11 Ekim 2014 Cumartesi

NATIONAL GEOGLATHIF / LATİF DEMİRCİ


Bütün kitaplarımın kapağını gözüm arkada kalmadan emanet ettiğim; sevgili çalışma, dertleşme, kendinimizi kaybedinceye kadar gülme arkadaşım, Sıdıka'nın çizer babası Latif Demirci'den, harbi "büyük usta" dan....

22 Temmuz 2014 Salı

ÇOK KISA BİŞİ ANLATICAM / ALPER ATALAN

İlk kitabı “Sanal Uyku” yayımlandıktan tam 11 yıl sonra “Mart” ile edebiyatseverlerle buluşan Alper Atalan, bu sefer çok bekletmeden “Çok Kısa Bişi Anlatıcam” diyerek, omzumuzdan sarsıyor bizi.
“Çok Kısa Bişi Anlatıcam”, yazın misafirliğe gittiğimiz, klimasız fakat sürekli esen, ferah evlere benziyor. 36 odalı bir ev. Her bir odasına girip çıktığımızda kafamızdaki düşünceler berraklaşıyor. Her bir oda bir yaşanmışlığı, bir yaşam tecrübesini vuruyor yüzümüze. Kitabın içerisindeki 36 adet öyküden bahsediyorum, evet. Hepsinde olmasa bile birkaç tanesinde kendi yaşamınızdan bir iz bulmanız mümkün. İlk öykülerde, sizi de öykünün içine yerleştiren anlatım üslubuyla, o izi gösteriyor ucundan Atalan.  İzin peşine takılıp gittiğinizde 36 öykünün nasıl bittiğini anlayamıyorsunuz bile. “Çok Kısa Bişi Anlatıcam” deyip saatlerce bizi esir alan arkadaşların tam tersine, sözünün eri bir arkadaş oluveriyor kitap.
Alper Atalan’ın ilk öykü kitabı “Mart” için, “Yazarın arkalarda bir yerde "Çaylar benden!" diye bağırdığını da duyuyoruz” demişti bir yazısında Yekta Kopan. Yazısının sonunda da bir sonraki kitapta okurların Alper Atalan’ı bir masaya oturtup “Bu sefer çaylar benden!” diye sesleneceği tahmininde bulunmuştu. Yanıldığı söylenemez. “Çok Kısa Bişi Anlatıcam”, bitirdikten sonra yazarına çay ısmarlamak isteyeceğiniz türden bir öykü kitabı.
Çok kısa bişi anlatıcam/ Alper Atalan/ İletişim Yayınları/150 s.
(CNN türk)

22 Haziran 2014 Pazar

SEBASTİAN SOSYAL MEDYADA MEVZUU. "Zamanın ruhunu yakalayamamak" ve internet fenomeni...

Durum benim hatta tüm mizahçıların çoktandır alıştığımız bir şey. Sosyal medyanın gelişimiyle mizah dergilerinin her şeyi kamuya hepten açık zaten. Moda deyimle "Sıhıntı yoh" yani... Beni de hatırlayan olunca Sebastiangille beraber ayrıca seviniyoruz tabii... Hatırlamayanın da canı sağolsun:)) Yıllarca emeğimizi açıktan sömüren TV ve film yapımcılarının, reklamcıların yaptıkları yanında sosyal medya üretkeni kardeşlerimizin bu türden anonimleştirmeleri en doğal hakları hatta onur verici...
Yalnız iş tersine dönünce az biraz içim burkulmuyor değil. Vaktiyle bir TV eleştirmeninin Sabah Gazetesi'ndeki köşe yazısında ortada on yıllık Sıdıka öykülerinin biriktiği yayınlanmış bir kitap dururken beni "Sıdıka'yı Bir Demet Tiyatro" dan araklamakla" itham etmesi gibi; günün birinde ERAY kitabıyla karşılaşan şirin bir kardeşimizin benzeri bir ithamda bulunması, şu ortamda gayet mümkün...
İşi araştırmacılara, eleştirmenlere, mizah tarihçilerine filan bırakmak en doğrusu. Ama bu konuda da maalesef pek fazla insan yok. Olanların bir bölümü de, hobi düzeyinde ve bu alandaki boşluktan yararlanarak kendilerini bu işe atamış kimseler. Hatta iyi birer mizah dergisi okuru oldukları bile söylenemez. Yani geriye yine sosyal medya kalıyor:))
O yüzden İletişim Yayınları'ndan çıkan ERAY kitabı dışında digital bağlamda da iz bırakmak için, Lmanyak Dergisi'nin 200. Özel sayısı için kitlesine uzun yıllardan sonra bir kez daha seslenen Majesteleri Eray'ın ilgili yazısını buraya koyuyorum.
Hemen ardından, sadece ilgilisinin okuması için Prof. Dr. Ünsal Özünlü'nün "Erayoloji" adlı bir dil bilimsel makalesi yer alıyor.



ERAY 200. Lmanyak Özel Temmuz 2012


            Lütfen dikkat: Şu anda LManyak Dergisi 200.Özel Sayısı için Majesteleri Eray tarafından hazırlatılmış bölümde bulunuyorsunuz.
            Yazıya retina taramasıyla alınacaksınız. Yazı boyunca sayfa içerisinde dolaşan köpeklere yiyecek vermeyiniz. Onüç yaşından küçük çocukların yazıyı veliisiyle beraber okuduğundan emin olunuz.
            İçeriye 500cl su şişesinden başkaca bi cisim ve/veya kasık biti, sea monkey, mayasıl, larva vb gibi canlı organizmalar sokulması, yüksek sesle konuşma, gülüşme, "doğal olmayan cinsel birleşme" vb kesinlikle yasaktır.
            Yazıyı büyütüp küçültmek için üzerinde tuhaf parmak hareketleri yapmayınız. Sayfa kağıt ve matbaa mürekkebinden yapılmış olup tıklama, sürükleme, avuçlama, çimdikleme, dırnak sürtme, toynak darbesi, Smart TV ye fırlatma, "layk etme" gibi hareketlerinize yanıt vermeyecektir, yırtarsınız o olur.
            Hızla okunması, dimağ karıncalanması, dağarcıkta darlanma, şuur bulanıklığı, havsala çökmesi, fikir fıtığı ve istenmeyen gebeliklere sebep olabilir.

            Az sonra dört iklim yedi cihan, iki işletim sistemi; galaksiler ve paralel evrenler majestesi, ulu insan, kusursuzlukla mükemmelliğin uç beyi, devlet adamı, örnek kişi, numune şahıs, yeri geldiğinde şefkatli bir reis, yeri geldiğinde semt fitbolunun alt yapısından yetişmiş kalender kişi, bazen yırtıcı bir hatip, kimileyin sosyolog, icabında psikolog, doğuştan pedagog, çekirdekten yetişme anatomi uzmanı, kendini geliştirmiş jinekolog, yetenekli bir asabiye mütehassısı ve asabi, büyük mimar, herşeyden evvel muazzam bir ticaret dehası, karizmatik, sürükleyici, şoketatar (şok edip atan kişi), disiplinperver, mega, giga hatta tera, ultra, sonsuz üzeri sonsuz kere zeki, çığır açıcı, dizayn edici, çözüm üretkeni kişi, doğal lider Eray kitlesine seslenicektir.

            Sebastian, harflerimi getir ordan, parantezleri kutularından çıkar, virgülleri yağla, kitlemi şaklabe işleminden geçir (şaklabanlık sevimlilik reveransları yap) şiringeçlerini filan aç, hoşgeldin, beş gittin yap.

            Eee nasısınız bakalım kitlem. Uzun zaman geçti, bana aitlerim. Ben buralarda yokken umarım başkasının camiası olmayı aklınızdan bile geçirmemişsinizdir. Kitle dediğin kaypak olur. İki dakka ortalıkta görünmeyince hemen gidip başkasına fan, hayran, fanatik felan yazar kendini. Sebastian bile ben iki saat kaybolunca gidip Demet Akalın Fun Club'a felan üye oluyo, Kuntik Girls Dizisi'nin setine seyahat şansı için gazoz kafası (kapak), hışırtılı cips naylonu felan biriktiriyo, çeşitli face gruplarının "like butonu" nu lik lik ediyo, açıkhava konserlerine gidip sahnedekilerin attığı takma kirpikleri felan kapıcam diye uğraşıyo, kendini paçoz badigartlarına dövdürüyo... Falan...
            Biyere ait olmak istiyosanız bana ait olun kitlem. Allahıma şükür, sizi geçindiricek, mayışım, tükanım arabam felan var, hepinize bakarım. (Sebastian buraya kahkaha efekti koy, smaylilileri yak, asşdahfşahasada, harflarini arka arkaya diz)
            Lemanyak Dergisi'nin 200. sayısı nedeniylen özel bir yazıyla kitleme hitap etmem istendiğinde, naapıcağımı bilemediğimden bi süre uşağım Sebastian'ı dövdüm. (Böyle aklım bişeyle meşgulken onu dövmek bana iyi geliyor, zihnim dinleniyor, kafam boşalıyor) Bunca yıl sonra ne yapacaktım, neler yazmalıydım, Sebastian niyçün giderek morarıyordu? Sonunda kitleme genel olarak bir "hitabe" yazarak, hitap etmeye karar verdim...
            Hitabet sanatımı getir Sebastian!


            * Kininize sahip çıkın sevgili camiam. Sizin beslediğiniz kini başkasının beslemesine izin vermeyin. Bi ara sadık uşağım Sebastian "Kininizi bugün ben besledim majesteleri" diyerek beni uzunca süre kandırdı. Neden sonra "du bakiim gidip bu gün şu kinimi kendim besliyim" diye gittiğimde bir de baktım ki. Kinimin yerinde yeller esiyo. Artık orada bir şevkat beslenmeye başlamış,semirmiş kocaman olmuş. Neyle beslediyse kini, bozmuş atmış Sebastik uşak parçası. Benim elceğizimle ışık göstermeden, kuyruğunu felan keserek, dikenli tasma ve elektrikle  büyüttüğüm o vahşi kin gitmiş yerine yavşakça bir şevkat hissi (duygu) gelmiş. Yavrulayıp ürer felan diyerekten oracıkta boğdurtdum eski kinimi... Kinden başka his beslemeyin çiftleşip birbirlerine karışırlar, sizin de kafanız karışır...
            * Sebastian hariç hepiniz üreyin. Eray Camiasına yeni neferler, doğurgan dişiler lazım. Küçük bir bilgi notu: Doğurgan dişinin leğen kemikleri geniş olur. Ööle "sıfır beden" filan diye kasanlar bi çocuğu dört taksitte doğurabiliyo. Baktın mı çatısı geniş olacak, bir batında sekiz yavru kapasitesini garanti ediceksin... Majestelerinin, yeni dükleri düşesleri, lordları baronesleri, başbayii ve distürübütörlükleri (distürü eden: dağıtan), françayzingleri gezegenin hiir yerine dağılsın, cümle AVM'ler Erayinmanlarla dolsun....
            * Sözün burasında kendime hitabediyorum. Ben de evleneyim yahu artık. Karekatör kahramanı, miyzah tipi felan... Neticede dizi film karekterleri bile evlendirilmek suretiyle cemiyete camiaya daha hizmetkâr hale geliyorlar. Misal, Behzat Ç Amirim bile (Hayırlı vazifeler abi, semtin çocuğuz) evlendi, akabinde sezon finalini dul olarak yaptı amma olsun. Ha keza Bir Kadın Bir Erkek dizisinde yeni bir yuva kuruldu... Eh Eray da, majeste felan amma kursun yuvasını rızkına baksın. Ama tabi bizim dünyamızda mecburen karekatör bir tiple evlenmemiz gerekiyor.
            Bayan Yanı'ndan Sıdıka'yla ya da Leman'dan Bunalgül'le felan evlensem olmaz şimdi, akraba evliliğine girer. Allah muhafaza çocuklarımız kusursuz, düzgün felan olur. (Karekatör tipler, padılcan burunlu, yamrı yumru kimseler oldukları için akraba evliliği sonucunda düpedüzgün dünyaya gelip miyzah  piyasasında aç kalabilirler)
            Bahadır Boysal'ın çızdığı hatunlardan birinin kapısını çalsam, evlenmek ne kelime, karı elimi kana bulattırır, suçu Sebastian'a yükleyip uşaksız kalırım.
            Behiç Pek'in çızdığı Toros'la Hamile'deki Hamile, zaten gebe bir tip, neye elin çocuğunu nüfusuma alayım.
            Can Barslan'ın çizdiği Dedektif Sanlı'nın maceralarda gözükmeyen Semiramis diye bir kız kardeşi varmış, Ati Bey'den Can Bey'e haber yollattım. "Çikolata yaptırıp gelelim" deye, Semiramis Hanım "Egosu yüksek" diye beni beğenmemiş. Majesteyiz kızım, boru mu, tabi egomuz yüksek olucak.
            Gökhan Dabak'ın tipi Deli Cevat "Boing Burhan, sen ben üçümüz bir yuva kuralım" diye geldi, ona da cemiyet hazır değil, dergiyi taşlarlar...
            Yine eski Lmanyak tiplerinden, Cengiz Üstün'ün çızdığı Mokar Hastası Nihan'a Sebastian'la haber yolladım, Nihan'ın Sebastian'a yaptıklarını burada yazamayacağım. Cemiyet hazır değil gene, işlerim bozulur, sittin sene ihale, mekân ruhsatı felan vermezler, bitirirler beni. Yalnız şu kadarını söyliyim Nihan'ın ettikleri yüzünden Sebastian'a ilk kez ben bile acıdım...
            Neyse olmadı yani, du bakalım kısmet ama belki şöyle yeni çıtır bi tip çıkar, onlan girerim dünya evime.

            Sebastian, hitabet kitimi kutusuna koy. Vedalaşma menüsünü aç...

            Sevgili kitlem; cinler camiası, hinekologlar (hinik fırlamalık uzmanları), şirindirik oluşumlar, zekâ Tokileri, sevimlilik aplikasyonları, yıllar sonra sizinle görüşmek hakikaten güzeldi, hislendim, duyargalarım tutkuyla açılıp kapandı. (Yeşil ledlerim yandı) sevinç gözyaşlarımla mazmaza ve garagara ettim. Uygun olursam L'manyağın 500. sayısında felan gene hitap ederim ben size. Az sonra geleneksel Majesteleri Eray Ünvan Töreni var, titr saçıcam, taytıl yağdırıcam. Sebastian kitlemi mavi salona al.... Çekilebilirsiniz, öpsün sizi majeste. Al kırmızı halıyı, ört spotu, boşları topla.

GELENEKSEL MAJESTELERİ ERAY ÜNVAN DAĞITIMI...


            Lmanyak Dergi Editörü Bay Aslan Özdemir'e, Majesteleri Eray Dolapdere Granddüklüğü, Kaligraf Bay Fatih Kaan'a Eray Üstün Hizmet Nişanı, bir TOKİ dairesi, bir de bebek... Müessse Müdürü Baş Haznedar Ali Bey'e Majesteleri Eray İmam Adnan Sokak Lordluğu, Teknik Sekreter Bay Aydın Şahin'e Trabzon Ve Havalisi Özel Yetkili Baronluğu, Lmanyak Halkla İlişkiler Sekreteri Ören Dayan Asiye Uludağ'a Bakingam Baronesliği, Bay Murat Yüceşan'a Makintoş Markiliği, Bay Fikret Özdemir'e Majesteleri Eray Cesaret ve Liyakat Nişanıyla beraber kendi adına para basma ve pul çıkartma yetkisi verilmiştir. 


ERAYOLOJİ

Dil dizgesinin her katmanında belirli sayılarda dil birimleri bulunur. Buna karşın, bu dil birimlerinin sözcük ve tümce yaratma olasılığı oldukça çoktur. Ses dizgesinde, örneğin, belirli sayıdaki sesler yan yana gelerek binlerce, milyonlarca sözcük yaratabilir. Her dilin kendine özgü sözcük yaratma yöntemleri o dilin dilbilgisinde kural olarak irdelenir. Kurallar da belirli sayılardadır. Sözcükler birbiri ardına sıralanırken sözcük öbeklerini, sözcük öbekleri de belirli sayılarda kurallara dayalı olarak, sonunda tümcecikleri ve tümceleri oluştururlar. Dilbilgisi kuralları yalnızca diliçi etkileşimler sonucunda değil insanbilim, toplumbilim, ruhbilim, eğitim ve kültür gibi dildışı etkileşimler biçimlenir. İşte bundan dolayı dilin yaratma gücü yalnızca diliçi özelliklere bağlı olmayıp yukarıda değinilen dildışı etkiler sonunda değer kazanır.
Konuya dilbilgisi açısından bakıldığı zaman, dili konuşan bireyler, konuştukları dilin dilbilgisi kurallarına uygun biçimlerde tümcelerini ve sözcüklerini kurarlar. Oysa bireyler dilbilgisi kurallarına zaman zaman uymayabilir. Dil dizgesinin dışında, dilin her katmanında birtakım özel kullanımlar bulunabilir. Bireyler yaşamları boyunca dili her zaman dilbilgisi kuralları uygunluğunda kullansalardı, bu dil kullanımları, belli mantıksal ve matematiksel dizgeler yüklendikten sonra, bu dizgelerin uygunluğunda belli değişkeler üreten bilgisayar iletişimlerinden farklı olmayacaktı. Özellikle anlambilim alanında görülen değişkenlikler, dil kullanımlarının sınır tanımazlığını belirtmek bakımından çok ilginçtir. Dilin en önemli özelliklerinden biri olan yaratıcılık ve yaratma yeteneği, insanı, konuşan bir hayvan olarak yalnızca diğer hayvan türlerinden değil, belli bir dizge yüklenmiş makinalar olan bilgisayarlardan da ayırır. Bu çok doğaldır, çünkü dilin yaratma gücü, hem dil dizgesi içinde, hem de bu dizgenin dışında sonsuz olanak ve olasılıklar aracılığıyla dil kullanımı sağlar.
Dildeki sonsuz olasılık ve olanaklar birtakım belli kurallara bağlanır. Sonuç olarak, dilin kuralları vardır, ama yaratma gücünün yoktur. Dil kuralları çalışıp öğrenilebilir ama yaratma gücü kişinin kendi doğasından gelen bir yetenek olduğu için belli kuralları yoktur. (Carter ve Nash, 1990:176) Dil kurallarına bağlı kalmayan yaratma gücü, yeni oluşumları dilin her katmanında ortaya çıkarabilir. Yaratılan yeni oluşumlar eğer dil dizgesi içindeyse, bireyler onları yadırgamazlar. Dizge dışı kullanımlar ise yadsınır, çoğu zaman da gülünür. Zaten gülmecenin dil ve dil kullanımı alanında işte bu yüzden çok sık oynamalar görülmektedir. İnsanlar yadırgadıkları dil kullanımlarına gülerek tepki gösterirler. Gülmek, bir çeşit alay etmektir ve alay etmek de bir çeşit tepki göstermektir. Ruhbilim, insanın yadsıma ve şok durumlarında, bir boşalma içgüdüsü nedeniyle güldüğünü varsayar. Alışılmamış biçimler ve birimler, oluşumlar yaratan gülmece alanında çoğu zaman işte bu yüzden olağanüstü dil yaratıcılığı görülmektedir. Kim bilir, belki de insanoğlu, dil dizgelerinin çeşitli katmanlarındaki sınırlı sayıdaki dil birim ve kurallarına başkaldırmak, yeni birim ve olgular yaratmak istediği için, gülmece dil ile belki daha çok oynamaktadır.
Aşağıdaki incelemede, gülmece yazarlarından Atilla Atalay’ın HIBIR Dergisi’nde 1986 yılından beri her hafta yayımlanan ERAY köşesindeki yazıları konu edilmektedir. Atalay, Eray’da, Eray adındaki kahramanıyla, okuyucularıyla bir iletişim kurmaktadır. Yalnız, bu iletişimin kurmaca mı, yoksa gerçek mi olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Eray’daki iletişim ne çeşit bir iletişim olursa olsun, dil kullanımı bakımından incelemeye değer bulunmaktadır, çünkü bu köşede dilin, dil dizgesi içindeki kullanım ve değerlerine ek olarak, dil dizgesi dışındaki değer ve kullanımları oldukça sık görülmektedir. Gülmecenin amaçlarından biri, olağan ve alışılmış olayları, olağanüstü ve alışılmamış biçimlerde vermekse, Eray’daki alışılmamış dil kullanımları da gülmece açısından olağan görülmektedir.
Eray köşesinin yazarı, düşsel olarak, Atilla Atalay değil, Eray’ın kendisidir. Bir başka deyişle, Atalay, okuyucularıyla iletişimi Eray adındaki düşsel köşe kahramanıyla yapmaktadır. Derginin bu köşesinde Eray, çoğu zaman okuyucularına bir öğretmen gibi sorular sorup yanıtlar almakta, gerektiğinde onları ödüllendirmekte, ya da cezalandırmaktadır. Eray’ın soruları gerek dil, gerek mantık bakımından, Eray’ın kendi deyişiyle, “... akıllara sığmayan, transrasyonel sınıflandırılamaz oluşum, mantık ötesi biyolojik ve elektrostatik olgu...” bu sorulara gelen yanıtlar da insanın dil ve mantık “metabolizma”sının kolay kolay kaldıramayacağı oluşumlardır. Eray’ın sadık uşağı Sebastian’dır. Eray ne kadar olağanüstü bir “yazar”sa, Sebastian da onun tam tersine, “negatif zekalı” bir uşaktır. Eray’a aşırı derecede tutkun olan bir “sevgili”si vardır. Eray’ın “Piranha Manita İncigül Tantana” dediği bu kız alabildiğine şişman, peltek konuşan, Eray gibi “Hiperkülade” ve “anormarvılıs” derecede olağanüstü bir insandır. Eray ondan kaçtıkça, İncigül ona yapışır. Bazen İncigül, Eray’a fotoğrafını gönderir ve arkasına “Tana bu hafta da yatakta tekilmiş tuh bi pozumu gönderiyorum.” yazar. Eray kızdan yakınır: “Bu karı anca nehir yatağına sığar... Sanıyorum fotoğraf çektirmek için Kızılırmağı zorla yatağından kaldırdı... Ulan kim tıktı bu kızı bana yaa... Hangi boyutta günah işledim, ne suçum vardı, oh my Rab!” (Hıbır, Sayı:39)
Eray, bir köşe yazarı olarak, sorduğu sorulara beğendiği yanıtlar alınca, okuyucularına lordluk, dükalık,düşeslik, beylik, düklük, viyadüklük, vb. gibi ünvanlar da verir. Onlara yazı başlarında “Kitlelerin daniskası”, “Erayinperver camiam”, “Nassınız Erayıklar...?”, Melankolikolisi” gibi adlarla seslenir, kendisini sevdiklerinden dolayı bazen derginin kapak sayfasını ‘Ben bir Erayinman oldum’, ‘nükleer’ başlığıyla (!) açmak ister. Yazılarında aşırı biçimlerde yaptığı dil sapmalarının bilincindedir. Bundan dolayı, aklına geldikçe “... kullandığım cümle düşükleri (düşük cümle, cenin, prematüre) için özür dilerim” der.
Hıbır’da Eray’a ayrılan tek sütunluk bir yer, Eray’ın, dolayısıyla Atilla Atalay’ın dil kullanımını tam olarak gösteremeyeceği için, bu incelemde birden fazla Eray yazısı gözönüne alınmıştır. Bir yazarın deyiş (style) yeteneğini araştırmak için dar boyutlu bir kesitten daha çok, geniş zamanlı ve çerçeveli bir dönemin içindeki dil yeteneğini incelemek daha verimli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Eray, okuyucularıyla bir iletişim kurduğu için dilbilim alanında bir söylem (discourse) konusu oluşturmaktadır. Bu bakımdan, yapılacak olan bir incelemenin de söylem alanındaki niteliklere dayandırılması gerekmektedir. Bundan dolayı, bu incelemede ele alınan yöntemler, söylem çözümlemesiyle ilgili söylem deyişlerini (discourse style) içermektedir.
Atalay’ın Eray’ındaki söylem çeşitlerinde durum bağlamı (context of situation), her söylem çeşidinde olduğu gibi, yazarın düşünce yapısı (ideology) ile sıkı sıkıya ilgilidir. Eray köşesindeki tüm yazılar, Hıbır’da çalışan “muazzamteşem”, “ilginçtüel”, ve aynı zamanda “anormalkulade” bir insan olan Eray’ın tüm düşüncelerini yansıttığı için, bu kendine özgü düşünce yapısı olan dünyayı, kendilerinden “manyakötesi mektuplar” aldığı okuyucularına nasıl yansıttığını anlamak zor değildir. Verdiği yanıtlardan dolayı hasta olan okuyucularına Eray, “International Hospital Hastanesi Erayşilürji Bölümü’ne” gitmelerini önerir.
Söylem ve söylem deyişi çözümlemelerinde ilk ele alınıcak olan söylem alanında (field of discourse) iki durum olgusu vardır: 1-Ortam (Setting), 2-Konu (Topic), ya da birbiri ardısıra gelen konular. Ortam, söylemin geçtiği yer ve mekandır. Konu da yazarın tasarlayıp sözünü ettiği fikirlerdir. Eray’daki ortam, yazarın yazılarını yazarken içinde bulunduğu dergi yönetim yeridir. Eray masasında okuyucularıyla iletişim kurmaktadır. Yazılarında da o andaki düşünceleri vardır. Buradaki ortamı ikiye ayırmak daha doğru olmaktadır: a-Birincil ortam (Immediate setting), ve b-Geniş ortam (Wider setting). Bu duruma göre birincil ortamda Eray, dergi yönetim binasında okuyucularına o anda yazılar yazar, okuyucuları da Eray’ın o yazdıklarını okurlar. Geniş ortamda ise okuyucular Eray’ın yazdıklarını okuduktan sonra onların etkisi altında kalırlar. Yazarın düşünce yapısı, geniş ortamı pek gözönüne almadığı için International Hospital Erayşilürji Bölümü bu yüzden açılmıştır belki de, çünkü Eray’ın okuyucuları, yazarın kendisi gibi, büyük olasılıkla tam anlamıyla hastanelik insanlardır.(!) Birincil ortamla geniş ortam arasında kesin bir ayrım çizgisi yoktur. Bu yüzden Eray’ı okuyanlar, yazıları okuduktan sonra mı hastanelik olmuşlardır, yoksa ancak hastanelik insanlar mı Eray’ın okuyucuları olurlar, belli değildir. Ancak her iki durum da Eray’ın yazılarında sözünü ettiği olay ve durumlarla doğrudan ilgilidir.
Söylem alanındaki durum ve konumlar, gerçek ve kırgısal (practical), ve düşsel (imaginary) olarak ele alınabilir. Eray’ın yazılarındaki olaylar, konu gülmece olduğu için, gerçek mi, düşsel mi pek belli değildir. Her hafta çıkan yazılarda Eray her ne biçimde olursa olsun okuyucularla bir iletişim kurmak istediği, kurduğu, ya da kurar gibi göründüğü için durum ve konum gerçek varsayılabilir.
Söylem çözümlemesinde ikinci olarak ele alınan söylem deyişinde (tenor of discourse), söylemi yapan kişinin ve kişilerin etkileşimleri, bunların toplumsal rolleri ve durumları, kişisel davranış ve girişimleri ele alınır. Söylem deyişlerinde insanlar fikir tartışmasında bulunur, birbirleriyle uzaktan yakından ilişki kurarlar ve söylemlerinde kendi fikirlerini savunurlar. Eray, okuyucularla sağladığı iletişiminde, çoğu kez gerçek ve mantık bakımından olağan olmayan konu ve konumlara değinir. Eray’da, okuyucularına karşı bir üstünlük, önderlik duygusu vardır. Bunu hemen her yazısında dile getirir: “Zihinsel böbürlü lideriniz Eray (zekasıyla böbürlenen lideriniz Eray)”, “Erayinmanlar camiasının tartışılabilinemeyen kuşkusuz efendisi Eray.” Yönetim biçimi cumhuriyet olan devletlerde geçerliliğini artık yitirmiş olan ünvanları, yazı ve davranışlarını beğendiği okuyucularına verecek kadar kendini herkesten üstün ya da soylu görür. Okuyucularının kendisine sevgi ve övgü dolu mektuplar göndermesinden hoşnuttur: “... gösterdiğiniz devlerade ilgi yine beni galaksilere fırlattı....” Yer darlığından dolayı yayınlayamadığı mektuplar için de kendine özgü bir özür dileme biçimi vardır: “Bir kısmını belleğimin şirinlikler departmanına kaydettim ama yayınlayamadım” Zaman zaman bu övgülerini kendi bilinç dünyasında kurmuş olduğu dil dizgesindeki birimler doğrultusunda kullanır: “Fırlamalık aleminin en şugır tartışılmazı ulu insan...” Bazen okuyucularının yazılarına kızar, ya da onların yaptıklarından ders alınmasını ister: “Erayinmanyak Şenol’un mektubunu okuyup ibret ve diazem (müsekkin) alınız” Eray’ın olağandışı düşünce yapısı (ideology) ve davranışları kendisini de etkiler. O da bunun bilincindedir. Durumunu “Beynim konkordato durumunda (iflas)”, ve “Sinirlerim lambada yapıyo (oynamak)” diyerek açıklar. Normal insanlarla olan ilişkisinde onlara kızdığı zamanlar “Şimdi alırım seni bilincimin altına, psi psine ezilirsin. Deli psikolog.” ve “Doktor bilincinin altında mahzur kalmış” diyecek kadar dil katmanlarındaki kesitsel kullanımları ve çağrışımları birbirine karıştırır.
Eray, okuyucularıyla olan iletişimini, kendisi olmadığı zamanlarda telesekreteriyle sağlar. Bazen sadık uşağı Sebastian, telesekreterdeki notları efendisi Eray’a iletir. Böylece Eray’ın hem bir telesekreteri, hem de bir “kölesekreteri” vardır. Eray, okuyucularıyla ilişkilerinde yer yer kibardır da... Bilinci yerindeyken onları yazılarında ağırlamaktan geri kalmaz: “Sizi hemen şööle mevzuuya alayım”, “Sizi hemen yazıya alıcam”. Buyrun...” İyi olduğu zamanlar okuyucularını selamlaması da oldukça candandır: “Hepinize hiss ve kissler...”, “Doğan, histim sana, kal sağlıcakla...”, “Muck you”, “Hepinize his yaptım kitlem”, “Bakın şirin kitlesi...”, “ Hepinize sevgi dolu saygılar efendim...”, Selaminmanlar...”, “Tebrikiterim!”, “Merhabaica kitlem!”. Bütün kibarlığına karşın davranışlarında gene de ölçülüdür, çünkü okuyucularla fazla yüzgöz olmak istemez. Bu özelliği, uşağı Sebastian’a verdiği emirlerde bellidir: “Okuyucuların fişini çekiver... His ve kiss... Muck you!”, “Sebastian... Kitleme kapıyı göster...”, “Sebastian, kov onları...”, “Sebastian, okuyucuları sepetle...”, “Sebastian... Yazı bitti... Kov onları...”,” Sebastian! Onlara sevgi ve kapı göster... Bye bye... Bye be... Hadi gidin...!”
Kızdığı zamanlar, azarlamaları olağan dil kullanımlarının dışında olduğu için ilginçtir: “Deli rakun!”, “Pis tazı”, “Rezil fok!”, “Bana nasıl pati çekersin lan bakteri...!”, “O sırada saman yığınına girmeseydim görürdün sen kıl dibi...”
Eray’ın söylem deyişi (tenor/manner of discourse), yakın çevresinde Sebastian ve Piranha Manita İncigül Tantana’ya; uzak çevresinde de okuyucularına olan davranış ve konuşmalarıyla ortaya çıkarılabilir. Yazılarında Eray çoğunlukla Sebastian’ın davranışlarını gülmece konusu eder. Sebastian konuşan bir birey olarak değil, davranışlarda bulunan bir nesne olarak akıllara yerleşir. Buna karşın Piranha Manita İncigül Tantana hem konuşan, hem de çeşitli gülünç davranışlarda bulunan bir birey olarak göze çarpar. Eray, İncigül’ün konuşmalarını onun söylediği gibi, /s/ leri /t/ biçiminde peltekleştirerek yazıya alır. Söylem alanında, bir kimsenin sözce değerlerini yansıtma biçimi bakımından Eray’ın bu çabası anımsanmaya değer bulunmaktadır. Yazıları dergide yazan kendisi olduğu için yazılardaki başlıca söylem rolü kuşkusuz kendisindedir. Söylem deyişi de kendisinin özelliklerini yansıtmaktadır. Bunlara koşut olarak da Eray’ın her yazısında, gereğinde hemen kızan, gereğinde azarlayan, sevinen, üzülen, cezalandıran, ödüllendiren değişken kişisel ruh durumu görülmektedir. Yazılarındaki birincil söylem ve geniş söylem deyişleri Eray’ın kişiliğini olduğu gibi yansıtmaktadır.
Söylem çözümlemesinde üçüncü olarak ele alınan söylem kipi (mode of discourse), iletişimde bir ortam olarak incelenmektedir. Söylemde ortam genellikle konuşma dili olmasına karşın, konuşma dili yazı diline aktarıldığı zaman ister istemez birtakım değişmeler ortaya çıkar. Eray, yazılarında konuşma diliyle yazı dilini olabildiğince bağdaştırmaya çalışır. Sözcük dağarcığında, özellikle ortaokul ve lise çağındaki gençlerin çok benimsediği, gençlik argosu türündeki türetme sözcükleri çok bulunmaktadır: “Aabi karakter yapmayın yaaa...”, “Nassınız Erayıklar?”, “Hiperkûlade çok fevkli (Fevkalade zevk gibi bi şey)”, “Anormarvılıs (Anormal harikalıkta)”, “Yatak yorgazm”, “Dünyayı tozbombe görmek”, “Elemterefish my answerfish”, “E best doğrusu”, “Berbalade (bad=kötü, berbalade=Fevkalade kötü)” gibi örnekler yalnızca birkaçıdır.
Söylem deyişinin, metin yazarının ve diğer kişilerin arasındaki sözel ilintileri ele almasına karşın, söylem kipi yazarın metin yapısıyla sıkı sıkıya ilgilidir. Eray her hafta, kendisine ayrılan tek sütunun bir parçasında kendi yaşamındaki çevreden, Sebastian’dan, İncigül’den sözeder, diğer parçasında da ülkenin çeşitli yerlerinden kendisine yazan okuyucularıyla söyleşir. Eray yazıları her zaman ya “Kimse kıpırdamasın! Bu bir Eray yazısıdır... Hürmet ediniz... Eee, nasısınız bağımlılarım? Sebastian, tebaama his et... (Sevinç gösterisinde bulun... “, “Selam babalar... Nasısınız kitlelerin daniskası, Erayinperver camiam...” diyerek, ya da buna benzer girişlerle başlar. Yazıların bitiminde “Haydi şimdi dağılın.” “Sebastian... Kitleme kapıyı göster...”, “Hepinize his yaptım kitlem... Saiyonara. (Japonca ‘Allahısmarladık’ demek.)”, “Hadi gidin şimdi... Öpülesisiniz... Severim...” diyerek, ya da buna benzer bitişlerle sona erer. Eray, ülkemizin özellikle şu son yıllarda yaşamakta olduğu milletlerarası gelişmeler altındaki değişimleri doğrultusunda dilde ortaya çıkan yeni sözcükleriyle, yabancı dillerden geçen sözcükleri ve biçimleri anadildeki biçim ve sözcüklerle kaynaştırarak gülünç sözcükler yaratır, metinde çoğunlukla bunları kullanır. Eray’ın dili, dilimizin Farsça, Arapça, Osmanlıca, Fransızca, İngilizce, ve son yıllarda, dağılan demirperde ülkelerinin çeşitli dillerinden gelen çok sayıda sözcük ve biçimi içine alır. Eray bir bakıma bu alıntıların Türkçe’de kullanılmasını gülmece konusu yapmak ister, metin kurgusunda çoğunlukla bu durumu gözönüne alır. Özellikle son 8-10 yıl boyunca İngilizce’nin dilimize attığı tırpanlar düşünülürse Eray’ın abartarak, bilinçli olarak kullandığı “Muck you”, “Anormarvılıs”, “Naykkabı”, “No mana bişi (Anlamsız)” gibi sözcükler özellikle gülmece alanında yadsınmaz, daha da ötesinde, gülünür. Eray, dilimize sahip çıkamamamızı gülmece kanalında böylelikle eleştirir.
Etkileşim olarak söylem ele alındığında dilin geniş ölçekli işlevlerini incelemek gerekmektedir. Her metin, düşünsel (Ideational), metinsel (Textual), ve kişilerarası (Interpersonal) adı verilen geniş ölçekli dil işlevlerini içine alır.
Düşünsel işlev, metin yazarının kendi çevresinde ve düşünce yapısındaki nesneleri, fikirleri ve bunlar arasındaki bağıntıları yazıya yansıtmak için kullandığı dil olgularıdır. Yazar, kendi çevresi ve dünyasını yazıya aktarabilmek için istediği dil birimlerini kullanır. Zaman zaman belli sayıdaki kuralları içeren dil sisteminden dışarı çıkabilir. O zaman yazarın dil kullanımındaki yaratma yeteneği açıkça ortaya çıkar.
Düşünsel işlevinde Eray, çevresindeki olayları oldukça iyi gözleyip algılayan yetenekli bir yazardır. Dünyadaki her çeşit yenilik onu olumlu ya da olumsuz biçimlerde etkiler. Kullandığı tümcelerde onun bu yeteneği oldukça açık bir biçimde bellidir. Olayları gözleyip algıladıktan sonra bunları anlatırken tümcelerdeki rolü gelişimçi (processor) sınırlarında kalır: “... Sebastian yıllık sakatlığının bir bölümünü kullanmakta olduğu için mektuplarınızı bizzat ben açtım... Umarım onore olmuşsunuzdur... Sebastian gonore oldu... Gonore (belsoğukluğu) demek, bir nevi genital rahatsızlık... Ben yılbaşı için Jönev’deyken (Cenevre) Sebastian eve Romen almış da... Yılbaşı dedim de... Kitlemden istediğim duvar takvimi ve ajandalar beklediğimden az geldi... Bunda sizin bi suçunuz yoktur eminim... Siz bana yollamışsınızdır da, ya postada kaybolmuştur, ya da Noel Baba iç edip kendi tanıdıklarına vermiştir... Bu nedenle güvenlik birimine emir verip ne kadar Noel Baba varsa toplatıp bir odaya kapattırdım... Kendilerine yiyecek falan verdirtmiyorum, birer lokma su dağıttım o kadar... Ajandalarımı hangisi arakladıysa ya ortaya çıkacak, ya da Noel Baba ve adamlarını harcıycam...” (Hıbır, Sayı:142)
Eray’ın her yazısı, yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi gözlem ve olay gelişmeleriyle doludur. Herhangi bir olayda kendi rolü her zaman baskın çıkmakta, olayları kendi yönüne çevirmekte, duygularını, dolayısıyla daha sonraki gelişmeleri kendi istediği gibi düzenlemektedir. Aşağıdaki örnekte de İncigül’ü anlatırken olaylar karşısındaki duyguları Eray’ın rolünü belirtmektedir:
“Bilim İncigül’ün karşısında çaresiz maalesef... Ayrıca tek sorunu şişmanlık değil ki... Telesekretere not bırakan tam 14 kişi İncigül’ün abiliğini, 5 kişi de kocalığını üstlendi. Bu ondört abili, beş kocalı gürbüzle kim olsa baş edemez... 8 Mart kadınlar günü nedeniyle yemek yeme eylemi yaptı, komşu evlerin mutfaklarına sıçradı, dürbünlü tüfekle uyuşturucu ok fırlatılarak durduruldu... Şimdi beş gündür mışıl mışıl uyuyo, uyuyan dev...” (Hıbır, Sayı:47)
Söylem alanıyla yakından ilgili olan düşünsel işlevinde Eray, olayları kendi duygularına göre biçimlendirir ve yazılarını çeşitli kesitsel dil kullanımlarıya süsler:
“Heey tamam be aabi... Hey hey hey sakin olun, hepsi geçti, tamam mı? Döndüm, buradayım... Sebastian, Lazerhan Kalfa’ya daha fazla Malibu içirme... Bi hoş davranmaya başladı, o avizeden indir O’nu... Go ahead (ilerle)... Eee, nasısınız galaktik şirin kitle... Bodur bir ayrılıktan sonra (kısa) işte yine berabere kaldık... Tatilimi Suriye’de özel bir eğitim kampında geçirdim... Piranha Manita İncigül Tantana’ya gelince... Malikanemin bahçesine iniş yaparken saçını helikopterimin pervanesine kaptırdı. Şimdi kel, şişman ve mutlu. (Babam gibi)... Suriye’deki kampta öğrendiğim özel ikna yöntemleri (süper special methods) sayesinde İncigül denilen zehirli varille anlaşmaya vardık... Beni sevebilmesinin olanaklar ötesi olduğunu fazla direnmeden anladı... Şimdi size şarkı söyleyecek... Hadi İncigül söyle...” (Hıbır, Sayı:147)
Metinsel işlev, metnin anlamlar yüklü bir yumak biçimine gelebilmesi için kullanılan dil birimlerinin toplamını gözönüne alan bir işlevdir. Tümceler arasındaki birlik ve devamlılık bu işlevin kullanımına bağlıdır. Metinsel işlev iyi kullanılırsa metin tümüyle bilgi yüklü, derli toplu bir metin biçiminde göze çarpar. Metinsel işlevde Eray’ın metin kurma niteliği, konuşma dilini olabildiğince yazı diline aktarabilme çabasında görülür. Yazılarını açarken ve bitirirken kullandığı sözler bu durumu gösterir. aşağıdaki örnek, bir yazısının açılışıdır:
“Lütfen dikkat! Emperyal majesteleri, yedi iklim, iki okyanus sultanı, fırtına fırlamalık camiasının efsanevi lideri Eray bu haftaki şizoluklarına başlıyor... Hışırtı, tıkırtı, fısıltı, cızırtı her türlü tiz ve bas gürültü çıkarmak, yazıya dikkatini vermemek arada paragraf atlamak, parantez içlerini okumaktan kaçınmak, ikinci bir emre kadar yasaktır... (Fingirti ve kıkırtı ölçülü olmak şartıyla serbesttir... Kişi başına herkes birer adet fink atabilir...) Sağınıza solunuza bakmayın, sadece önünüzdeki kağıtla ilgilenin.” (Hıbır, Sayı:96)
Aşağıdaki örnekte de bir başka yazının bitişi görülmektedir:
“Sebastian, nerdesin mongol uşak parçası, buraya gel, yazıyı kapat... Aksi şeytan, espriden isabet aldı herhalde... Neyse yazı bitti dağılın. Haftaya ben sizi ararım... Hiss ve kissleer...” (Hıbır, Sayı:116)
Eray’ın metin düzenlemesi ya Sebastian’ın bir açığını yakalayıp buradan bir konu çıkarma biçiminde, ya da daha geniş bir çevre içinde yakaladığı herhangi bir olayı konu edinme biçiminde olmaktadır. Eray’ın konuları her zaman eksiltmeli, abartmalı, olağanın ve mantığın dışında olduğundan, gülmece konuları olarak yazılarda yer alırlar.
Dilin Metinsel işlevi söylem çözümlemesinde, söylem kipiyle bağıntılıdır. Eray, dildeki kiplik özelliklerini iyi kullanmaya çalışır, kullandıktan sonra da herkesi güldürerek amacına ulaşır:
“Dikkaayt! Emperyal majesteleri, hiper fırlama, duygu imparatoru, Erayinmanlar camiasının tartışılabilinemeyen kuşkusuz efendisi Eray bu haftaki mükemmelladeliğine başlıyor...” (Hıbır, Sayı:49)
“Büyüksünüz beaabi... Kainatın en mutlu lideri benim, kimseciklerin siz gibi sevimli bir kitlesi yoktur. Sizin gibi hin olunabilinemez.” (Hıbır, Sayı:77)
Metinsel işlev, metnin tümce yapılarındaki konulamaya (thematization) önem verir. Metin yazarının söylem alanı, söylem deyişi ve söylem kipi özelliklerine bağlı olan dil yapısındaki tümcelerde, yazarın düşüncesine göre, tümce öğelerinden bazıları öne ya da sona alınır. Geleneksel dilbilim kurallarından sapılabilir. Bu durumda terimler de değişir. Tümcenin başında öznenin yerine kullanılan herhangi bir öğe öznelik (theme), yüklemin yerine konulan herhangi bir öğe de yüklemlik (rheme) olabilir. Bu incelemede birden fazla yazı ele alındığı için metinsel işlevdeki öznelik ve yüklemlik özelliklerini burada incelemeye gerek bulunmamaktadır. Söylem çözümlemesi bakımından deyiş (style), dil işlevleri arasındaki bağıntılar olarak betimlendiğinden, söylem deyişi, düşünsel, metinsel ve kişilerarası işlevler incelendikten sonra belirebilir. Birden fazla yazı ele alındığında, üstelik Eray gibi bir yazılar dizisi gözden geçirildiğinde, bir de asıl konu gülmeceyse, tek tek tümce incelemesinden sonra ortaya kesin ve somut deyişsel sonuç çıkmamaktadır. Bütün bunlara ek olarak, Eray’da, Eray, Sebastian ve İncigül’ün dışında yazıya alınan kişiler her hafta değişmektedir. Değişen bu kahramanların çoğu okuyuculardır, çünkü Eray yazılarında çoğu kez kendisine yazılmış bulunan bireysel mektupları yanıtlandırmaktadır.
Kişilerarası işlev ise metin yazarının, ya da metindeki diğer kişilerin birbirleriyle olan iletişiminde kullandıkları dil olgu ve biçimlerini ele alır. Bunların çeşitli biçim ve duygusal değerleri vardır. İnsanlar günün her saatinde aynı ruhsal yapıda olmadıkları için onların bu durumları dil kullanımlarına da yansır. Bundan dolayı tümcelerin kiplik nitelikleri, donuk, törensel, olağan, teklifsiz, bildik tonlarında olabilir. Tümceler, dili kullanan kimselerin inceliğini ya da kabalığını yansıtabilir. Kişilerarası işlev tümce yapılarındaki bütün bu değerleri gözönünde bulundurur.
Kişilerarası işlev yönünden ele alındığı zaman, Eray’ın ruhsal durumundaki değişkenlik burada da ortaya çıkar. Eray, çabuk kızabilen, çabucak ılımlı olabilen, birdenbire azarlamaya başlayan, birdenbire gülen ve kibarlaşan, kibarlıktan hemen sonra kabalaşabilen bir tip olduğundan, bütün bu ruhsal yapısı, kullandığı dili de etkilemektedir.
“Biz burada her hafta ayrı biçimde (şimdiye dek 237 oldu) şak şuk yazı açıyoruz, kimsenin şaşırdığı yok... Beyin bu, östaki borusu değil, Amerikan klasiği hiç değil... Ölün!... Sebastian, bak yuttururum o çakmağı sana... Benzinini içirir, ağzına tıkarım... Sinirlendirmeyin insanı... Çakmak saplantılı görmemiş, uyuz kitle...” (Hıbır, Sayı:95)
Aşağıdaki örnek, bir önceki ruhsal durumunun tam tersini, Eray’ın kibar davranma çabasını göstermektedir:
“Yazıyı okuduktan sonra bayat balık yemeyiniz, yazıya mıknatıs yaklaştırmayınız, yapışır geri alamazsınız... Alınan mıknatıs geri verilmez, yenisiyle değiştirilmez... Yazıdan dışarıya takım verilemez... Uşaklarla muhatap olmayınız, onları şımartmayınız... Sebastian, mektupları getiriniz.” (Hıbır, Sayı:49)
Eray’ın zaman zaman gösterdiği ılımlılık, aşağıdaki alıntıda olduğu gibi, taş attığı bazı kimselere örnektir:
“Eray, ben Kadriye, Mavi Yelken Sitesi’ndeki yazık aşkın... Sen bana, ben sana komşu evlerde kök sarmaşıklar gibiydik o yaz. Aşkımızın meyvesi eşşekler kadar oldu, bana hep babasını soruyo... (Fondan; babaa, baba laan, kurtar bizi baba şeklinde sesler geliyor.) Noolur artık dön bize. kendim için istiyorsam süpper namerdim, şu sabi sübyanı düşünüyorum (sübyan dediği herifin de fondan gelen sesi basbaritona beş basar)... Hadi, evimizin direği, çocuğumun babası, gel de bitsin bu hasret...”
“Kadriye, ben delikanlı çocuğumdur, veliahtlarımın hiçbirini ortada bırakmam... Eğer gerçekten beraber olduysak sana dört rakamlı bir manita sicil numarası vermiş olmam lazım... Bu numarayla beraber Sebastian’a başvurursan gereken yapılacaktır. Not: Sicil numarasıyla beraber çocuğun DNA’sını (genetik şifre zinciri) kağıda iliştir.” (Hıbır, Sayı:48)
Kişilerarası işlev, söylem deyişiyle sıkı sıkıya bağıntılıdır. Eray’ın söylem deyişinde, kendi ruhsal durumunu da içeren kişilerarası işlevinde kullandığı anlatımlar da Eray’ın ruhsal durumlarına göre değişmektedir. Eray’ın Sebastian’a söylediği sözler çoğunlukla yergi dolu sözlerdir. Onu hep aşağılar. Kullandığı tümceler genellikle emir tümceleridir. İncigül’ü dolaylı olarak aşağılamasında inceden inceye bir alay havası sezilir. Eray’ın deyişiyle “anormarvılıs” bir büyüklükte olan bu kadına yer yer verdiği emirler, Sebastian’a verdiği emirlere oranla daha kibarcadır, çünkü Sebastian Eray’ın uşağı, İncigül’se sevgilisidir(!), ayrıca Eray’ın, uşağı Sebastian’la konuşurken kullandığı dil ile İncigül’le konuşurken kullandığı dil arasındaki ayrımlar kesimsel dil kullanımları arasındaki değişkeleri göstermektedir.
Bir kimsenin toplumsal, eğitim, ve ruhsal durumları o kimsenin dilini de etkilediği için herhangi bir bireyin kullandığı tümce çeşitlerinden yola çıkarak o kişiye ilişkin bazı yargılarda bulunulabilir. Eray, kocaman bir malikanesi, otomobil filosu ve helikopteri, yüzme havuzu ve çeşitli heykellerle süslü kocaman bir bahçesi olan, dilediklerinde düklük, düşeslik, racalık, viyadüklük, prenslik gibi çeşitli etiketler veren, herşeyi ve herkesi beğenmeyen, yüksek tabakadan, soylu bir yazardır. Çoğu kez, kendi deyişiyle, “zekasıyla böbürlenir”, ama aynı zamanda “hinlik” ve “şizoluk” yaptığının da bilincindedir. Kendini soylu sınıftan saydığı için çoğu kez çevresindekilere ve okuyucularına emirler verir. Bu yüzden Eray’ın tümcelerinin küçümsenemeyecek bir bölümü emir, ve soru tümceleridir. Bunun yanında, okuyucularıyla olan iletişiminde yarışma, test, anket gibi araştırma türünden etkinliklerde bulunurken de soru tümceleri kullanır. Yüksek tabakadan bir yazar olduğu için bu özelliği çok doğaldır, çünkü çevresindekilere emretmeye ve soru sormaya alışıktır. Zaten bu yüzden Hıbır’ın Eray köşesinde, Eray’ın kendisi baskın karakterdir. Böylece Atilla Atalay dergide Eray’a bambaşka bir kişilik vermiştir. Eray’ı okurken ortada Atalay değil, Eray adında bambaşka bir kişi vardır. Oysa Hıbır’ın başka bir köşesinde gene her hafta yayımlanan “Haftanın Lakırdı Lukurdusu”nda köşenin yazarının Atilla Atalay olduğunu anlamak pek zor değildir. Atalay, Eray’da, dilin geniş ölçekli düşünsel, metinsel ve kişilerarası işlevlerini tam anlamıyla kullanmıştır. Bu üç işlev arasında kurduğu bağıntılarla her hafta parça parça yayımlanan kocaman ve geniş bir metin ağı örmüş, düşünce yapısında kendisinin yarattığı bir dilbilgisi dizgesiyle çevresine soru ve emir tümceleriyle seslenerek, birkaç dilin sözcüklerinin işine yarayan parçalarını Türkçe sözcüklerin bazı parçalarıyla birleştirerek, ve bu yeni sözcüklerle kendine özgü dil dizgesinde Sebastian ve İncigül’le konuşarak, Eray köşesinde bir Eray olup çıkmıştır. Yazılarının çoğunda yakın çevresindeki Sebastian ve İncigül’den sözeder, onlarla konuşur, okuyucularıyla dertleşir. Sık sık onlara caka satar:
“Naayak Erainperverler? Nasısınız kainatın en oğlu en fırlamaları, sınır, uç, dip, son ve bunun gibilerim! Majesteleri Eray, (Neymiş, majesteleri!... Kimin? Erayinmanların.) bu haftaki yazısına başlıyorlar... Bir cümlenin nesnesini bulabilmek için cümleye “nenana” sorusu sorulur... Öznesini bulmak için ise “kimnana” sorusu sorulur... (Hayır, benim için Güzel Türkçemizi mahvediyorlar, diyorlar da... Fevkalade muhteşem bir gramer bilgisine sahip olduğum (iye) ortadadır... Örnek veriyim dedim.)” (Hıbır, Sayı:109)
Böyle soru-yanıt tipindeki alıştırmalarıyla kendini öven bir kimse kolay unutulmaz kuşkusuz. “Haftanın Lakırdı Lukurdusu”nda ise belli bir kişilik yoktur. Bu boşluğu Atalay kendi deyiş (style) biçimini vererek doldurmuştur. Eray’da ise bambaşka bir kişi vardır. Bir başka deyişle, Atalay ortada yoktur, ama Eray vardır. Belki de Eray, yaptığı bütün mantık ötesi işlerdir ve kullandığı dizge dışı dil birimlerinden dolayı bir kişilik kazanmıştır, çünkü insanoğlu bazen mantık ötesine ve buna uygun olarak da dil dizgesi dışına çıkmak ister. İşte Atalay, Eray’ın kişiliğiyle (belki de kişisizliğiyle) bunu yakalamıştır. Okuyucu da Eray’ı belki de bu yüzden tutar. Eray, gereğinde bir öğretmen gibi sorduğu sorulara verilen yanıtları da yayımlar. Ayrıca, çeşitli alıntılarda da görüldüğü gibi, herhangi bir sözcüğü, ya da anlamı ayraç içinde yazılarında açıklamaya çalışır. Bütün bunlar Atalay’dan çok Eray’ı anımsatır okuyucuya.
Bir metnin bütünlüğü, metin içindeki bağlaşıklık (cohesion) ve bağdaşıklığa (coherence) bağlıdır. Bunlar, metindeki sözcüklerin kullanımıyla kendilerini gösterirler. Sözcük kullanımında Eray dille oldukça çok oynar. Bu özelliği gülmecenin ana yöntemlerinden biridir. Basit sözcükler, anlam çağrışımları başka anlam alanlarında olan sözcüklere dönüştürülebilir. Basit sözcüklerin dışındaki sözcükler de, yapım ve çekim ekleriyle birlikte daha başka sözcükler oluşturabilirler. Türkçe ekler aracılığıyla, sözcük dağarcığına daha yeni sözcükler katar. İki ayrı sözcük, bileşik sözcük olarak kullanılabilmekte, sözcüklerde eksilme (ellypsis) görülebilmekte, kaynaştırma yoluyla iki sözcük birbiri içine sokulabilmekte, kesme (apocope) yöntemiyle de uzun bir sözcük güdükleştirilebilmektedir. Eray, sözcük yaratma yeteneğini İngilizce, Arapça, Farsça, Osmanlıca ve daha başka dillerden aldığı sözcükleri Türkçe sözcükler ve bunların yapılarıyla birleştirerek, kaynaştırarak, kısaltarak ve gereğinde keserek kanıtlar. Bu yeni sözcüklerin anlamlarının kolaylıkla anlaşılabilmesi için de, vermek istediği Türçe anlamı sık sık ayraç içinde yazar. Genç kuşak içinde bu sözcüklerin bazıları tutmuştur bile... Bundan duyduğu sevinci kendisi de belirtir:
“Örneğin halen sık sık TV’ye çıkan bir şarkıcı rap niyetine söylediği subuk sapan şeyde “Yavşayan Efsane” sıfatını kullanıyor ki, bildiğim kadarıyla ilk kez sizin tarafınızdan Sebastian’a hitap etmek için yazılmıştı. Aynı şekilde Michael Jackson’un konserleri için bir radyoda yapılan reklamda “Maykılacaksınız” spotu kullanılıyor... Dimağ ürünlerimin sizlerin diline dolanması hoş bişi...” (Hıbır, Sayı:178)
Eray’ın sözcük dağarcığındaki sözcükler bazı gruplara ayrılabilir. Ancak ülkemizde her an değişen koşullara bağlı olarak yazarın düşünce yapısı da değiştiği için hemen her hafta bu gruplara ve sözcüklere yeni grup ve sözcükler eklenebilir. Şimdiye kadar incelenen yazılarından alınabilecek olan örneklerde Eray bunların çoğunun anlamlarını da vermektedir:
1- Yaratılan Sözcükler: Hiperkülade çok fevkli (Fevkalade zevk gibi bi şey), Anormarvılıs (anormal harikalıkta), Yatak yorgazm, Dünyayı tozbombe görmek, Yanıt balığı (yayınlarda yaşayan bir tür balık cinsi. Yayın dışında boğulur, yaşayamaz. Matbaa mürekkebi balığı da diyebiliriz veya diyemeyiz...), Elemterefish my answerfish... (Yanıt balığına maşallah dedim), Defolu olmak (defo=özür), Irzın Merkezine Seyahat (Arzın Merkezine Seyahat), E best doğrusu (E pes doğrusu. İyi anlamda.), Kölesekreter (hem uşak, hem sekreter), Absürdle iştigal (boş iş), Selaminmanlar (selamlar), Berbalade (bad=kötü, berbalade=fevkalade kötü), Hindrella (hinlik perisi), Şoketatarlık (şok eder atar), Fale (fırlamalık alemi), Bunallar (bunalımlar), Devlerade (çok büyük), Starrttadanak (aniden başlamak), Mükemmeladelik (çok büyüklük ve mükemmellik), Manyakötesi (çılgınlıktan da öte), Anormalkulade (anormallikten de kötü), Muaazamteşem (büyüklük dolu), İlginçtüel (ilginçlik dolu).
2- Niteleme Öbekleri: Kitlelerin daniskası, Erayinperver camiam, Agoni safhası (ölüm hali), Negatif zekalı, Erayban gözlükler, Manevi ve zührevi zirveler, Melankoli kolisi, Hiper nazar, Yavşayan efsane, Nükleer başlıklı kapak sayfası, Zihinsel böbürlü lider Eray.
3- Alışılmamış Bağdaştırmalar: Beyni kanırmak, DNA’sı sancımak, Sinir uçları uçuşmak, Bir yastıkta buruşmak, Bilincinin altında mahzur kalmak, Hoşçakalmayı unutmamak, Prima manitalığın başa ihale açması, Naapacağını şakur şukur şaşırmak, Beynin konkordato (iflas) durumunda olması, Ulan sürüsü, Unutacak teknolojiye sahip olmak, Hayvani dürtüler (hayvanca hisler), Belleğin şirinlikler departmanına kaydetmek, Komşu evlerde kök sarmaşıklar gibi olmak, Okuyucuların fişini çekmek, Manyakötesi mektuplar, Sevgi ve kapı göstermek, Şaklabe işleminden geçirmek (şaklabanlık yapmak), İlgilerini germek, Ayılama denize atlamak, Hacılar basması gibi desenli uzun donları olmak.
4- Azarlamalar: Pis tazı, Deli rakun, Rezil fok, Lan bakteri, Kıl dibi, Manyakötesi biyolojik ve elektrostatik olgu, Transrasyonel sınıflandırılamaz oluşum.
5- Çeşitli Kesimsel Dil Kullanımları: Yine güzel Türkçemizi katlettim, eylemlerim sürecektir, Hangi boyutta günah işledim, ne suçum vardı, oh my Rab!, Sizi hemen yazıya alıcam. Buyrun... Şimdi alırım seni bilincimin altına, psi psine ezilirsin.
Söylem alanı ve düşünsel işlev, söylem kipi ve metinsel işlev, söylem deyişi ve kişilerarası işlev hepsi birlikte bir bütün olarak ele alındığı zaman, söylemi yapan kişinin ya da yazarın düşünce yapısı (ideology) belirlenebilir. Düşünce yapısına, bir kimsenin yaşama ilişkin dünya görüşü de denilebilir. Bir yazar, yazıyı yazdığı ana kadar geçirdiği çeşitli evrelerin kendisine kazandırdığı bilgi verileri ve belli birtakım görüşler doğrultusunda yazısını yazar. Yazar, yapıtında yer yer birtakım çağrışımlar kullanabilir. Bu çağrışımlar aracılığıyla, yazarın demek istediklerini bulabilmek her okuyucunun kendisine düşen bir görevdir artık. Eray köşesinde ana konu ve amaç gülmece olduğundan, Eray kendi düşünce yapısında algıladığı olay ve olguları gülmece kanalına aktarabilmek için olaylarda ve dil birimlerinde istediği oynamayı ve sapmayı yapmaktadır. Bu oynama ve sapmalar (deviation) çoğu zaman mantık birimleri ve ölçüleri dışında da olabildiği gibi, Türkçe’nin dilbilgisi dizgelerinin de ötesinde yapılanabilmektedir. Aslında Eray’ın yazılarındaki bağlaşıklık ve bağdaşıklık da bu yüzden mantıksal olmaktan çok, çağrışımsaldır. Gülmecenin yöntemlerinden birisi de çağrışımlar aracılığıyla birtakım olay ve olguları okuyuculara anımsatmak ve sonra da yaratılan değişik dil ve mantık dünyasında okuyucuları güldürmek değil midir? Bir metnin tümü, ya da bir parçası okuyucular tarafından tümüyle benimsenebilir, ya da benimsenmeyebilir. İşte bu yüzden, Eray’ın da zaman zaman değindiği gibi, yarattığı birtakım sözcük ve dil kullanımları yüzünden kendisi eleştrilere uğramaktadır, ama öte yandan, özellikle yeni gençliğin büyük bir bölümü, yaratılan o sözcük ve kullanımları benimseyebilmektedir. Metinler ve metinlerarası ilişkiler, ve doğal olarak da konu, bunların kuşkusuz hepsi tartışmalara ortam hazırlamaktadır. Bu da çok doğaldır, yadsımamak gerekir. Düşünce yapısıyla dilbilgisi arasındaki bağıntı söz konusu olunca, bir metnin, yazarı tarafından nasıl yaratıldığını tartışmak önemlidir. Metine ilişkin konu aynı kalmak koşuluyla başka metin seçenekleri olup olmayacağı, tartışmanın en can alıcı yanıdır. Böyle bir tartışma yapıldığında, yazarın yöntemleri ve bir olgu ya da olayı gülmeceye alırken yazarın dil ile nasıl oynadığı bulunabilir, deyiş özellikleriyle birlikte yazarın gülmece gücü ortaya çıkarılabilir. Çıkan sonuçlar da başka yazarlara örnek oluşturabilir. Ayrıca, gülmecenin işleyişi üzerinde bazı savlar da ortaya atılabilir. Görüldüğü gibi, tartışma birden fazla konuda yarar sergilemektedir.
Atilla Atalay’ın Eray’ı, yukarıda sözü edilmiş bulunan söylem özellikleri dolayısıyla Hıbır’da nesnel bir kişiliğe bürünmüştür. Aslında nesnellik bakımından Eray olarak var olmayan bu “kişi”, toplumdaki çarpıklıkların her türlüsünü gülmeceye konu edinebilmekte, kendi ruhsal bozukluğunun diline yansıdığı ölçüde, toplumdaki göçüşmeyle alay etmektedir. Bu bakımdan Eray’ın söylemindeki dil kullanımları başka hiçbir kimseye ve hiçbir yazara özgü olmayan nitelikler taşımaktadır.
Prof.Dr Ünsal ÖZÜNLÜ
Hacettepe Üniversitesi


KAYNAKÇA
Atalay, Atilla. (1990 a) “Eray”. HIBIR. (sayı:39)
— (1990 b) “Eray”. HIBIR. (sayı:46)
— (1990 c) “Eray”. HIBIR. (sayı:47)
— (1990 d) “Eray”. HIBIR. (sayı:48)
— (1990 e) “Eray”. HIBIR. (sayı:76)
— (1991 a) “Eray”. HIBIR. (sayı:94)
— (1991 b) “Eray”. HIBIR. (sayı:95)
— (1991 c) “Eray”. HIBIR. (sayı:108)
— (1991 d) “Eray”. HIBIR. (sayı:115)
— (1992 a) “Eray”. HIBIR. (sayı:142)
— (1992 b) “Eray”. HIBIR. (sayı:146)
— (1992 c) “Eray”. HIBIR. (sayı:178)
Carter, Ronald and Walter Nash. (1990). Seeing Through Language. Basil Blackwell Ltd. Oxford. England
Haynes, John. (1989). Introducing Stylistics. Unwin Hyman. London. England.

Dilbilim Araştırmaları 1993 adlı kitaptan alınmıştır...

11 Şubat 2014 Salı

Tuna Kiremitçi /Aydınlık

"...Biz ergenliğe doğru seyirtirken ne cep telefonları vardı ne de sosyal medya. Ama Atilla Atalay "Yalnızlık Aletleri"ni yazmıştı. Dönemin bir numaralı arkadaş arama aygıtı telsiz hattında karşılaştığı bir kaybedenden bahsediyordu; eşsiz mizahıyla harmanladığı bir mahalli hüzünle. "Arkadaş arıyorum, arkadaş..."
Ne zaman yeni bir sosyal medya evrimi olsa, Atilla Atalay'ı andım. Yalnızlık aletleri değişiyor ama yalnızlık değişmiyordu. Dahası, Özdemir Asaf'ı bile haksız çıkarıyordu internet: Orada yalnızlık hem paylaşılıyor hem de yine yalnızlık olarak kalıyordu....

22 Ocak 2014 Çarşamba

Elif Çongur/ Hürriyet

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25614936.asp
(...)

Ayşenur Arslan/ Yurt Gazetesi

(...)
“GEL ORTAKÇI OLALIM”Mizah dünyasının en parlak yıldızlarından biridir Atilla Atalay. Özellikle ‘Sıkılhan’ tiplemesine bayılırım. LeMan Dergisi’ndeki zoraki sohbetlerini hiç kaçırmam. Ha bire birileri Sıkılhan’ı arar, onu bir şeylere zorlamaya çalışır. Onlardan biri. ‘Enes’tir. Tam anlamıyla ‘Yeni Türkiye’yi temsil eden, ‘ticared aşığı’ bir genç olan Enes.. Telefon konuşmalarına kulak misafiri olalım. Bakalım size neleri, kimleri hatırlatacak!

- Alo Sıkılhan, Enes ben, kardeş. Nasısın, iyisin inşallah, ticared edelim mi? Beraberce bi miktar rızıklanmaya ne dersin? Nefsin siyah cip çekmiyor mu, doğru söyle, minik bir ihalen olsun istemez misin? Manzaralı bir kral dairesi, sultan balkonu, ipek ceked, halis organik pamukdan atlet ve don giymek istemez misin? Nefsimiz, istiyor da istiyor... Ah nefsi emmare.. Kardeş sana söylüyorum... Alo dünya nimetlerinden Sıkılhan'a, orda mısın Sıkılhan... Ehehhe...
- Ben telefona karşı nefsimi köreltip terbiye ettim Enes. Ordaki kırmızı düğmeye basıyorsun kapanıyor, sen de dene...
- Dur hemen kapama bu süper bi ticared buldum. Okumuşsundur çeşitli devlet dairelerinde yeni tabelalar yaptırtılıyor, T ve C gibi bazı harfler kaldırılıyor felan. Ben işin siyasetinde değilim, rızkıma bakarım. Madem ki bir toplu tabela değişimi işi var bunun bir de ticared ciheti vardır. İhalesini bulup girelim derim ben. Sökülen çıkma harflerle de ayrı bir ticared kapısı açılır, hurdaya verirsin, eritir yeni harf yaparsın, özlü söz yazarsın, yaparsın oğlu yaparsın. Ha ne diyorsun? Gel ortakçı olalım... Alov... Kapadın mı kardeş? Anca kapa sen zaten, iki harfi bi araya getiremez, versen iki koyun güdemez... Sorsan buna "be birader sen ne iş yaparsın vizyonun misyonun nedir?" diye El cevab: kapatırım! İyi o vakit kapa telefonu gitsin. Herkes büyük resmi görebilecek deye bişey yok tabi...