30 Aralık 2010 Perşembe

Bir sahtekâr olarak hayat...

Otuzların ortasından sonrası biraz zormuş. “Diğerleri gibi yakasına” giden o köprüden önceki son çıkış geçildikten sonra işler biraz zahmetliymiş. Sen “sonu pek belli olmayanlar” yakasındasın şimdi. Bizim yaka, diğerlerinin izlemeye bayıldığı bir filmdir aslında, bakma. Bilhassa ve en çok da köprüden son anda kendilerini öte tarafa atanlar merak ederler sonumuzu. Bu yüzden biz, köprünün öte tarafının fotoromanıyızdır biraz. Karşı tarafın kendisi hakkında “Aman canım iyi ki...” diye başlayıp hayatı ucuz atlatmanın ferahlamasıyla okudukları. Biz, hayatı hiç ucuz atlatamayız.

DEBDEBE VE VESVESE


Otuzların ortasını geçince yol stabilize. Maceralı gençliğin debdebesinin yerini pek o kadar da macera istemediğin orta yaşın vesvesesi almaya başladığında insanın kalbi çiçek bozuğu oluyor biraz.Daha önce “Ya beceremezsem” diye korkuyorsun da otuzların ortasını geçince bu korkuyla koşturup durmaktan dalağın şişmiş oluyor, böğründe kalp gibi atan tuhaf bir sancı. Artık “Ya beceremezsem” diye korkmuyorsun, hasbelkader becermiş oluyorsun zaten ne becereceksen. İnsan artık “Ya hayattan alacaklı kalırsam” diye korkuyor. Hayatın kendilerine borçlu olduğunu hisseden ihtiyarlar beni çok içlendiriyor bu yüzden. Çok pis bir dolandırıcının eline düşmüş zavallılar gibi öfkelerini nereden çıkaracaklarını bilmiyorlar. O devamsızlık tatsızlaştırıyor son yıllarını. Otuzların ortasını geçince işte onlar gibi ihtiyarlamaktan korkmaya başlıyorsun. Ne acayip! Daha dün 16 yaşındaydın.

SEÇMEYE ZAMAN MI VARDI?


Daha dün 16 yaşındaydın gibi hissettiğine göre demek ki yalandı. Her şey bizim seçimimiz, bu yolu biz seçtik meselesi yani, palavra. Çünkü hiçbir şey seçmeye vakit yoktur aslında. Kalbinde yazılı, kendinin de o anda okuyamadığı, sonra bakınca söktüğü bir yazı, bir bilgi var. Ne seçeceğini sen biliyorsun ama aklınla ilgili bir şey değil bu. Akla zaman mı vardı? Daha dün 16 yaşındaydın diyorum! Bugüne gelene kadar arada ne oldu? Bu aynı zamanda geri kalan ömrün de aynı hızda geçeceğini mi gösteriyor? Biz “bugün” adlı noktada durup zamanın olmayan iki ucunu arayan biçareler miyiz aslında? Şu anlaşılıyor otuzların ortası geçince işte: Hayat diye bir uzunluk birimi yoktur!

KOŞARAK YAŞLANMAK


Bizim gibilerin nasıl yaşlanacağı belli değil. En çok bu bakımdan dolandırıldık sanırım. Kalbin emniyeti için hasis duygusal yatırımlarımızı yapmadık. Hayatımızın güvenliği için insanları ölçüp biçip biriktirmedik. Ruhsal emekliliğimiz için kenara, tatsız olsa da sağlam diye ilişkiler koymadık. Vaktiyle sıkılanlar, sıkıcı olanlar, şimdi bireysel emeklilik maaşlarını alıyorlar hayattan. “Hiçbir şey” diye bir şey yapıyorlar, dediklerine bakılırsa pek konforlu. Biz bomboş bir mevduat hesabıyla dikiliyoruz hayatın ortasında, istemediğin kadar bireysel bir mevduat hesabı bu. Demek ki bu yüzden hâlâ koşturarak ve yaşlılığı fena bir melodrama dönüştüren bir telaşla yaşıyor hayattan alacaklı olduğuna inanan ihtiyarlar...

CEPLERİNİ YOKLA KARDEŞ!

Son tahlilde bakıldığında elimizde ne var? Tek bir sıkı kartımız var elimizde, o da hikâyeler. Kimselerinkine benzemeyen, her anlatıldığında karşı yakadakileri imrendiren, hatta bazen hasetten deliye döndüren hikâyelerimiz var. Bizdeki mamelek bundan ibaret. Tek başına hastaneye gitmek zorunda kaldığında ya da yazları kalabalık masalarda karışık kızartmaya sarımsaklı yoğurt dökülürken ve sen kenardan geçerken bu hikâyeleri düşün. Yalnız başına yola çıkmış her yolcunun yaptığı gibi ferahlamak için sık sık hikâye dolu ceplerini yokla. Hayat bir sahtekâr dolandırıcı. Ve sen bunu 16 yaşında bilmiyor değildin. Bilmediğin tek şey, köprüden önceki son çıkışın tepesine tabela koymadıklarıydı namussuzların. Ceplerini yokla şimdi, yürümeye devam et. Bari sen bizim gibiler için bu filmin iyi bitebileceğini ispat et.