7 Nisan 2010 Çarşamba

HÜRRİYET KAMPÜS EKİ/ ATİLLA ATALAY- SÜLEYMAN YILDIZ SÖYLEŞİSİ

Nasıl Başladım

* Şimdi, şöyle oldu, Gırgır Dergisi amatör öykücüler için bir köşe açmış, gönderilen öyküleri yayınlıyordu. O zamana kadar "Çevremizde ilkbahar" konulu kompozisyon ödevlerinde, çarpıcı giriş, sürükleyen gelişme ve vurucu finallerle dörtbuçuktan beş alan bendeniz, kışkırıp verilen adrese öykülerle beraber, ufak espirili yazılar yazıp yolladım. Düşünüyorumda o mektup Gırgır'da İsmet Çelik'in eline ulaşmamış olsa, kazaen aynı binada çıkmakta olan Günaydın ve başka birkaç gazetenin mektup çuvallarına karışıp kaybolmuş olsa, İsmet Usta hemen o hafta benim yazımı yayınlayıp beni yüreklendirmese, şu anda bir belde belediyesinde "Fen işleri Mühendisi" olarak bazı kuduz müteahhidlerle "şehri kenarından yime, imar durumu, ifraz, ihale vb" gibi hususlarda didişiyor olacaktım. İyi olmuş. Yapım gereği rüşvet filan yiyemez, kısa sürede vurulup nalları dikerdim.

Gırgır'ın Yeri

* Ne yalan söyliyeyim, İTÜ başta olmak üzere, Gırgır dışında hiçbir okula severek gitmedim. Düşündüm de sahiden başka bir sözcük yok. Gırgır, yazıp çizmeye hevesli tıfıl bir delikanlıyken, sizi adam yerine koyup yüklediği ağır sorumlulukları gülüp eğlenirken farkına bile varmadan taşımaya başladığınız, hakikaten haşarı talebelerden müteşekkil bir okuldu. Mümkün olsa, Çaycı Veysel Bey'e taktığım borçların da silinmesi durumunda, cep telefonumu internetimi plazma televizyonumu felan geri verip derhal o andan, ilk gününden okula başlarım.

Ustalar.


* Oğuz- Tekin Aral, İsmet Çelik gibi meslek olarak bu işi seçmeme neden olmuş hocalardan başka, beraber çalışırken pek çok şey öğrendiğim Sevgili Hasan Kaçan, Behiç Pek, Latif Demirci, İrfan Sayar, Orhan Alev gibi kıdemli mizahçılar da benim için herzaman çok değerli oldular.


Televizyon İşleri


* Sıdıka'dan sonra TV işlerine tam anlamıyla pek girişmedim. Şu anki çalışma koşulları itibarıyla da pek düşünmüyorum. Umarım ben yaşarken, 90 dakika dizi, batakçı prodüktör, telifsiz tekrar, ota foka mozaik- bip, dördüncü bölümde program kaldırma gibi vahşi ve onur kırıcı uygulamalar düzelir. Öbür türlü anca öldükten sonra mirasçılarımı felan düdüklemeye uğraşırlar. Şimdididen telif hakkımı helal etmiyorum. Fitil fitil haram zıkkım.

Eray, Sıdıka, Sıkılhan

Tiplerin hepsi yazıldığı dönemlerde, tanımlanan sosyal konum ve yaşlarına göre olup bitene mizahî yorumlar getirmemde bana enstürümanlık yaptılar, yapıyorlar... Görünürde üç ana karakter var ama, Sıkılhan'dan örnek verecek olursam, son dönemde giren kurnaz muhafazakar tüccar Enes Binsatar, Çağrı Merkezi Cadısı Nurcall gibi karakterlerle birlikte onbeş civarında yan tip o haftaki olaylara göre yazıya girip çıkıyor. Bu arada Sıkılhan'da epeydir yazdığım hafif narkotik Servis Şoforu Celil Abi ve Okul Kantinini işleten mafyoz, Hırgürkan Yırtıcı tiplemeleri de gerçek yaşamda "Sabıkalı Servis Şöförü ve Kantinciler" başlığıyla henüz yeni yeni farkediliyor. Bu anlamda mizah dergilerinin çoğu zaman geleneksel medyadan çok önce toplumsal teşhisler koyabildiğinin bir kez daha altını çizmek isterim.
Ha bir de, sanılanın aksine köşeyi adını veren kahramanı değil yan tipleri yazmayı daha çok severim ben. Örneğin Sıdıka'da Dövüş Sanatçısı Yüksek Ninja Baturalp Dinçdarı, Sıkılhan'da ise kahramanımızın ortamlarına girip çıtır kız arkadaşlarını araklamaya kart zampara Ömür Dayı'yı hep kendikendime gülerek yazmışımdır.

Mizahın bu günkü durumu,dergiler, sinema, televizyonda durum

* Bir kere en dökülen halleriyle bile mizah dergilerini her zaman için Grand Medya'ya göre daha özgür ve çalışılası buluyorum... Mizah Dergisi okurları da yalnızca mizah okumak için bu dergileri alan insanlar oldukları için, es kaza birinin yapılan espiriyi anlamama ya da bambaşka anlayıp kıllanma gibi bir durumu yok. Oysa gazete, televizyon, sinema izleyicileri için hep ortalamanın altında bir zekâyı dahi göz önünde bulundurmak zorundasınızdır. Tersi durumda reyting tiraj bilmemne karneleriniz "Yemekteyiz, Türkiye Kaynını Arıyor vb" gibi programlardan kötü gelir elbette. Son dönemlerde Sinema'da mizah biraz daha yaygın ve rahat. Televizyonlarda da skeçlerden oluşan programlara dönüş var. Rtüğün yerli yersiz düdüğünden dumanından kaçırılabilen espirilerle oldukça iyi şeyler yayınlanıyor. Uzun dönemde ne olursa olsun, mizah dergileri tüm zamanlarda aklı, hicvi, kimseye eyvallahı olmayan toplumsal muhalefetiyle kısacası özgürlüğüyle en kaliteli mizahın yapılıp izlendiği yerler olarak kalacak.

Yazar internet ilişkisi..

Yazar internet ilişkisi, çiftçi internet ilişkisine dönüşmediği sürece fevkalade faydalı. Biliyorsunuz, Farmville diye bir Feysbuuk uygulamasıyla sanal tarım yapıp ekran başında çiftçi olan bir yığın insan var. Onların çiftçiliği ne kadar gerçekse, yalnızca sanal ortamlardan beslenip oralarda klavye paralarken, ayağı toprağa, eli sahici kitaba, yüzü insan nefesine değmeyen birinin yazarlığından çizerliğinden de o çerçevede söz edilebilir. İfrahata kaçıp toptan sanala ve teşhirciliğe bağlamadığınız sürece kaynak araştırması ve gözlem için gerçekten çok iyi bir fırsat.

kitap deyince akla feysbukun gelmesi

Book kısmı neyse de Feys kısmısı da kitaptan daha önemli artık. Ben çoğunlukla yazarlarının yüzünü hiç bilmediğim şahane kitaplar okuyarak büyüdüm. Şimdi ise durum böyle değil. Önce yazarın size otobüs durağındaki bilboardtan bakan fotoşoplu yüzünü sonra kitabı görüyorsunuz. Ama benim bundan korkum yok, Rabbıma şükürler olsun, yüzüne bakılır bir insanım. Bundan sonraki yapıtım için Erol Atar beyefendiye bibord resmi çektirip, çenemdeki çukuru da fotoşop marifetiynen doldurtarak gençkızların sevgilisi olmak içün şık bir kampanyayla piyasaya gireceğim, sevenlerimi koccaman öpüyorum burdan.

kitap yazmak kitap satışları


Yayınlanmış ondört kitabım var. Kitaplarımın vitrin değeri pek yok ama yine de kendilerince epey baskı yaptılar. Benim için kitap yazmanın en heyecanlı yeri, kitap çıktıktan sonra İstiklal Caddesi'ndeki kitapçılarda felan dolaşıp raflarda kendi kitaplarımı aramak. Genellikle "En Güzel Sarhoş ve Deli Fıkraları"nın yer aldığı "Mizah- Hobi" raflarında "Evde Sihirbazlık" felan gibi bir kitabın yanında bulabiliyorum. En eğlenceli bölümü kitabı çaktırmadan ordan alıp Dan Brown için felan yapılmış kitap kulesi'nin üstüne görünebilen bi yere koymak maksadıyla yaptığım gizli manevralar oluyor. Son olarak yanımda bulunan sakar bir arkadaş nedeniyle "Kalbin Böcüü" adlı dev eserimi yerleştirmeye çalışırken Dan Brown kitaplarından yapılmış bir kuleyi çarpmak suretiyle yanlışlıkla devirdik, ben derhal ortadan kabolup suçu arkadaşın üstüne bıraktım. Şimdiye kadar benim gördüğüm kendi kitabımdan yapılmış bir kule olmadı. İstiklal Caddesi'ndeki kitapçı esnafından beklemem ama düzenli müşterisi bulunduğum Migros'un bunu yapmaması hakikaten beni kırıyor. Şaka bir yana, hipermarket'te salça reyonunun yanıbaşında kitaplarınızdan kule yapılması başlangıçta ne denli büyülü, sürreel bir görüntüymüş gibi gelse de, birkaç hafta sonra kulelerin kaybolup "Üç kitap 19.90 adlı dev bir sepete dönüşmesi" bana onur kırıcı geliyor. Pazarlama, tanıtım dediğin de bi yere kadar. Benim olması şart değil ama bir kitabın üzerine promosyon olarak fırın sütlaç bantladıkları gün, yazmayı okumayı bırakıp ardıma bakmadan kaçıcam buralardan.

Duygusallık ve mizah (özellikle senin öykülerinde)

Var evet, yazıyorum öyle hüzünlü öyküler de... Bi keresinde Oğuz Abi söylediydi, “Herşeyi yazıp çizdikden sonra bir çeki taşı kalır insanın içinde” dediydi.“Çeki taşı” nedir bilmiyorum. Ama tüm o komikliklerden sonra, insanın içine oturan, ağır ve kıpırdatılamaz acıklı bişeylerin kaldığı doğrudur. Yazarsın, çizersin, bunlar hakkaten birilerini güldürür ama Oğuz Abi’nin söylediği gibi: Senin içinde, bütün güldürücü, sevindirici coşkulu bileşenleri aldıktan sonra, ağır, yerinden oynatılamaz, göz yaşı dahil bilinen herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenemez bir tortu kalıp birikir. Geriye irisinden bi taş,“çeki taşı” kalır.Ben işte o “ciddi ve hisli” yazıları yazmaya kalkıştığımda çeki taşından kırabildiğim parçalarla harfler yaptım kendimce.

Nedir kalbin böcüü


"Senin kalbinin böcüü ölmüş"... Bu Çukurova'da hayattan bezmiş, olup bitenden sıkılıp azıcık koyvermiş kimseler için kullanılan bir deyim. Bir Teyze, kitaplarımı okuyup son bölümde çaktırmadan mizah okuruna sokuşturduğum hisli öyküleri gördükten sonra bana böyle demişti. Ben de komikçi yazılardan değil de bu sondaki hisli öykülerden 30 tanesini 30'uncu yazı yılım vesilesiynen bir kitapta toplayıp adını da "Kalbin Böcüü" koydum.

Beğendiğin mizahçılar, okudukların, izlediklerin

Sağlam bir Ahmet Yılmaz ve Behiç Pek hayranıyım. Ahmet kardeş, eksik olmasın haftada bir kez kesin bir karikatürüyle bana harbi ağız dolusu kahkahalar attırır. Umut Sarıkaya, Vedat Özdemiroğlu, Cem Dinlenmiş, kaçırmadan beğeniyle okuduğum mizahçılar. Latif Demirci, İrfan Sayar, Can Barslan "sivil hayatta da irtibatımı kaybetmediğim" kanka düzeyinde arkadaşlarım olduğu için beraberce pek özel espirilere gülüşürüz. Son dönem; filmlerinden "Eyyvah Eyvah", kitaplardan "Korkma ben varım", Çizgiroman, Suat Gönülay "Ben Yaşarım", Televizyonda "Çok Güzel Hareketler Bunlar", bi de "Dedektif Monk". İnternette, "Zaytung".