibi insanların yaşam kalitelerini ortaya koyacak sorular sordu. Araştırmaya göre, insanlar için en önemli mutluluk kriteri gelir olarak tespit edildi. Bunu sağlık, temiz çevre ve güvenli yaşam çevresi izliyor. Ancak rapora göre, yüksek gelir her zaman iyi yaşam demek değil.  (Ntvmsnbc)

12 Ekim 2011 Çarşamba

SÜMELA'NIN ŞİFRESİ/ FRAGMAN... SENARYO: YILMAZ OKUMUŞ

BAG PAZARLAMA İFTİHARLA TAKDİM EDER: YURTDIŞINDAN İTHAL ROSBUCOCU SPRAYİ

TÜRLÜ ÇEŞİTLİ HAYVANLIĞA KARŞI!!!

Ciddi Haber: Tecavüz vaadiyle sprey satışı!

"Bu Yıl Kış Çok Sert Geçecek" Haberi Mevsimi Başladı! Ağustos Böceği Panikte Karınca Medyada Boy Göstermeye Hazırlanıyor

Cepten kan damlıyor!

Cep telefonları insanlar için bu yüzyılın en vazgeçilmezi oldu. Amerikalı navigasyon şirketi TeleNav insanların yüzde 33’ünün bir haftayı cep telefonsuz geçirmektense seks diyetine girmeye razı olduklarını ortaya koyarken, kimse bu alışkanlığın dünyanın öbür ucundaki 5 milyon kişinin ölümünden sorumlu olacağını elbette düşünemezdi.



Danimarkalı yönetmen Frank Poulsen, BM ve insan hakları örgütlerinin verdikleri bilgilerden yola çıkarak, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusunda bulunan ve ülkedeki iç savaşı körükleyen silahlı grupların işlettiği, çocukların köle gibi çalıştırıldığı madenlerden elde edilen minerallerden yapılan cep telefonlarının satışlarının, ülkedeki savaşı nasıl daha da şiddetlendirdiğini anlatan bir belgesel çekti.


“Cep Telefonundaki Kan” adlı belgeselin çekimi için Kongo’ya giden yönetmen, çocukların madenlerdeki çalışma şartlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Ülkedeki silahlı örgütlerin yönetiminde bulunan maden bölgesine 2 günlük bir yürüyüşün ardından varan Poulsen, ilk gün bizzat madenlerin içine girdi fakat fazla ilerleyemedi. Çünkü madenin tünelleri, onun bedeni için fazla dardı. Ertesi gün burada çalışan çocuklardan birine küçük bir kamera vererek çalışma ortamlarını görüntülemesini istedi. Görüntüler ise içler acısıydı...
(Milliyet)




11 Ekim 2011 Salı

SAĞLIĞIN İÇİN SON 24 SAAT

http://www.greenpeace.org/turkey/tr/

Güle Güle Selma Hoca

Matematiği, çok sonradan anlaşılmaz bir biçimde sevmeme neden olan Türkiye'nin ilk kadın profesörü, hocam Selma Soysal'ı, matematiksel olarak anlatırken sınıfta beni çok güldürdüğü "sonsuzluk" a uğurladık. Gülegüle hocam. A.A

Türkiye’nin yetiştirdiği bilim insanları arasında önde gelen isimlerden biri olan ve Türkiye’nin ilk kadın profesörü Prof. Dr. Selma Soysal 87 yaşında yaşamını yitirdi.
Prof. Dr. Soysal için ilk tören dün yıllarca hizmet verdiği, öğrenciler yetiştirdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampusu’nde gerçekleştirildi. Törene Prof. Dr. Soysal’ın eski çalışma arkadaşları, öğrencileri ve ailesi katıldı.
Törene katılan eski milletvekili Mümtaz Sosyal da ablasına duygusal bir konuşma ile veda etti. Konuşmasına “İnsanın ablasını anlatması zor” diyerek başlayan Mümtaz Sosyal, “Selma olağanüstü insanların yanında çalıştı, kendini yetiştirdi. Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk bilim insanlarından biri. Bu çatı altında bir matematik kadını olma konusunda büyük başarılar gösterdi. Onunla müthiş gurur duyuyorum” dedi.
Prof. Dr. Soysal Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. (Vatan)

10 Ekim 2011 Pazartesi

EKİM L'MANYAĞI'NDAN ÖZETLE LEZZET LALESİ. Yazan: Yüksek Gurme Süheyl Başdamak


* Merhaba, gırtlak dostları, bu ay da yemek borusunu şenlendiren gurme tüyolarıyla karşınızdayım. Şirin mekanlar, lezzet sırları, damak domaltan tadlar, yiyecek içecek ve çiğnenecek kültürünü sizlere anlatıp tanıştırmak içün yaşayan bendeniz, Yüksek Gurme Süheyl Başdamak, emrinizdeyim efendim.
* Sapanca'daki lezzet durağı Kuddusi Abi'nin yerinde imzalı peçete koleksiyonu var. Kimler Kuddusi Abi'nin yemeklerinden tadmış kimler. Örneğin rahmetli sarışın bomba Marlyn Monroe, dudağıyla imzaladığı peçeteye "Thank you Kuddusi. Patlicanli kebap is beatiful" yazmış. Hemen yanında Microsoft'un kurucusu Bill Gates'in peçete notu okunuyor: ingilisce olarak "Burada yediğim billur kebabını hiçbir yerde yemedim. Kuddusi Usta mükemmelsin" yazmış. Walt Disney ise küçük sevimli bir miki çizip, konuşma balonuna "Çek bir irmik helvası daha" yazarak şirin mi şirin bir not bırakmış. Daha da enteresanı masa örtülerinde de ünlülerin bıraktığı izlerin olması. Mesela bizim masada daire içine alınmış lekenin kenarında "Brus Vils'in döktüğü cacık" yazıyordu. Başka masalarda ise Robert De Niro'nun devirdiği çorba, Eştın Kuçır'ın damlattığı ayva kompostosu gibi lekeler ve açıklamaları bulunuyor.

Ünlülerin uğrak yeri bu mekana gidip siz de bir leke bırakmaya ne dersiniz?

* . Nişantaşı Robbe Cafe'de zbable tobrarları hadrenlenmiş olarak kubli tabaklarda servis ediyorlar. Şef garson Muhsin'in eline biraz bahşiş sıkıştırırsanız tabağınıza bi parça kuhmekli beharbe de ilave ediyor.

* Mürenli tost... Siz de ilk kez duyuyorsunuz değil mi? Turgutreis deki Tombraks Büfe'nin sahibi Kudret "Niçin müren balığından tost yapılmasın ki?" sorusunu kendine soralı beş yıl oluyor. Beş yıl içinde mürenli tost, damak dostlarının vazgeçilmezi olmuş. Oralara yolunuz düşerse Tombraks Büfe'ye uğrayıp mürenli tost yemeyi ihmal etmeyin...

DOĞAYLA İÇİÇE SOLİTER KONAKLARI. PAPAZ İNŞAAT DÖTDÖTE YAŞAMLAR SUNAR

YAĞMURUN SESİNE BAK... HAY AĞZINI KIRAYIM

2 Ekim 2011 Pazar

SALDIRAN SALDIRANA VE BAYAN YANINDAN BİR SIDIKA ÖYKÜSÜ



PANİK BUTONU


- Sıdıka, bak unutmadan sööliyim, büfenin üstünde Nefise Abla'nın panik butonu var. Sabahleyin bıraktı. Toz felan alırken kurcalayıp da sakın basma butona. Polis gelir, Nefise Ablangilin kocasını alır, durduk yere elalemin yuvasını yıkarsın...

- Nefise Ablamın panik butonu niye bizde duruyo ki? Lazım olup da basmaya kalksa o yarma kocası buraya varamadan öldürür kadıncaazı. Panik butonu mağdureye en yakın yerde durucak ki kocasından şiddet görünce hemen abansın düğmeye...

- Kocası bozar diye butonu bizde saklıyo. Elektronik işi geliyo herifin elinden. "Az yazsın" diye apartmanın elektrik saatini felan bozmuş. "Alarmı da bozar" diyo Nefise.

- Pilli mi acaba bu şey?

- Kız elleme butonu, yanlışlıkla basarsın, karakola sinyal gider, yuva yıkılır. Ortada üç tane çocuk var, bi yuva neliklerle kuruluyo, cart diye bi butonla yıkmak olmaz, günahtır.

- Peki üç çocuğa da ayrıca buton vermişler mi? Çünkü o ayı çocuklarına da girişiyo.

- Olmaz ööle şey, çoluk çocuğa buton mu verilir. Yanlış basar, eve ceza gelir. Abin mesela üçbuçuk yaşındayken trenin imdat freni kolunu çekti, o zamanın parasıyla yirmibeş lira "usulsüz kullanım cezası" ödediydik. Eve döndüğümüzde baban sinirden abini hortumla dövdü, beni de merdivenden yuvarladı...

- Hah ben de bu konuya gelicektim: Bu durumda, çok önceden beri ailemize ait bir panik butonunun bizde de olması lazım. Hatta buton ne ki, gerektiğinde babamı durdurmak üzere direk Pentagon'a bağlı bir kırmızı telefon hattı verilmeliydi.

- Bilmem belki de vardır. Ailenin reisi diye imza karşılığı babana teslim etmişlerdir panik butonunu.

- Peh... Tabi ya ööledir, hepimizin nüfus kağıdı bile haala babamda duruyo.

- Dursun işte babanda. Naapıcan sen kız kendi nüfus kağıdını?

- Ne demek "Naapıcan kendi nüfus kağıdını" bu nasıl bir soru anne ya? Nüfus kağıdı benim.

- Çene yarıştırma kız anneyle. Mühim evraklar ve televizyonun uzaktan kumandası babada bulunur. Kadın kısmısı ise kömürlüğün anahtarı ve çamaşır makinasının kullanım kitapçığını muhafaza etmekle yükümlüdür. Cemiyet kaidesi bu, örf. İki elektronik, efendim iki modernlik çıktı diye, hemen atadan dededen gördüğümüzü unutacak mıyız? Olmaz olsun böyle atom çağı...

- Ahaha... Atom çağı mı? O geçeli çok oluyo anne. Atom parçalandı bitti, Cern'de atomaltı Higgs Parçacığını bile buldular.

-. Hımm...O zaman şimdi ne çağındayız biz? "İleri demokrasi mi" ne?

- Sen karıştırma kafanı, "uzay çağı" diyelim, bitsin...

- "Bu çağda uzaylı koca bulurum. Herifin mezhebi geniştir, moderndir, larcdır, istediğim gibi parmağımda oynatırım" diye plan kuruyosan, hep söyledim, yine söyliyim Sıdıka: Uzaydan adam çıkmaz! Hem nerden biliyoruz uzaylı kocaların kadın dövmediklerini. O yüzden sen hiç "Artıkın uzay çağındayız" diyerekten uzaylılara güvenme. Yine ne varsa insan kocada var. İnsan koca belli bi yaşa kadar serserilik haytalık etse de neticede alkolu bırakır, tevbe eder, umreye gider, yaşlanır durulur. Ama uzaylıyı tut tutabilirsen. Bi kere herifin kaç yaşında yaşlanıp durulucağını bilmiyoruz. O yüzden oynama elalemin butonuyla batonuyla felan... Gülme, ışık hızıyla terlik fırlatırım, kafan gözün parçacık olur bak...



* * *



- Alo Sıdıka, nasılsın fena ahlaklı kadın? Kenar ben. Kendine köpek ettiğin Kenar. Temiz bir yuva kurup metalik gri bir Doblo araba almak isterken, hayatın girdaplarında vicdansız bir kadının ve...

- Çok yanlış bi yeri aramışsın sen Kenar. Flaş tiviyi arıycaktın, Yalçın Abi'nin programını...

- Bırak şimdi, bir kadın entirikası kurma bana. Ben hangi numarayı aradığımı gayet iyi biliyorum. Bak Sıdıka, sana delikanlı gibi mertçe bir soru soracağım: Bana elektronik kelepçe mi taktırdın lan? Bi türlü sizin evin sokağına giremiyorum. Geçen ordan geçmeye çalıştım, arabanın dingili kırıldı. Dün yaya olarak yaklaşmaya çalıştım, sizin sokağın başındaki kuruyemişçi leblebi kavuruyodu "İftar vakti niye ortalığa leblebi kokusu yayıp milletin nefsine eziyet ediyosun lan" diyerek herifle kavgaya tutuştum, karakolluk olduk. Bugün dedim ki "Lan bari taksi tutayım, Sıdıkalar'ın kapısı önünde ineyim"...Bu sefer taksici yavşakla kapıştık. Kaavenin önünden sizin oraya kadar "Kısa mesafe alamam" dedi terbiyesiz evladı. Ben kendisine hesap sorunca da bi sürü taksici toplanıp şahsıma darp ettiler. Noolacak bu taksici terörü Sıdıka ya? Bazı taksici esnafının yaptıkları Sarı Şehir Magandası lafını hakketmiyor mu? Bu sarı dehşet daha kaç vatandaşı dövecek? Herneyse konu dağıldı, ne diyodum ben Sıdıkam?

- Bence ne dediğini bilmiyodun.

- Yok yok şey diyodum; bi türlü sizin evin oraya yaklaşamıyorum Sıdıka. Ne oluyo da böyle oluyo? Yoksa bilmeden bana uykumdayken bir cihaz mı taktırdın. Elektronik olarak mı oluyo bu aksilikler. Taktırdıysan çıkar Sıdıkam, onun yerine nikah yüzüğü takalım. Bak evlenince alışırız birbirimize. Alo... Ben şimdi kapamak zorundayım Sıdıka. Sarı Öfke peşimde. Bi taksici şu an yerimi tesbit etti, telsizden adam topluyo. Elveda Sıdıkam. Eğer bana bişey olursa bu Kenar seni çok seviyodu...

Bayan Yanı Ekim Dergisi'nden özetlenerek