5 Mayıs 2008 Pazartesi

Bİ HIDRELLEZ ÖYKÜSÜNDEN...

(....) Ben sonra Deli Fadime’nin başucuna gittim yine. Ona elmalar, aspirin ve biskivü paketleri verdim. Gibisi fazla, hepten bi kız çocuğuna dönmüş zaten, olan çocukluğuyla sevindi… Verdiklerimi yorganın altında gizlediği ayakkabı kutusuna büyük bi dikkatle döke saça yerleştirirken halama beni gösterip “bu kim” diye sordu.
Halam artık kanıksamış, Deli Fadime’yi yanıtlamadı bile. Bana;
“Aspirinle biskivüte çok seviniyo” dedi. “Yiyip içtiği filan da yok, bunun gibi bi kutusu daha var yatağın altında, silme aspirin dolu.”
Babaannem, sessizce kutusunu yorganın altına gizledi.
Akşam saatlerinde nine torun oturuyorduk. Ona takvim yaprağı arkasından dini bilgiler okuyordum. Anlıyordu, anlamıyordu, gülüşüyorduk. Odada halamın olmadığı bi ara, ben dalmış elimdeki kağıttan tuhaf şeyler okurken “guzu” diye seslendi bana. Gözlerimin taa içine bakıyordu, anladım ki, o anda olan aklıyla beni tanıyordu. Ağır hareketlerle aspirin kutusunu yorganın altında çıkardı. Dibinden bulduğu uçları iplikli kağıtları titreyen elleriyle bana uzattı. Aklı o an tam yerinde miydi tam bilmiyordum. Neden iplik bağlı kağıtlar çıkarmıştı, okuması yazması yoktu zaten. İplikleri birbirine dolanmış irili ufaklı kağıt parçaları… Neydi ki şimdi…?
“O guzunun da aklı sen gibiydi” dedi. “Domuzuna domuzdu, gomikçiydi.”
Kağıtlara bakıyorum, tükenmezle yazılmış bir takım eğri büğrü yazılar, ilk bakışta anlaşılamayan çizgiler… Büyü mü bunlar lan?
“Bütün guzular, halanınkiler, amcanınkiler, torun torbalar… Hıdrellezdi, buraya geldilee, bahçada ateş yakıp üstünden atladılaa… Sonra işdee, Hızır Aleyhisselam hakikat gılsın deye, gül dalının dibine guymak içün dilek bohçaları, güççük keselerde paralar, gelin tülleri yaptılaa. Bildin mi o şeyleri?
Bilmem mi, bi keresinde bi yabancı dergiden sarışın bi kız resmi kesip Hızır Aleyhisselam görsün, dileğimi alsın, buna benzer bi kız bana gelin gelsin diyerek gül dalına bağlamıştım.
“Bildim, evet”
“Bu guzu geldi, ölüveren, toprağı bol olsun… Saçımı felan duttu, -yanağını gösteriyor- şööle şööle ballarımı filan sıktı.”
Ağlamasın diye yanacıklarını sıktım ben de… İplikli kağıtları işaret ediyor.
“Elinde işte şu kağıtlar, bilemeyan ne yazıya üstünde, “Ben” dedi “büyükanane” dedi, “senin gutuna atacın bu dilekleri” dedi… Gül dalına bağlameya yani… Hızır mızır, inanmayodu zahir, hâşa huzurdan, gomiğine gidiyodu böyle şeyler, gülüveriyodu”
Durdu, yüzünde yalandan bir öfkeyle:
“Lan al git şunnarı gurt yiyesi dedim, deli deli bağarıveedim, ne işi vaa o kağıtların benim gutumda?”
Az deli olduğunu o da biliyo bak.
“Hızırdan önce Azrail Aleyhisselam gelir oğlum bu gutuya dedim. Guzu gülüyo, hiç diğnemeya ki beni. ‘Hani sen gül ağacısın deye getirip senin dibindeki kutuya goyuyom ben bunnarı’ dedi. Gocadım gaari, ne gülüü, ne ağacı, beheey”
Çok durdu bu sefer, yine mi gitti ki aklı. Yok…
“Ne Hızır ne Azrail geldi ama” dedi… “Olan ömrüm onun olaydı, izin çıkaydı, onun yerine ben gideydim, guzum da guzum” dedi. Çok fena sustu…
Yine yok şimdi aklı.
Ben o kağıtlara baktım sonra… Hayali bi ÖSS sonuç belgesi çizmişti kuzu, mahsuscuktan makine mühendisliğini kazanmış. Uğraşıp bi araba resmi yapmış sonra. İki de bebek vardı sanki… Öbür bikaç tanesine bakamadım. Kara ciplere, kara ceketlere, kanlı evciliklere, yavru mafya efelerine gitti aklım. (...)

Atilla Atalay'ın Kişi Başına Bir Yalnız Kitabı'ndaki Kanlı Evcilik öyküsünden kısaltılarak alınmıştır