BU, MİZAH YAZARLARI TARAFINDAN ÜRETİLEN BİR BLOG OLUP GAZETE ALINTILARI DIŞINDA YER VERİLEN HABERLER GERÇEK DEĞİLDİR.MİZAH ANLAYIŞI AYIRT ETME YETİSİ HENÜZ GELİŞMEMİŞ OLANLAR İÇİN ÇEŞİTLİ SAKINCALAR İÇERİYOR OLABİLİR. SİTEYE KATKIDA BULUNAN KİŞİLER, SAYFANIN SAĞ ALT BÖLÜMÜNDEKİ KÜNYEDE BELİRTİLMİŞTİR. TWİTTER'DA VE İNSTAGRAMDA HİÇ BİR ŞEKİLDE ŞUBEMİZ YOKTUR
30 Ekim 2014 Perşembe
11 Ekim 2014 Cumartesi
NATIONAL GEOGLATHIF / LATİF DEMİRCİ
Bütün kitaplarımın kapağını gözüm arkada kalmadan emanet ettiğim; sevgili çalışma, dertleşme, kendinimizi kaybedinceye kadar gülme arkadaşım, Sıdıka'nın çizer babası Latif Demirci'den, harbi "büyük usta" dan....
28 Eylül 2014 Pazar
22 Temmuz 2014 Salı
ÇOK KISA BİŞİ ANLATICAM / ALPER ATALAN
İlk kitabı “Sanal Uyku” yayımlandıktan tam 11 yıl sonra “Mart” ile edebiyatseverlerle buluşan Alper Atalan, bu sefer çok bekletmeden “Çok Kısa Bişi Anlatıcam” diyerek, omzumuzdan sarsıyor bizi.
“Çok Kısa Bişi Anlatıcam”, yazın misafirliğe gittiğimiz, klimasız fakat sürekli esen, ferah evlere benziyor. 36 odalı bir ev. Her bir odasına girip çıktığımızda kafamızdaki düşünceler berraklaşıyor. Her bir oda bir yaşanmışlığı, bir yaşam tecrübesini vuruyor yüzümüze. Kitabın içerisindeki 36 adet öyküden bahsediyorum, evet. Hepsinde olmasa bile birkaç tanesinde kendi yaşamınızdan bir iz bulmanız mümkün. İlk öykülerde, sizi de öykünün içine yerleştiren anlatım üslubuyla, o izi gösteriyor ucundan Atalan. İzin peşine takılıp gittiğinizde 36 öykünün nasıl bittiğini anlayamıyorsunuz bile. “Çok Kısa Bişi Anlatıcam” deyip saatlerce bizi esir alan arkadaşların tam tersine, sözünün eri bir arkadaş oluveriyor kitap.
Alper Atalan’ın ilk öykü kitabı “Mart” için, “Yazarın arkalarda bir yerde "Çaylar benden!" diye bağırdığını da duyuyoruz” demişti bir yazısında Yekta Kopan. Yazısının sonunda da bir sonraki kitapta okurların Alper Atalan’ı bir masaya oturtup “Bu sefer çaylar benden!” diye sesleneceği tahmininde bulunmuştu. Yanıldığı söylenemez. “Çok Kısa Bişi Anlatıcam”, bitirdikten sonra yazarına çay ısmarlamak isteyeceğiniz türden bir öykü kitabı.
Çok kısa bişi anlatıcam/ Alper Atalan/ İletişim Yayınları/150 s.
(CNN türk)
22 Haziran 2014 Pazar
SEBASTİAN SOSYAL MEDYADA MEVZUU. "Zamanın ruhunu yakalayamamak" ve internet fenomeni...
Durum benim hatta tüm mizahçıların çoktandır alıştığımız bir şey. Sosyal medyanın gelişimiyle mizah dergilerinin her şeyi kamuya hepten açık zaten. Moda deyimle "Sıhıntı yoh" yani... Beni de hatırlayan olunca Sebastiangille beraber ayrıca seviniyoruz tabii... Hatırlamayanın da canı sağolsun:)) Yıllarca emeğimizi açıktan sömüren TV ve film yapımcılarının, reklamcıların yaptıkları yanında sosyal medya üretkeni kardeşlerimizin bu türden anonimleştirmeleri en doğal hakları hatta onur verici...
Yalnız iş tersine dönünce az biraz içim burkulmuyor değil. Vaktiyle bir TV eleştirmeninin Sabah Gazetesi'ndeki köşe yazısında ortada on yıllık Sıdıka öykülerinin biriktiği yayınlanmış bir kitap dururken beni "Sıdıka'yı Bir Demet Tiyatro" dan araklamakla" itham etmesi gibi; günün birinde ERAY kitabıyla karşılaşan şirin bir kardeşimizin benzeri bir ithamda bulunması, şu ortamda gayet mümkün...
İşi araştırmacılara, eleştirmenlere, mizah tarihçilerine filan bırakmak en doğrusu. Ama bu konuda da maalesef pek fazla insan yok. Olanların bir bölümü de, hobi düzeyinde ve bu alandaki boşluktan yararlanarak kendilerini bu işe atamış kimseler. Hatta iyi birer mizah dergisi okuru oldukları bile söylenemez. Yani geriye yine sosyal medya kalıyor:))
O yüzden İletişim Yayınları'ndan çıkan ERAY kitabı dışında digital bağlamda da iz bırakmak için, Lmanyak Dergisi'nin 200. Özel sayısı için kitlesine uzun yıllardan sonra bir kez daha seslenen Majesteleri Eray'ın ilgili yazısını buraya koyuyorum.
Hemen ardından, sadece ilgilisinin okuması için Prof. Dr. Ünsal Özünlü'nün "Erayoloji" adlı bir dil bilimsel makalesi yer alıyor.
ERAY 200. Lmanyak Özel Temmuz 2012
Lütfen
dikkat: Şu anda LManyak Dergisi 200.Özel Sayısı için Majesteleri Eray
tarafından hazırlatılmış bölümde bulunuyorsunuz.
Yazıya
retina taramasıyla alınacaksınız. Yazı boyunca sayfa içerisinde dolaşan
köpeklere yiyecek vermeyiniz. Onüç yaşından küçük çocukların yazıyı veliisiyle
beraber okuduğundan emin olunuz.
İçeriye
500cl su şişesinden başkaca bi cisim ve/veya kasık biti, sea monkey, mayasıl,
larva vb gibi canlı organizmalar sokulması, yüksek sesle konuşma, gülüşme, "doğal
olmayan cinsel birleşme" vb kesinlikle yasaktır.
Yazıyı
büyütüp küçültmek için üzerinde tuhaf parmak hareketleri yapmayınız. Sayfa
kağıt ve matbaa mürekkebinden yapılmış olup tıklama, sürükleme, avuçlama,
çimdikleme, dırnak sürtme, toynak darbesi, Smart TV ye fırlatma, "layk
etme" gibi hareketlerinize yanıt vermeyecektir, yırtarsınız o olur.
Hızla
okunması, dimağ karıncalanması, dağarcıkta darlanma, şuur bulanıklığı, havsala
çökmesi, fikir fıtığı ve istenmeyen gebeliklere sebep olabilir.
Az sonra
dört iklim yedi cihan, iki işletim sistemi; galaksiler ve paralel evrenler
majestesi, ulu insan, kusursuzlukla mükemmelliğin uç beyi, devlet adamı, örnek
kişi, numune şahıs, yeri geldiğinde şefkatli bir reis, yeri geldiğinde semt
fitbolunun alt yapısından yetişmiş kalender kişi, bazen yırtıcı bir hatip,
kimileyin sosyolog, icabında psikolog, doğuştan pedagog, çekirdekten yetişme
anatomi uzmanı, kendini geliştirmiş jinekolog, yetenekli bir asabiye
mütehassısı ve asabi, büyük mimar, herşeyden evvel muazzam bir ticaret dehası,
karizmatik, sürükleyici, şoketatar (şok edip atan kişi), disiplinperver, mega, giga
hatta tera, ultra, sonsuz üzeri sonsuz kere zeki, çığır açıcı, dizayn edici, çözüm
üretkeni kişi, doğal lider Eray kitlesine seslenicektir.
Sebastian,
harflerimi getir ordan, parantezleri kutularından çıkar, virgülleri yağla,
kitlemi şaklabe işleminden geçir (şaklabanlık sevimlilik reveransları yap)
şiringeçlerini filan aç, hoşgeldin, beş gittin yap.
Eee
nasısınız bakalım kitlem. Uzun zaman geçti, bana aitlerim. Ben buralarda yokken
umarım başkasının camiası olmayı aklınızdan bile geçirmemişsinizdir. Kitle
dediğin kaypak olur. İki dakka ortalıkta görünmeyince hemen gidip başkasına
fan, hayran, fanatik felan yazar kendini. Sebastian bile ben iki saat
kaybolunca gidip Demet Akalın Fun Club'a felan üye oluyo, Kuntik Girls
Dizisi'nin setine seyahat şansı için gazoz kafası (kapak), hışırtılı cips
naylonu felan biriktiriyo, çeşitli face gruplarının "like butonu" nu
lik lik ediyo, açıkhava konserlerine gidip sahnedekilerin attığı takma
kirpikleri felan kapıcam diye uğraşıyo, kendini paçoz badigartlarına
dövdürüyo... Falan...
Biyere
ait olmak istiyosanız bana ait olun kitlem. Allahıma şükür, sizi geçindiricek,
mayışım, tükanım arabam felan var, hepinize bakarım. (Sebastian buraya kahkaha
efekti koy, smaylilileri yak, asşdahfşahasada, harflarini arka arkaya diz)
Lemanyak
Dergisi'nin 200. sayısı nedeniylen özel bir yazıyla kitleme hitap etmem
istendiğinde, naapıcağımı bilemediğimden bi süre uşağım Sebastian'ı dövdüm. (Böyle
aklım bişeyle meşgulken onu dövmek bana iyi geliyor, zihnim dinleniyor, kafam
boşalıyor) Bunca yıl sonra ne yapacaktım, neler yazmalıydım, Sebastian niyçün giderek
morarıyordu? Sonunda kitleme genel olarak bir "hitabe" yazarak, hitap
etmeye karar verdim...
Hitabet
sanatımı getir Sebastian!
*
Kininize sahip çıkın sevgili camiam. Sizin beslediğiniz kini başkasının
beslemesine izin vermeyin. Bi ara sadık uşağım Sebastian "Kininizi bugün
ben besledim majesteleri" diyerek beni uzunca süre kandırdı. Neden sonra
"du bakiim gidip bu gün şu kinimi kendim besliyim" diye gittiğimde
bir de baktım ki. Kinimin yerinde yeller esiyo. Artık orada bir şevkat
beslenmeye başlamış,semirmiş kocaman olmuş. Neyle beslediyse kini, bozmuş atmış
Sebastik uşak parçası. Benim elceğizimle ışık göstermeden, kuyruğunu felan
keserek, dikenli tasma ve elektrikle büyüttüğüm o vahşi kin gitmiş yerine yavşakça
bir şevkat hissi (duygu) gelmiş. Yavrulayıp ürer felan diyerekten oracıkta
boğdurtdum eski kinimi... Kinden başka his beslemeyin çiftleşip birbirlerine
karışırlar, sizin de kafanız karışır...
* Sebastian
hariç hepiniz üreyin. Eray Camiasına yeni neferler, doğurgan dişiler lazım.
Küçük bir bilgi notu: Doğurgan dişinin leğen kemikleri geniş olur. Ööle
"sıfır beden" filan diye kasanlar bi çocuğu dört taksitte
doğurabiliyo. Baktın mı çatısı geniş olacak, bir batında sekiz yavru
kapasitesini garanti ediceksin... Majestelerinin, yeni dükleri düşesleri,
lordları baronesleri, başbayii ve distürübütörlükleri (distürü eden: dağıtan),
françayzingleri gezegenin hiir yerine dağılsın, cümle AVM'ler Erayinmanlarla
dolsun....
* Sözün
burasında kendime hitabediyorum. Ben de evleneyim yahu artık. Karekatör
kahramanı, miyzah tipi felan... Neticede dizi film karekterleri bile
evlendirilmek suretiyle cemiyete camiaya daha hizmetkâr hale geliyorlar. Misal,
Behzat Ç Amirim bile (Hayırlı vazifeler abi, semtin çocuğuz) evlendi, akabinde
sezon finalini dul olarak yaptı amma olsun. Ha keza Bir Kadın Bir Erkek
dizisinde yeni bir yuva kuruldu... Eh Eray da, majeste felan amma kursun
yuvasını rızkına baksın. Ama tabi bizim dünyamızda mecburen karekatör bir tiple
evlenmemiz gerekiyor.
Bayan
Yanı'ndan Sıdıka'yla ya da Leman'dan Bunalgül'le felan evlensem olmaz şimdi,
akraba evliliğine girer. Allah muhafaza çocuklarımız kusursuz, düzgün felan
olur. (Karekatör tipler, padılcan burunlu, yamrı yumru kimseler oldukları için
akraba evliliği sonucunda düpedüzgün dünyaya gelip miyzah piyasasında aç kalabilirler)
Bahadır
Boysal'ın çızdığı hatunlardan birinin kapısını çalsam, evlenmek ne kelime, karı
elimi kana bulattırır, suçu Sebastian'a yükleyip uşaksız kalırım.
Behiç
Pek'in çızdığı Toros'la Hamile'deki Hamile, zaten gebe bir tip, neye elin
çocuğunu nüfusuma alayım.
Can
Barslan'ın çizdiği Dedektif Sanlı'nın maceralarda gözükmeyen Semiramis diye bir
kız kardeşi varmış, Ati Bey'den Can Bey'e haber yollattım. "Çikolata
yaptırıp gelelim" deye, Semiramis Hanım "Egosu yüksek" diye beni
beğenmemiş. Majesteyiz kızım, boru mu, tabi egomuz yüksek olucak.
Gökhan
Dabak'ın tipi Deli Cevat "Boing Burhan, sen ben üçümüz bir yuva
kuralım" diye geldi, ona da cemiyet hazır değil, dergiyi taşlarlar...
Yine
eski Lmanyak tiplerinden, Cengiz Üstün'ün çızdığı Mokar Hastası Nihan'a
Sebastian'la haber yolladım, Nihan'ın Sebastian'a yaptıklarını burada
yazamayacağım. Cemiyet hazır değil gene, işlerim bozulur, sittin sene ihale,
mekân ruhsatı felan vermezler, bitirirler beni. Yalnız şu kadarını söyliyim Nihan'ın
ettikleri yüzünden Sebastian'a ilk kez ben bile acıdım...
Neyse
olmadı yani, du bakalım kısmet ama belki şöyle yeni çıtır bi tip çıkar, onlan
girerim dünya evime.
Sebastian,
hitabet kitimi kutusuna koy. Vedalaşma menüsünü aç...
Sevgili
kitlem; cinler camiası, hinekologlar (hinik fırlamalık uzmanları), şirindirik
oluşumlar, zekâ Tokileri, sevimlilik aplikasyonları, yıllar sonra sizinle
görüşmek hakikaten güzeldi, hislendim, duyargalarım tutkuyla açılıp kapandı.
(Yeşil ledlerim yandı) sevinç gözyaşlarımla mazmaza ve garagara ettim. Uygun
olursam L'manyağın 500. sayısında felan gene hitap ederim ben size. Az sonra
geleneksel Majesteleri Eray Ünvan Töreni var, titr saçıcam, taytıl yağdırıcam.
Sebastian kitlemi mavi salona al.... Çekilebilirsiniz, öpsün sizi majeste. Al
kırmızı halıyı, ört spotu, boşları topla.
GELENEKSEL
MAJESTELERİ ERAY ÜNVAN DAĞITIMI...
Lmanyak
Dergi Editörü Bay Aslan Özdemir'e, Majesteleri Eray Dolapdere Granddüklüğü,
Kaligraf Bay Fatih Kaan'a Eray Üstün Hizmet Nişanı, bir TOKİ dairesi, bir de
bebek... Müessse Müdürü Baş Haznedar Ali Bey'e Majesteleri Eray İmam Adnan
Sokak Lordluğu, Teknik Sekreter Bay Aydın Şahin'e Trabzon Ve Havalisi Özel
Yetkili Baronluğu, Lmanyak Halkla İlişkiler Sekreteri Ören Dayan Asiye Uludağ'a
Bakingam Baronesliği, Bay Murat Yüceşan'a Makintoş Markiliği, Bay Fikret
Özdemir'e Majesteleri Eray Cesaret ve Liyakat Nişanıyla beraber kendi adına
para basma ve pul çıkartma yetkisi verilmiştir.
ERAYOLOJİ
Dil dizgesinin her katmanında belirli
sayılarda dil birimleri bulunur. Buna karşın, bu dil birimlerinin sözcük ve
tümce yaratma olasılığı oldukça çoktur. Ses dizgesinde, örneğin, belirli
sayıdaki sesler yan yana gelerek binlerce, milyonlarca sözcük yaratabilir. Her
dilin kendine özgü sözcük yaratma yöntemleri o dilin dilbilgisinde kural olarak
irdelenir. Kurallar da belirli sayılardadır. Sözcükler birbiri ardına
sıralanırken sözcük öbeklerini, sözcük öbekleri de belirli sayılarda kurallara
dayalı olarak, sonunda tümcecikleri ve tümceleri oluştururlar. Dilbilgisi
kuralları yalnızca diliçi etkileşimler sonucunda değil insanbilim, toplumbilim,
ruhbilim, eğitim ve kültür gibi dildışı etkileşimler biçimlenir. İşte bundan
dolayı dilin yaratma gücü yalnızca diliçi özelliklere bağlı olmayıp yukarıda
değinilen dildışı etkiler sonunda değer kazanır.
Konuya dilbilgisi açısından bakıldığı zaman, dili
konuşan bireyler, konuştukları dilin dilbilgisi kurallarına uygun biçimlerde
tümcelerini ve sözcüklerini kurarlar. Oysa bireyler dilbilgisi kurallarına
zaman zaman uymayabilir. Dil dizgesinin dışında, dilin her katmanında birtakım
özel kullanımlar bulunabilir. Bireyler yaşamları boyunca dili her zaman
dilbilgisi kuralları uygunluğunda kullansalardı, bu dil kullanımları, belli
mantıksal ve matematiksel dizgeler yüklendikten sonra, bu dizgelerin
uygunluğunda belli değişkeler üreten bilgisayar iletişimlerinden farklı
olmayacaktı. Özellikle anlambilim alanında görülen değişkenlikler, dil
kullanımlarının sınır tanımazlığını belirtmek bakımından çok ilginçtir. Dilin
en önemli özelliklerinden biri olan yaratıcılık ve yaratma yeteneği, insanı,
konuşan bir hayvan olarak yalnızca diğer hayvan türlerinden değil, belli bir
dizge yüklenmiş makinalar olan bilgisayarlardan da ayırır. Bu çok doğaldır,
çünkü dilin yaratma gücü, hem dil dizgesi içinde, hem de bu dizgenin dışında
sonsuz olanak ve olasılıklar aracılığıyla dil kullanımı sağlar.
Dildeki
sonsuz olasılık ve olanaklar birtakım belli kurallara bağlanır. Sonuç olarak,
dilin kuralları vardır, ama yaratma gücünün yoktur. Dil kuralları çalışıp
öğrenilebilir ama yaratma gücü kişinin kendi doğasından gelen bir yetenek
olduğu için belli kuralları yoktur. (Carter ve Nash, 1990:176) Dil kurallarına
bağlı kalmayan yaratma gücü, yeni oluşumları dilin her katmanında ortaya
çıkarabilir. Yaratılan yeni oluşumlar eğer dil dizgesi içindeyse, bireyler
onları yadırgamazlar. Dizge dışı kullanımlar ise yadsınır, çoğu zaman da
gülünür. Zaten gülmecenin dil ve dil kullanımı alanında işte bu yüzden çok sık
oynamalar görülmektedir. İnsanlar yadırgadıkları dil kullanımlarına gülerek
tepki gösterirler. Gülmek, bir çeşit alay etmektir ve alay etmek de bir çeşit
tepki göstermektir. Ruhbilim, insanın yadsıma ve şok durumlarında, bir boşalma
içgüdüsü nedeniyle güldüğünü varsayar. Alışılmamış biçimler ve birimler, oluşumlar
yaratan gülmece alanında çoğu zaman işte bu yüzden olağanüstü dil yaratıcılığı
görülmektedir. Kim bilir, belki de insanoğlu, dil dizgelerinin çeşitli
katmanlarındaki sınırlı sayıdaki dil birim ve kurallarına başkaldırmak, yeni
birim ve olgular yaratmak istediği için, gülmece dil ile belki daha çok
oynamaktadır.
Aşağıdaki
incelemede, gülmece yazarlarından Atilla Atalay’ın HIBIR Dergisi’nde 1986
yılından beri her hafta yayımlanan ERAY köşesindeki yazıları konu edilmektedir.
Atalay, Eray’da, Eray adındaki kahramanıyla, okuyucularıyla bir iletişim
kurmaktadır. Yalnız, bu iletişimin kurmaca mı, yoksa gerçek mi olduğunu kesin
olarak bilmiyoruz. Eray’daki iletişim ne çeşit bir iletişim olursa olsun, dil
kullanımı bakımından incelemeye değer bulunmaktadır, çünkü bu köşede dilin, dil
dizgesi içindeki kullanım ve değerlerine ek olarak, dil dizgesi dışındaki değer
ve kullanımları oldukça sık görülmektedir. Gülmecenin amaçlarından biri, olağan
ve alışılmış olayları, olağanüstü ve alışılmamış biçimlerde vermekse, Eray’daki
alışılmamış dil kullanımları da gülmece açısından olağan görülmektedir.
Eray
köşesinin yazarı, düşsel olarak, Atilla Atalay değil, Eray’ın kendisidir. Bir
başka deyişle, Atalay, okuyucularıyla iletişimi Eray adındaki düşsel köşe
kahramanıyla yapmaktadır. Derginin bu köşesinde Eray, çoğu zaman okuyucularına
bir öğretmen gibi sorular sorup yanıtlar almakta, gerektiğinde onları
ödüllendirmekte, ya da cezalandırmaktadır. Eray’ın soruları gerek dil, gerek
mantık bakımından, Eray’ın kendi deyişiyle, “... akıllara sığmayan,
transrasyonel sınıflandırılamaz oluşum, mantık ötesi biyolojik ve elektrostatik
olgu...” bu sorulara gelen yanıtlar da insanın dil ve mantık “metabolizma”sının
kolay kolay kaldıramayacağı oluşumlardır. Eray’ın sadık uşağı Sebastian’dır. Eray
ne kadar olağanüstü bir “yazar”sa, Sebastian da onun tam tersine, “negatif zekalı” bir uşaktır. Eray’a
aşırı derecede tutkun olan bir “sevgili”si vardır. Eray’ın “Piranha Manita İncigül Tantana” dediği bu kız alabildiğine şişman,
peltek konuşan, Eray gibi “Hiperkülade”
ve “anormarvılıs” derecede olağanüstü
bir insandır. Eray ondan kaçtıkça, İncigül ona yapışır. Bazen İncigül, Eray’a
fotoğrafını gönderir ve arkasına “Tana bu
hafta da yatakta tekilmiş tuh bi pozumu gönderiyorum.” yazar. Eray kızdan
yakınır: “Bu karı anca nehir yatağına sığar... Sanıyorum fotoğraf çektirmek
için Kızılırmağı zorla yatağından kaldırdı... Ulan kim tıktı bu kızı bana
yaa... Hangi boyutta günah işledim, ne suçum vardı, oh my Rab!” (Hıbır,
Sayı:39)
Eray,
bir köşe yazarı olarak, sorduğu sorulara beğendiği yanıtlar alınca,
okuyucularına lordluk, dükalık,düşeslik, beylik, düklük, viyadüklük, vb. gibi
ünvanlar da verir. Onlara yazı başlarında “Kitlelerin
daniskası”, “Erayinperver camiam”, “Nassınız Erayıklar...?”, Melankolikolisi” gibi
adlarla seslenir, kendisini sevdiklerinden dolayı bazen derginin kapak
sayfasını ‘Ben bir Erayinman oldum’, ‘nükleer’ başlığıyla (!) açmak ister.
Yazılarında aşırı biçimlerde yaptığı dil sapmalarının bilincindedir. Bundan
dolayı, aklına geldikçe “... kullandığım
cümle düşükleri (düşük cümle, cenin, prematüre) için özür dilerim” der.
Hıbır’da
Eray’a ayrılan tek sütunluk bir yer, Eray’ın, dolayısıyla Atilla Atalay’ın dil
kullanımını tam olarak gösteremeyeceği için, bu incelemde birden fazla Eray
yazısı gözönüne alınmıştır. Bir yazarın deyiş (style) yeteneğini araştırmak
için dar boyutlu bir kesitten daha çok, geniş zamanlı ve çerçeveli bir dönemin
içindeki dil yeteneğini incelemek daha verimli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Eray,
okuyucularıyla bir iletişim kurduğu için dilbilim alanında bir söylem (discourse) konusu oluşturmaktadır. Bu
bakımdan, yapılacak olan bir incelemenin de söylem alanındaki niteliklere
dayandırılması gerekmektedir. Bundan dolayı, bu incelemede ele alınan
yöntemler, söylem çözümlemesiyle ilgili söylem deyişlerini (discourse style) içermektedir.
Atalay’ın
Eray’ındaki söylem çeşitlerinde durum bağlamı (context of situation), her söylem çeşidinde olduğu gibi, yazarın
düşünce yapısı (ideology) ile sıkı sıkıya ilgilidir. Eray köşesindeki tüm yazılar,
Hıbır’da çalışan “muazzamteşem”, “ilginçtüel”, ve aynı zamanda “anormalkulade” bir insan olan Eray’ın
tüm düşüncelerini yansıttığı için, bu kendine özgü düşünce yapısı olan dünyayı,
kendilerinden “manyakötesi mektuplar” aldığı
okuyucularına nasıl yansıttığını anlamak zor değildir. Verdiği yanıtlardan
dolayı hasta olan okuyucularına Eray, “International
Hospital Hastanesi Erayşilürji Bölümü’ne” gitmelerini önerir.
Söylem
ve söylem deyişi çözümlemelerinde ilk ele alınıcak olan söylem alanında (field of discourse) iki durum olgusu
vardır: 1-Ortam (Setting), 2-Konu (Topic), ya da birbiri ardısıra gelen
konular. Ortam, söylemin geçtiği yer ve mekandır. Konu da yazarın tasarlayıp
sözünü ettiği fikirlerdir. Eray’daki ortam, yazarın yazılarını yazarken içinde bulunduğu
dergi yönetim yeridir. Eray masasında okuyucularıyla iletişim kurmaktadır.
Yazılarında da o andaki düşünceleri vardır. Buradaki ortamı ikiye ayırmak daha
doğru olmaktadır: a-Birincil ortam (Immediate
setting), ve b-Geniş ortam (Wider
setting). Bu duruma göre birincil ortamda Eray, dergi yönetim binasında
okuyucularına o anda yazılar yazar, okuyucuları da Eray’ın o yazdıklarını
okurlar. Geniş ortamda ise okuyucular Eray’ın yazdıklarını okuduktan sonra
onların etkisi altında kalırlar. Yazarın düşünce yapısı, geniş ortamı pek
gözönüne almadığı için International
Hospital Erayşilürji Bölümü bu yüzden açılmıştır belki de, çünkü Eray’ın
okuyucuları, yazarın kendisi gibi, büyük olasılıkla tam anlamıyla hastanelik
insanlardır.(!) Birincil ortamla geniş ortam arasında kesin bir ayrım çizgisi
yoktur. Bu yüzden Eray’ı okuyanlar, yazıları okuduktan sonra mı hastanelik
olmuşlardır, yoksa ancak hastanelik insanlar mı Eray’ın okuyucuları olurlar,
belli değildir. Ancak her iki durum da Eray’ın yazılarında sözünü ettiği olay
ve durumlarla doğrudan ilgilidir.
Söylem
alanındaki durum ve konumlar, gerçek ve kırgısal (practical), ve düşsel (imaginary)
olarak ele alınabilir. Eray’ın yazılarındaki olaylar, konu gülmece olduğu
için, gerçek mi, düşsel mi pek belli değildir. Her hafta çıkan yazılarda Eray
her ne biçimde olursa olsun okuyucularla bir iletişim kurmak istediği, kurduğu,
ya da kurar gibi göründüğü için durum ve konum gerçek varsayılabilir.
Söylem
çözümlemesinde ikinci olarak ele alınan söylem deyişinde (tenor of discourse), söylemi yapan kişinin ve kişilerin
etkileşimleri, bunların toplumsal rolleri ve durumları, kişisel davranış ve
girişimleri ele alınır. Söylem deyişlerinde insanlar fikir tartışmasında
bulunur, birbirleriyle uzaktan yakından ilişki kurarlar ve söylemlerinde kendi
fikirlerini savunurlar. Eray, okuyucularla sağladığı iletişiminde, çoğu kez
gerçek ve mantık bakımından olağan olmayan konu ve konumlara değinir. Eray’da,
okuyucularına karşı bir üstünlük, önderlik duygusu vardır. Bunu hemen her
yazısında dile getirir: “Zihinsel böbürlü
lideriniz Eray (zekasıyla böbürlenen lideriniz Eray)”, “Erayinmanlar camiasının
tartışılabilinemeyen kuşkusuz efendisi Eray.” Yönetim biçimi cumhuriyet
olan devletlerde geçerliliğini artık yitirmiş olan ünvanları, yazı ve davranışlarını
beğendiği okuyucularına verecek kadar kendini herkesten üstün ya da soylu
görür. Okuyucularının kendisine sevgi ve övgü dolu mektuplar göndermesinden
hoşnuttur: “... gösterdiğiniz devlerade
ilgi yine beni galaksilere fırlattı....” Yer darlığından dolayı
yayınlayamadığı mektuplar için de kendine özgü bir özür dileme biçimi vardır: “Bir kısmını belleğimin şirinlikler
departmanına kaydettim ama yayınlayamadım” Zaman zaman bu övgülerini kendi
bilinç dünyasında kurmuş olduğu dil dizgesindeki birimler doğrultusunda
kullanır: “Fırlamalık aleminin en şugır
tartışılmazı ulu insan...” Bazen okuyucularının yazılarına kızar, ya da
onların yaptıklarından ders alınmasını ister: “Erayinmanyak Şenol’un mektubunu okuyup ibret ve diazem (müsekkin)
alınız” Eray’ın olağandışı düşünce yapısı (ideology) ve davranışları
kendisini de etkiler. O da bunun bilincindedir. Durumunu “Beynim konkordato durumunda (iflas)”, ve “Sinirlerim lambada yapıyo (oynamak)” diyerek açıklar. Normal
insanlarla olan ilişkisinde onlara kızdığı zamanlar “Şimdi alırım seni bilincimin altına, psi psine ezilirsin. Deli
psikolog.” ve “Doktor bilincinin
altında mahzur kalmış” diyecek kadar dil katmanlarındaki kesitsel
kullanımları ve çağrışımları birbirine karıştırır.
Eray,
okuyucularıyla olan iletişimini, kendisi olmadığı zamanlarda telesekreteriyle
sağlar. Bazen sadık uşağı Sebastian, telesekreterdeki notları efendisi Eray’a
iletir. Böylece Eray’ın hem bir telesekreteri, hem de bir “kölesekreteri” vardır. Eray, okuyucularıyla ilişkilerinde yer yer
kibardır da... Bilinci yerindeyken onları yazılarında ağırlamaktan geri kalmaz:
“Sizi hemen şööle mevzuuya alayım”, “Sizi hemen yazıya alıcam”. Buyrun...”
İyi olduğu zamanlar okuyucularını selamlaması da oldukça candandır: “Hepinize hiss ve kissler...”, “Doğan, histim sana, kal sağlıcakla...”,
“Muck you”, “Hepinize his yaptım
kitlem”, “Bakın şirin kitlesi...”, “ Hepinize sevgi dolu saygılar efendim...”,
Selaminmanlar...”, “Tebrikiterim!”, “Merhabaica kitlem!”. Bütün kibarlığına
karşın davranışlarında gene de ölçülüdür, çünkü okuyucularla fazla yüzgöz olmak
istemez. Bu özelliği, uşağı Sebastian’a verdiği emirlerde bellidir: “Okuyucuların fişini çekiver... His ve
kiss... Muck you!”, “Sebastian... Kitleme kapıyı göster...”, “Sebastian, kov
onları...”, “Sebastian, okuyucuları sepetle...”, “Sebastian... Yazı bitti...
Kov onları...”,” Sebastian! Onlara sevgi ve kapı göster... Bye bye... Bye be...
Hadi gidin...!”
Kızdığı
zamanlar, azarlamaları olağan dil kullanımlarının dışında olduğu için
ilginçtir: “Deli rakun!”, “Pis tazı”,
“Rezil fok!”, “Bana nasıl pati çekersin lan bakteri...!”, “O sırada saman
yığınına girmeseydim görürdün sen kıl dibi...”
Eray’ın
söylem deyişi (tenor/manner of discourse), yakın çevresinde Sebastian ve
Piranha Manita İncigül Tantana’ya; uzak çevresinde de okuyucularına olan
davranış ve konuşmalarıyla ortaya çıkarılabilir. Yazılarında Eray çoğunlukla
Sebastian’ın davranışlarını gülmece konusu eder. Sebastian konuşan bir birey
olarak değil, davranışlarda bulunan bir nesne olarak akıllara yerleşir. Buna
karşın Piranha Manita İncigül Tantana hem konuşan, hem de çeşitli gülünç
davranışlarda bulunan bir birey olarak göze çarpar. Eray, İncigül’ün
konuşmalarını onun söylediği gibi, /s/ leri /t/ biçiminde peltekleştirerek
yazıya alır. Söylem alanında, bir kimsenin sözce değerlerini yansıtma biçimi
bakımından Eray’ın bu çabası anımsanmaya değer bulunmaktadır. Yazıları dergide
yazan kendisi olduğu için yazılardaki başlıca söylem rolü kuşkusuz
kendisindedir. Söylem deyişi de kendisinin özelliklerini yansıtmaktadır.
Bunlara koşut olarak da Eray’ın her yazısında, gereğinde hemen kızan, gereğinde
azarlayan, sevinen, üzülen, cezalandıran, ödüllendiren değişken kişisel ruh
durumu görülmektedir. Yazılarındaki birincil söylem ve geniş söylem deyişleri
Eray’ın kişiliğini olduğu gibi yansıtmaktadır.
Söylem
çözümlemesinde üçüncü olarak ele alınan söylem kipi (mode of discourse), iletişimde bir ortam olarak incelenmektedir.
Söylemde ortam genellikle konuşma dili olmasına karşın, konuşma dili yazı
diline aktarıldığı zaman ister istemez birtakım değişmeler ortaya çıkar. Eray,
yazılarında konuşma diliyle yazı dilini olabildiğince bağdaştırmaya çalışır.
Sözcük dağarcığında, özellikle ortaokul ve lise çağındaki gençlerin çok
benimsediği, gençlik argosu türündeki türetme sözcükleri çok bulunmaktadır: “Aabi karakter yapmayın yaaa...”, “Nassınız
Erayıklar?”, “Hiperkûlade çok fevkli (Fevkalade zevk gibi bi şey)”,
“Anormarvılıs (Anormal harikalıkta)”, “Yatak yorgazm”, “Dünyayı tozbombe
görmek”, “Elemterefish my answerfish”, “E best doğrusu”, “Berbalade (bad=kötü,
berbalade=Fevkalade kötü)” gibi örnekler yalnızca birkaçıdır.
Söylem
deyişinin, metin yazarının ve diğer kişilerin arasındaki sözel ilintileri ele
almasına karşın, söylem kipi yazarın metin yapısıyla sıkı sıkıya ilgilidir. Eray
her hafta, kendisine ayrılan tek sütunun bir parçasında kendi yaşamındaki
çevreden, Sebastian’dan, İncigül’den sözeder, diğer parçasında da ülkenin
çeşitli yerlerinden kendisine yazan okuyucularıyla söyleşir. Eray yazıları her
zaman ya “Kimse kıpırdamasın! Bu bir Eray
yazısıdır... Hürmet ediniz... Eee, nasısınız bağımlılarım? Sebastian, tebaama
his et... (Sevinç gösterisinde bulun... “, “Selam babalar... Nasısınız
kitlelerin daniskası, Erayinperver camiam...” diyerek, ya da buna benzer
girişlerle başlar. Yazıların bitiminde “Haydi
şimdi dağılın.” “Sebastian... Kitleme kapıyı göster...”, “Hepinize his yaptım
kitlem... Saiyonara. (Japonca ‘Allahısmarladık’ demek.)”, “Hadi gidin şimdi...
Öpülesisiniz... Severim...” diyerek, ya da buna benzer bitişlerle sona
erer. Eray, ülkemizin özellikle şu son yıllarda yaşamakta olduğu milletlerarası
gelişmeler altındaki değişimleri doğrultusunda dilde ortaya çıkan yeni
sözcükleriyle, yabancı dillerden geçen sözcükleri ve biçimleri anadildeki biçim
ve sözcüklerle kaynaştırarak gülünç sözcükler yaratır, metinde çoğunlukla
bunları kullanır. Eray’ın dili, dilimizin Farsça, Arapça, Osmanlıca, Fransızca,
İngilizce, ve son yıllarda, dağılan demirperde ülkelerinin çeşitli dillerinden
gelen çok sayıda sözcük ve biçimi içine alır. Eray bir bakıma bu alıntıların
Türkçe’de kullanılmasını gülmece konusu yapmak ister, metin kurgusunda
çoğunlukla bu durumu gözönüne alır. Özellikle son 8-10 yıl boyunca
İngilizce’nin dilimize attığı tırpanlar düşünülürse Eray’ın abartarak, bilinçli
olarak kullandığı “Muck you”,
“Anormarvılıs”, “Naykkabı”, “No mana bişi (Anlamsız)” gibi sözcükler
özellikle gülmece alanında yadsınmaz, daha da ötesinde, gülünür. Eray, dilimize
sahip çıkamamamızı gülmece kanalında böylelikle eleştirir.
Etkileşim
olarak söylem ele alındığında dilin geniş ölçekli işlevlerini incelemek
gerekmektedir. Her metin, düşünsel (Ideational),
metinsel (Textual), ve kişilerarası (Interpersonal) adı verilen geniş
ölçekli dil işlevlerini içine alır.
Düşünsel
işlev, metin yazarının kendi çevresinde ve düşünce yapısındaki nesneleri,
fikirleri ve bunlar arasındaki bağıntıları yazıya yansıtmak için kullandığı dil
olgularıdır. Yazar, kendi çevresi ve dünyasını yazıya aktarabilmek için
istediği dil birimlerini kullanır. Zaman zaman belli sayıdaki kuralları içeren
dil sisteminden dışarı çıkabilir. O zaman yazarın dil kullanımındaki yaratma
yeteneği açıkça ortaya çıkar.
Düşünsel
işlevinde Eray, çevresindeki olayları oldukça iyi gözleyip algılayan yetenekli
bir yazardır. Dünyadaki her çeşit yenilik onu olumlu ya da olumsuz biçimlerde
etkiler. Kullandığı tümcelerde onun bu yeteneği oldukça açık bir biçimde
bellidir. Olayları gözleyip algıladıktan sonra bunları anlatırken tümcelerdeki
rolü gelişimçi (processor) sınırlarında kalır: “... Sebastian yıllık sakatlığının bir bölümünü kullanmakta olduğu
için mektuplarınızı bizzat ben açtım... Umarım onore olmuşsunuzdur... Sebastian
gonore oldu... Gonore (belsoğukluğu) demek, bir nevi genital rahatsızlık... Ben
yılbaşı için Jönev’deyken (Cenevre) Sebastian eve Romen almış da... Yılbaşı
dedim de... Kitlemden istediğim duvar takvimi ve ajandalar beklediğimden az
geldi... Bunda sizin bi suçunuz yoktur eminim... Siz bana yollamışsınızdır da,
ya postada kaybolmuştur, ya da Noel Baba iç edip kendi tanıdıklarına vermiştir...
Bu nedenle güvenlik birimine emir verip ne kadar Noel Baba varsa toplatıp bir
odaya kapattırdım... Kendilerine yiyecek falan verdirtmiyorum, birer lokma su
dağıttım o kadar... Ajandalarımı hangisi arakladıysa ya ortaya çıkacak, ya da
Noel Baba ve adamlarını harcıycam...” (Hıbır, Sayı:142)
Eray’ın
her yazısı, yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi gözlem ve olay gelişmeleriyle
doludur. Herhangi bir olayda kendi rolü her zaman baskın çıkmakta, olayları
kendi yönüne çevirmekte, duygularını, dolayısıyla daha sonraki gelişmeleri
kendi istediği gibi düzenlemektedir. Aşağıdaki örnekte de İncigül’ü anlatırken
olaylar karşısındaki duyguları Eray’ın rolünü belirtmektedir:
“Bilim İncigül’ün karşısında çaresiz
maalesef... Ayrıca tek sorunu şişmanlık değil ki... Telesekretere not bırakan
tam 14 kişi İncigül’ün abiliğini, 5 kişi de kocalığını üstlendi. Bu ondört
abili, beş kocalı gürbüzle kim olsa baş edemez... 8 Mart kadınlar günü
nedeniyle yemek yeme eylemi yaptı, komşu evlerin mutfaklarına sıçradı, dürbünlü
tüfekle uyuşturucu ok fırlatılarak durduruldu... Şimdi beş gündür mışıl mışıl
uyuyo, uyuyan dev...” (Hıbır, Sayı:47)
Söylem
alanıyla yakından ilgili olan düşünsel işlevinde Eray, olayları kendi
duygularına göre biçimlendirir ve yazılarını çeşitli kesitsel dil kullanımlarıya
süsler:
“Heey tamam be aabi... Hey hey hey
sakin olun, hepsi geçti, tamam mı? Döndüm, buradayım... Sebastian, Lazerhan
Kalfa’ya daha fazla Malibu içirme... Bi hoş davranmaya başladı, o avizeden
indir O’nu... Go ahead (ilerle)... Eee, nasısınız galaktik şirin kitle... Bodur
bir ayrılıktan sonra (kısa) işte yine berabere kaldık... Tatilimi Suriye’de
özel bir eğitim kampında geçirdim... Piranha Manita İncigül Tantana’ya
gelince... Malikanemin bahçesine iniş yaparken saçını helikopterimin
pervanesine kaptırdı. Şimdi kel, şişman ve mutlu. (Babam gibi)... Suriye’deki
kampta öğrendiğim özel ikna yöntemleri (süper special methods) sayesinde
İncigül denilen zehirli varille anlaşmaya vardık... Beni sevebilmesinin
olanaklar ötesi olduğunu fazla direnmeden anladı... Şimdi size şarkı
söyleyecek... Hadi İncigül söyle...” (Hıbır,
Sayı:147)
Metinsel
işlev, metnin anlamlar yüklü bir yumak biçimine gelebilmesi için kullanılan dil
birimlerinin toplamını gözönüne alan bir işlevdir. Tümceler arasındaki birlik
ve devamlılık bu işlevin kullanımına bağlıdır. Metinsel işlev iyi kullanılırsa
metin tümüyle bilgi yüklü, derli toplu bir metin biçiminde göze çarpar.
Metinsel işlevde Eray’ın metin kurma niteliği, konuşma dilini olabildiğince
yazı diline aktarabilme çabasında görülür. Yazılarını açarken ve bitirirken
kullandığı sözler bu durumu gösterir. aşağıdaki örnek, bir yazısının
açılışıdır:
“Lütfen dikkat! Emperyal majesteleri,
yedi iklim, iki okyanus sultanı, fırtına fırlamalık camiasının efsanevi lideri
Eray bu haftaki şizoluklarına başlıyor... Hışırtı, tıkırtı, fısıltı, cızırtı
her türlü tiz ve bas gürültü çıkarmak, yazıya dikkatini vermemek arada paragraf
atlamak, parantez içlerini okumaktan kaçınmak, ikinci bir emre kadar
yasaktır... (Fingirti ve kıkırtı ölçülü olmak şartıyla serbesttir... Kişi
başına herkes birer adet fink atabilir...) Sağınıza solunuza bakmayın, sadece
önünüzdeki kağıtla ilgilenin.” (Hıbır, Sayı:96)
Aşağıdaki
örnekte de bir başka yazının bitişi görülmektedir:
“Sebastian, nerdesin mongol uşak
parçası, buraya gel, yazıyı kapat... Aksi şeytan, espriden isabet aldı
herhalde... Neyse yazı bitti dağılın. Haftaya ben sizi ararım... Hiss ve
kissleer...” (Hıbır, Sayı:116)
Eray’ın
metin düzenlemesi ya Sebastian’ın bir açığını yakalayıp buradan bir konu
çıkarma biçiminde, ya da daha geniş bir çevre içinde yakaladığı herhangi bir
olayı konu edinme biçiminde olmaktadır. Eray’ın konuları her zaman eksiltmeli,
abartmalı, olağanın ve mantığın dışında olduğundan, gülmece konuları olarak
yazılarda yer alırlar.
Dilin
Metinsel işlevi söylem çözümlemesinde, söylem kipiyle bağıntılıdır. Eray,
dildeki kiplik özelliklerini iyi kullanmaya çalışır, kullandıktan sonra da
herkesi güldürerek amacına ulaşır:
“Dikkaayt! Emperyal majesteleri, hiper
fırlama, duygu imparatoru, Erayinmanlar camiasının tartışılabilinemeyen
kuşkusuz efendisi Eray bu haftaki mükemmelladeliğine başlıyor...” (Hıbır,
Sayı:49)
“Büyüksünüz beaabi... Kainatın en mutlu
lideri benim, kimseciklerin siz gibi sevimli bir kitlesi yoktur. Sizin gibi hin
olunabilinemez.” (Hıbır, Sayı:77)
Metinsel
işlev, metnin tümce yapılarındaki konulamaya (thematization) önem verir. Metin
yazarının söylem alanı, söylem deyişi ve söylem kipi özelliklerine bağlı olan
dil yapısındaki tümcelerde, yazarın düşüncesine göre, tümce öğelerinden
bazıları öne ya da sona alınır. Geleneksel dilbilim kurallarından sapılabilir.
Bu durumda terimler de değişir. Tümcenin başında öznenin yerine kullanılan
herhangi bir öğe öznelik (theme), yüklemin yerine konulan herhangi bir öğe de
yüklemlik (rheme) olabilir. Bu incelemede birden fazla yazı ele alındığı için
metinsel işlevdeki öznelik ve yüklemlik özelliklerini burada incelemeye gerek
bulunmamaktadır. Söylem çözümlemesi bakımından deyiş (style), dil işlevleri
arasındaki bağıntılar olarak betimlendiğinden, söylem deyişi, düşünsel,
metinsel ve kişilerarası işlevler incelendikten sonra belirebilir. Birden fazla
yazı ele alındığında, üstelik Eray gibi bir yazılar dizisi gözden
geçirildiğinde, bir de asıl konu gülmeceyse, tek tek tümce incelemesinden sonra
ortaya kesin ve somut deyişsel sonuç çıkmamaktadır. Bütün bunlara ek olarak,
Eray’da, Eray, Sebastian ve İncigül’ün dışında yazıya alınan kişiler her hafta
değişmektedir. Değişen bu kahramanların çoğu okuyuculardır, çünkü Eray
yazılarında çoğu kez kendisine yazılmış bulunan bireysel mektupları
yanıtlandırmaktadır.
Kişilerarası
işlev ise metin yazarının, ya da metindeki diğer kişilerin birbirleriyle olan
iletişiminde kullandıkları dil olgu ve biçimlerini ele alır. Bunların çeşitli
biçim ve duygusal değerleri vardır. İnsanlar günün her saatinde aynı ruhsal
yapıda olmadıkları için onların bu durumları dil kullanımlarına da yansır.
Bundan dolayı tümcelerin kiplik nitelikleri, donuk, törensel, olağan,
teklifsiz, bildik tonlarında olabilir. Tümceler, dili kullanan kimselerin inceliğini
ya da kabalığını yansıtabilir. Kişilerarası işlev tümce yapılarındaki bütün bu
değerleri gözönünde bulundurur.
Kişilerarası
işlev yönünden ele alındığı zaman, Eray’ın ruhsal durumundaki değişkenlik
burada da ortaya çıkar. Eray, çabuk kızabilen, çabucak ılımlı olabilen,
birdenbire azarlamaya başlayan, birdenbire gülen ve kibarlaşan, kibarlıktan
hemen sonra kabalaşabilen bir tip olduğundan, bütün bu ruhsal yapısı,
kullandığı dili de etkilemektedir.
“Biz burada her hafta ayrı biçimde
(şimdiye dek 237 oldu) şak şuk yazı açıyoruz, kimsenin şaşırdığı yok... Beyin
bu, östaki borusu değil, Amerikan klasiği hiç değil... Ölün!... Sebastian, bak
yuttururum o çakmağı sana... Benzinini içirir, ağzına tıkarım...
Sinirlendirmeyin insanı... Çakmak saplantılı görmemiş, uyuz kitle...” (Hıbır,
Sayı:95)
Aşağıdaki
örnek, bir önceki ruhsal durumunun tam tersini, Eray’ın kibar davranma çabasını
göstermektedir:
“Yazıyı okuduktan sonra bayat balık
yemeyiniz, yazıya mıknatıs yaklaştırmayınız, yapışır geri alamazsınız... Alınan
mıknatıs geri verilmez, yenisiyle değiştirilmez... Yazıdan dışarıya takım
verilemez... Uşaklarla muhatap olmayınız, onları şımartmayınız... Sebastian,
mektupları getiriniz.” (Hıbır, Sayı:49)
Eray’ın
zaman zaman gösterdiği ılımlılık, aşağıdaki alıntıda olduğu gibi, taş attığı
bazı kimselere örnektir:
“Eray, ben Kadriye, Mavi Yelken
Sitesi’ndeki yazık aşkın... Sen bana, ben sana komşu evlerde kök sarmaşıklar
gibiydik o yaz. Aşkımızın meyvesi eşşekler kadar oldu, bana hep babasını
soruyo... (Fondan; babaa, baba laan, kurtar bizi baba şeklinde sesler geliyor.)
Noolur artık dön bize. kendim için istiyorsam süpper namerdim, şu sabi sübyanı
düşünüyorum (sübyan dediği herifin de fondan gelen sesi basbaritona beş
basar)... Hadi, evimizin direği, çocuğumun babası, gel de bitsin bu hasret...”
“Kadriye, ben delikanlı çocuğumdur,
veliahtlarımın hiçbirini ortada bırakmam... Eğer gerçekten beraber olduysak
sana dört rakamlı bir manita sicil numarası vermiş olmam lazım... Bu numarayla
beraber Sebastian’a başvurursan gereken yapılacaktır. Not: Sicil numarasıyla
beraber çocuğun DNA’sını (genetik şifre zinciri) kağıda iliştir.” (Hıbır,
Sayı:48)
Kişilerarası
işlev, söylem deyişiyle sıkı sıkıya bağıntılıdır. Eray’ın söylem deyişinde,
kendi ruhsal durumunu da içeren kişilerarası işlevinde kullandığı anlatımlar da
Eray’ın ruhsal durumlarına göre değişmektedir. Eray’ın Sebastian’a söylediği
sözler çoğunlukla yergi dolu sözlerdir. Onu hep aşağılar. Kullandığı tümceler
genellikle emir tümceleridir. İncigül’ü dolaylı olarak aşağılamasında inceden
inceye bir alay havası sezilir. Eray’ın deyişiyle “anormarvılıs” bir büyüklükte
olan bu kadına yer yer verdiği emirler, Sebastian’a verdiği emirlere oranla
daha kibarcadır, çünkü Sebastian Eray’ın uşağı, İncigül’se sevgilisidir(!),
ayrıca Eray’ın, uşağı Sebastian’la konuşurken kullandığı dil ile İncigül’le
konuşurken kullandığı dil arasındaki ayrımlar kesimsel dil kullanımları
arasındaki değişkeleri göstermektedir.
Bir
kimsenin toplumsal, eğitim, ve ruhsal durumları o kimsenin dilini de etkilediği
için herhangi bir bireyin kullandığı tümce çeşitlerinden yola çıkarak o kişiye
ilişkin bazı yargılarda bulunulabilir. Eray, kocaman bir malikanesi, otomobil
filosu ve helikopteri, yüzme havuzu ve çeşitli heykellerle süslü kocaman bir
bahçesi olan, dilediklerinde düklük, düşeslik, racalık, viyadüklük, prenslik
gibi çeşitli etiketler veren, herşeyi ve herkesi beğenmeyen, yüksek tabakadan,
soylu bir yazardır. Çoğu kez, kendi deyişiyle, “zekasıyla böbürlenir”, ama aynı zamanda “hinlik” ve “şizoluk” yaptığının
da bilincindedir. Kendini soylu sınıftan saydığı için çoğu kez çevresindekilere
ve okuyucularına emirler verir. Bu yüzden Eray’ın tümcelerinin küçümsenemeyecek
bir bölümü emir, ve soru tümceleridir. Bunun yanında, okuyucularıyla olan
iletişiminde yarışma, test, anket gibi araştırma türünden etkinliklerde
bulunurken de soru tümceleri kullanır. Yüksek tabakadan bir yazar olduğu için
bu özelliği çok doğaldır, çünkü çevresindekilere emretmeye ve soru sormaya
alışıktır. Zaten bu yüzden Hıbır’ın Eray köşesinde, Eray’ın kendisi baskın
karakterdir. Böylece Atilla Atalay dergide Eray’a bambaşka bir kişilik
vermiştir. Eray’ı okurken ortada Atalay değil, Eray adında bambaşka bir kişi
vardır. Oysa Hıbır’ın başka bir köşesinde gene her hafta yayımlanan “Haftanın
Lakırdı Lukurdusu”nda köşenin yazarının Atilla Atalay olduğunu anlamak pek zor
değildir. Atalay, Eray’da, dilin geniş ölçekli düşünsel, metinsel ve
kişilerarası işlevlerini tam anlamıyla kullanmıştır. Bu üç işlev arasında
kurduğu bağıntılarla her hafta parça parça yayımlanan kocaman ve geniş bir
metin ağı örmüş, düşünce yapısında kendisinin yarattığı bir dilbilgisi
dizgesiyle çevresine soru ve emir tümceleriyle seslenerek, birkaç dilin
sözcüklerinin işine yarayan parçalarını Türkçe sözcüklerin bazı parçalarıyla
birleştirerek, ve bu yeni sözcüklerle kendine özgü dil dizgesinde Sebastian ve
İncigül’le konuşarak, Eray köşesinde bir Eray olup çıkmıştır. Yazılarının
çoğunda yakın çevresindeki Sebastian ve İncigül’den sözeder, onlarla konuşur,
okuyucularıyla dertleşir. Sık sık onlara caka satar:
“Naayak Erainperverler? Nasısınız
kainatın en oğlu en fırlamaları, sınır, uç, dip, son ve bunun gibilerim!
Majesteleri Eray, (Neymiş, majesteleri!... Kimin? Erayinmanların.) bu haftaki
yazısına başlıyorlar... Bir cümlenin nesnesini bulabilmek için cümleye “nenana”
sorusu sorulur... Öznesini bulmak için ise “kimnana” sorusu sorulur... (Hayır,
benim için Güzel Türkçemizi mahvediyorlar, diyorlar da... Fevkalade muhteşem
bir gramer bilgisine sahip olduğum (iye) ortadadır... Örnek veriyim dedim.)” (Hıbır,
Sayı:109)
Böyle
soru-yanıt tipindeki alıştırmalarıyla kendini öven bir kimse kolay unutulmaz
kuşkusuz. “Haftanın Lakırdı Lukurdusu”nda ise belli bir kişilik yoktur. Bu
boşluğu Atalay kendi deyiş (style) biçimini vererek doldurmuştur. Eray’da ise
bambaşka bir kişi vardır. Bir başka deyişle, Atalay ortada yoktur, ama Eray
vardır. Belki de Eray, yaptığı bütün mantık ötesi işlerdir ve kullandığı dizge
dışı dil birimlerinden dolayı bir kişilik kazanmıştır, çünkü insanoğlu bazen
mantık ötesine ve buna uygun olarak da dil dizgesi dışına çıkmak ister. İşte
Atalay, Eray’ın kişiliğiyle (belki de kişisizliğiyle) bunu yakalamıştır.
Okuyucu da Eray’ı belki de bu yüzden tutar. Eray, gereğinde bir öğretmen gibi
sorduğu sorulara verilen yanıtları da yayımlar. Ayrıca, çeşitli alıntılarda da
görüldüğü gibi, herhangi bir sözcüğü, ya da anlamı ayraç içinde yazılarında
açıklamaya çalışır. Bütün bunlar Atalay’dan çok Eray’ı anımsatır okuyucuya.
Bir
metnin bütünlüğü, metin içindeki bağlaşıklık (cohesion) ve bağdaşıklığa (coherence)
bağlıdır. Bunlar, metindeki sözcüklerin kullanımıyla kendilerini
gösterirler. Sözcük kullanımında Eray dille oldukça çok oynar. Bu özelliği
gülmecenin ana yöntemlerinden biridir. Basit sözcükler, anlam çağrışımları
başka anlam alanlarında olan sözcüklere dönüştürülebilir. Basit sözcüklerin
dışındaki sözcükler de, yapım ve çekim ekleriyle birlikte daha başka sözcükler
oluşturabilirler. Türkçe ekler aracılığıyla, sözcük dağarcığına daha yeni
sözcükler katar. İki ayrı sözcük, bileşik sözcük olarak kullanılabilmekte,
sözcüklerde eksilme (ellypsis)
görülebilmekte, kaynaştırma yoluyla iki sözcük birbiri içine sokulabilmekte,
kesme (apocope) yöntemiyle de uzun
bir sözcük güdükleştirilebilmektedir. Eray, sözcük yaratma yeteneğini
İngilizce, Arapça, Farsça, Osmanlıca ve daha başka dillerden aldığı sözcükleri
Türkçe sözcükler ve bunların yapılarıyla birleştirerek, kaynaştırarak,
kısaltarak ve gereğinde keserek kanıtlar. Bu yeni sözcüklerin anlamlarının
kolaylıkla anlaşılabilmesi için de, vermek istediği Türçe anlamı sık sık ayraç
içinde yazar. Genç kuşak içinde bu sözcüklerin bazıları tutmuştur bile...
Bundan duyduğu sevinci kendisi de belirtir:
“Örneğin halen sık sık TV’ye çıkan bir
şarkıcı rap niyetine söylediği subuk sapan şeyde “Yavşayan Efsane” sıfatını
kullanıyor ki, bildiğim kadarıyla ilk kez sizin tarafınızdan Sebastian’a hitap
etmek için yazılmıştı. Aynı şekilde Michael Jackson’un konserleri için bir
radyoda yapılan reklamda “Maykılacaksınız” spotu kullanılıyor... Dimağ
ürünlerimin sizlerin diline dolanması hoş bişi...” (Hıbır,
Sayı:178)
Eray’ın
sözcük dağarcığındaki sözcükler bazı gruplara ayrılabilir. Ancak ülkemizde her
an değişen koşullara bağlı olarak yazarın düşünce yapısı da değiştiği için
hemen her hafta bu gruplara ve sözcüklere yeni grup ve sözcükler eklenebilir.
Şimdiye kadar incelenen yazılarından alınabilecek olan örneklerde Eray bunların
çoğunun anlamlarını da vermektedir:
1- Yaratılan Sözcükler: Hiperkülade
çok fevkli (Fevkalade zevk gibi bi şey), Anormarvılıs (anormal harikalıkta),
Yatak yorgazm, Dünyayı tozbombe görmek, Yanıt balığı (yayınlarda yaşayan bir
tür balık cinsi. Yayın dışında boğulur, yaşayamaz. Matbaa mürekkebi balığı da
diyebiliriz veya diyemeyiz...), Elemterefish my answerfish... (Yanıt balığına
maşallah dedim), Defolu olmak (defo=özür), Irzın Merkezine Seyahat (Arzın
Merkezine Seyahat), E best doğrusu (E pes doğrusu. İyi anlamda.), Kölesekreter
(hem uşak, hem sekreter), Absürdle iştigal (boş iş), Selaminmanlar (selamlar),
Berbalade (bad=kötü, berbalade=fevkalade kötü), Hindrella (hinlik perisi),
Şoketatarlık (şok eder atar), Fale (fırlamalık alemi), Bunallar (bunalımlar),
Devlerade (çok büyük), Starrttadanak (aniden başlamak), Mükemmeladelik (çok
büyüklük ve mükemmellik), Manyakötesi (çılgınlıktan da öte), Anormalkulade
(anormallikten de kötü), Muaazamteşem (büyüklük dolu), İlginçtüel (ilginçlik
dolu).
2- Niteleme Öbekleri: Kitlelerin
daniskası, Erayinperver camiam, Agoni safhası (ölüm hali), Negatif zekalı,
Erayban gözlükler, Manevi ve zührevi zirveler, Melankoli kolisi, Hiper nazar,
Yavşayan efsane, Nükleer başlıklı kapak sayfası, Zihinsel böbürlü lider Eray.
3- Alışılmamış Bağdaştırmalar: Beyni
kanırmak, DNA’sı sancımak, Sinir uçları uçuşmak, Bir yastıkta buruşmak,
Bilincinin altında mahzur kalmak, Hoşçakalmayı unutmamak, Prima manitalığın
başa ihale açması, Naapacağını şakur şukur şaşırmak, Beynin konkordato (iflas)
durumunda olması, Ulan sürüsü, Unutacak teknolojiye sahip olmak, Hayvani
dürtüler (hayvanca hisler), Belleğin şirinlikler departmanına kaydetmek, Komşu evlerde
kök sarmaşıklar gibi olmak, Okuyucuların fişini çekmek, Manyakötesi mektuplar,
Sevgi ve kapı göstermek, Şaklabe işleminden geçirmek (şaklabanlık yapmak),
İlgilerini germek, Ayılama denize atlamak, Hacılar basması gibi desenli uzun
donları olmak.
4- Azarlamalar: Pis
tazı, Deli rakun, Rezil fok, Lan bakteri, Kıl dibi, Manyakötesi biyolojik ve
elektrostatik olgu, Transrasyonel sınıflandırılamaz oluşum.
5- Çeşitli Kesimsel Dil Kullanımları:
Yine güzel Türkçemizi katlettim, eylemlerim sürecektir, Hangi boyutta günah
işledim, ne suçum vardı, oh my Rab!, Sizi hemen yazıya alıcam. Buyrun... Şimdi
alırım seni bilincimin altına, psi psine ezilirsin.
Söylem
alanı ve düşünsel işlev, söylem kipi ve metinsel işlev, söylem deyişi ve
kişilerarası işlev hepsi birlikte bir bütün olarak ele alındığı zaman, söylemi
yapan kişinin ya da yazarın düşünce yapısı (ideology) belirlenebilir. Düşünce
yapısına, bir kimsenin yaşama ilişkin dünya görüşü de denilebilir. Bir yazar,
yazıyı yazdığı ana kadar geçirdiği çeşitli evrelerin kendisine kazandırdığı
bilgi verileri ve belli birtakım görüşler doğrultusunda yazısını yazar. Yazar,
yapıtında yer yer birtakım çağrışımlar kullanabilir. Bu çağrışımlar
aracılığıyla, yazarın demek istediklerini bulabilmek her okuyucunun kendisine
düşen bir görevdir artık. Eray köşesinde ana konu ve amaç gülmece olduğundan,
Eray kendi düşünce yapısında algıladığı olay ve olguları gülmece kanalına
aktarabilmek için olaylarda ve dil birimlerinde istediği oynamayı ve sapmayı
yapmaktadır. Bu oynama ve sapmalar (deviation) çoğu zaman mantık birimleri ve
ölçüleri dışında da olabildiği gibi, Türkçe’nin dilbilgisi dizgelerinin de
ötesinde yapılanabilmektedir. Aslında Eray’ın yazılarındaki bağlaşıklık ve
bağdaşıklık da bu yüzden mantıksal olmaktan çok, çağrışımsaldır. Gülmecenin
yöntemlerinden birisi de çağrışımlar aracılığıyla birtakım olay ve olguları
okuyuculara anımsatmak ve sonra da yaratılan değişik dil ve mantık dünyasında
okuyucuları güldürmek değil midir? Bir metnin tümü, ya da bir parçası
okuyucular tarafından tümüyle benimsenebilir, ya da benimsenmeyebilir. İşte bu
yüzden, Eray’ın da zaman zaman değindiği gibi, yarattığı birtakım sözcük ve dil
kullanımları yüzünden kendisi eleştrilere uğramaktadır, ama öte yandan,
özellikle yeni gençliğin büyük bir bölümü, yaratılan o sözcük ve kullanımları
benimseyebilmektedir. Metinler ve metinlerarası ilişkiler, ve doğal olarak da
konu, bunların kuşkusuz hepsi tartışmalara ortam hazırlamaktadır. Bu da çok
doğaldır, yadsımamak gerekir. Düşünce yapısıyla dilbilgisi arasındaki bağıntı
söz konusu olunca, bir metnin, yazarı tarafından nasıl yaratıldığını tartışmak
önemlidir. Metine ilişkin konu aynı kalmak koşuluyla başka metin seçenekleri
olup olmayacağı, tartışmanın en can alıcı yanıdır. Böyle bir tartışma
yapıldığında, yazarın yöntemleri ve bir olgu ya da olayı gülmeceye alırken
yazarın dil ile nasıl oynadığı bulunabilir, deyiş özellikleriyle birlikte
yazarın gülmece gücü ortaya çıkarılabilir. Çıkan sonuçlar da başka yazarlara
örnek oluşturabilir. Ayrıca, gülmecenin işleyişi üzerinde bazı savlar da ortaya
atılabilir. Görüldüğü gibi, tartışma birden fazla konuda yarar sergilemektedir.
Atilla
Atalay’ın Eray’ı, yukarıda sözü edilmiş bulunan söylem özellikleri dolayısıyla
Hıbır’da nesnel bir kişiliğe bürünmüştür. Aslında nesnellik bakımından Eray
olarak var olmayan bu “kişi”, toplumdaki çarpıklıkların her türlüsünü gülmeceye
konu edinebilmekte, kendi ruhsal bozukluğunun diline yansıdığı ölçüde,
toplumdaki göçüşmeyle alay etmektedir. Bu bakımdan Eray’ın söylemindeki dil
kullanımları başka hiçbir kimseye ve hiçbir yazara özgü olmayan nitelikler
taşımaktadır.
Prof.Dr Ünsal ÖZÜNLÜ
Hacettepe Üniversitesi
KAYNAKÇA
Atalay,
Atilla. (1990 a) “Eray”. HIBIR. (sayı:39)
—
(1990 b) “Eray”. HIBIR. (sayı:46)
—
(1990 c) “Eray”. HIBIR. (sayı:47)
—
(1990 d) “Eray”. HIBIR. (sayı:48)
—
(1990 e) “Eray”. HIBIR. (sayı:76)
—
(1991 a) “Eray”. HIBIR. (sayı:94)
—
(1991 b) “Eray”. HIBIR. (sayı:95)
—
(1991 c) “Eray”. HIBIR. (sayı:108)
—
(1991 d) “Eray”. HIBIR. (sayı:115)
—
(1992 a) “Eray”. HIBIR. (sayı:142)
—
(1992 b) “Eray”. HIBIR. (sayı:146)
—
(1992 c) “Eray”. HIBIR. (sayı:178)
Carter,
Ronald and Walter Nash. (1990). Seeing
Through Language. Basil Blackwell Ltd. Oxford. England
Haynes,
John. (1989). Introducing Stylistics.
Unwin Hyman. London. England.
Dilbilim
Araştırmaları 1993 adlı
kitaptan alınmıştır...
11 Şubat 2014 Salı
Tuna Kiremitçi /Aydınlık
"...Biz ergenliğe doğru seyirtirken ne cep telefonları vardı ne de sosyal medya. Ama Atilla Atalay "Yalnızlık Aletleri"ni yazmıştı. Dönemin bir numaralı arkadaş arama aygıtı telsiz hattında karşılaştığı bir kaybedenden bahsediyordu; eşsiz mizahıyla harmanladığı bir mahalli hüzünle. "Arkadaş arıyorum, arkadaş..."
Ne zaman yeni bir sosyal medya evrimi olsa, Atilla Atalay'ı andım. Yalnızlık aletleri değişiyor ama yalnızlık değişmiyordu. Dahası, Özdemir Asaf'ı bile haksız çıkarıyordu internet: Orada yalnızlık hem paylaşılıyor hem de yine yalnızlık olarak kalıyordu....
22 Ocak 2014 Çarşamba
Ayşenur Arslan/ Yurt Gazetesi
(...)
“GEL ORTAKÇI OLALIM”Mizah dünyasının en parlak yıldızlarından biridir Atilla Atalay. Özellikle ‘Sıkılhan’ tiplemesine bayılırım. LeMan Dergisi’ndeki zoraki sohbetlerini hiç kaçırmam. Ha bire birileri Sıkılhan’ı arar, onu bir şeylere zorlamaya çalışır. Onlardan biri. ‘Enes’tir. Tam anlamıyla ‘Yeni Türkiye’yi temsil eden, ‘ticared aşığı’ bir genç olan Enes.. Telefon konuşmalarına kulak misafiri olalım. Bakalım size neleri, kimleri hatırlatacak!
- Alo Sıkılhan, Enes ben, kardeş. Nasısın, iyisin inşallah, ticared edelim mi? Beraberce bi miktar rızıklanmaya ne dersin? Nefsin siyah cip çekmiyor mu, doğru söyle, minik bir ihalen olsun istemez misin? Manzaralı bir kral dairesi, sultan balkonu, ipek ceked, halis organik pamukdan atlet ve don giymek istemez misin? Nefsimiz, istiyor da istiyor... Ah nefsi emmare.. Kardeş sana söylüyorum... Alo dünya nimetlerinden Sıkılhan'a, orda mısın Sıkılhan... Ehehhe...
- Ben telefona karşı nefsimi köreltip terbiye ettim Enes. Ordaki kırmızı düğmeye basıyorsun kapanıyor, sen de dene...
- Dur hemen kapama bu süper bi ticared buldum. Okumuşsundur çeşitli devlet dairelerinde yeni tabelalar yaptırtılıyor, T ve C gibi bazı harfler kaldırılıyor felan. Ben işin siyasetinde değilim, rızkıma bakarım. Madem ki bir toplu tabela değişimi işi var bunun bir de ticared ciheti vardır. İhalesini bulup girelim derim ben. Sökülen çıkma harflerle de ayrı bir ticared kapısı açılır, hurdaya verirsin, eritir yeni harf yaparsın, özlü söz yazarsın, yaparsın oğlu yaparsın. Ha ne diyorsun? Gel ortakçı olalım... Alov... Kapadın mı kardeş? Anca kapa sen zaten, iki harfi bi araya getiremez, versen iki koyun güdemez... Sorsan buna "be birader sen ne iş yaparsın vizyonun misyonun nedir?" diye El cevab: kapatırım! İyi o vakit kapa telefonu gitsin. Herkes büyük resmi görebilecek deye bişey yok tabi...
- Alo Sıkılhan, Enes ben, kardeş. Nasısın, iyisin inşallah, ticared edelim mi? Beraberce bi miktar rızıklanmaya ne dersin? Nefsin siyah cip çekmiyor mu, doğru söyle, minik bir ihalen olsun istemez misin? Manzaralı bir kral dairesi, sultan balkonu, ipek ceked, halis organik pamukdan atlet ve don giymek istemez misin? Nefsimiz, istiyor da istiyor... Ah nefsi emmare.. Kardeş sana söylüyorum... Alo dünya nimetlerinden Sıkılhan'a, orda mısın Sıkılhan... Ehehhe...
- Ben telefona karşı nefsimi köreltip terbiye ettim Enes. Ordaki kırmızı düğmeye basıyorsun kapanıyor, sen de dene...
- Dur hemen kapama bu süper bi ticared buldum. Okumuşsundur çeşitli devlet dairelerinde yeni tabelalar yaptırtılıyor, T ve C gibi bazı harfler kaldırılıyor felan. Ben işin siyasetinde değilim, rızkıma bakarım. Madem ki bir toplu tabela değişimi işi var bunun bir de ticared ciheti vardır. İhalesini bulup girelim derim ben. Sökülen çıkma harflerle de ayrı bir ticared kapısı açılır, hurdaya verirsin, eritir yeni harf yaparsın, özlü söz yazarsın, yaparsın oğlu yaparsın. Ha ne diyorsun? Gel ortakçı olalım... Alov... Kapadın mı kardeş? Anca kapa sen zaten, iki harfi bi araya getiremez, versen iki koyun güdemez... Sorsan buna "be birader sen ne iş yaparsın vizyonun misyonun nedir?" diye El cevab: kapatırım! İyi o vakit kapa telefonu gitsin. Herkes büyük resmi görebilecek deye bişey yok tabi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)