28 Kasım 2012 Çarşamba

SIKILHAN'DAN ... BANKALAR ZORLA KREDİ KARTI SOKMAYA ÇALIŞIYOLLAR




            - Alo Sıkılhan Öflan'la mı görüşüyorum. Şey Çağrı Merkezi'nden Nurcall ben. Aezin kızlık soyadı? Doom tağrihiniz günayıl, filan, geçelim bunları. Vakit nakittir...  Baksana ne diicez Sıkılhan Öflan, sana yeni bi kredi kartı yolladık, neden almadın onu? Yepisyeni bi kartın daha olacaktı... Kurye telefon etti, ağlıyo bak... Sen ne biçim bi insansın yaa? Kapına gelen kuryeyi eli boş çevirmekler, halka tepeden bakmalar, bir kuşkucu zihniyyetler!... Alsana olm bankamızın kredi kartını, kapına kadar yolladık, bas imzayı al...

            - Çok sıkı sarılıyo bankanız Nurcall. Zkerken öldüreceksiniz o olacak!

            - İşti tamam, ölme diye. Eğer gönderdiğimiz ek kredi kartını alırsan Çombazlar Guroup Hastanelerinde yüzde iki indirimle muayne olabiliceksin. Fazla bi aidat da istemiycez senden, annesinin kızlık soyadı üzerine yemin ediyo bankamız...

            - Kaçıncı keredir söölüyorum Nurcall, kaç oradan, böbreğini felan çalarlar, gözü dönmüş sizin bankaların...

            - Tamam ağlaşma Sıkılhan, senden yarım kart parası alıcaz, artı, Çombazlar Guorup Hastaneleri'nde bedava emar ve idrar yolu enfeksiyonlarında bir fiyatına iki tetkik...

            - İyi de şu anda telefonuma niye bi de SMS 'le bildiriyosunuz bunu? Zaten konuşuyoruz, daha niye SMS atıyosunuz aynı anda?

            - Aramızda kalsın SMS işi kontrolden çıktı Sıkılhan. Bankamız kendi kendine bile SMS atıyo. Yemin ediyorum sabah kutuyu boşaltıyorum saat 12 de sim kart SMS'e doyuyo. Zannedersem bankanın bilgisayarı felan bişeyi bozuldu. Onu bırak, geçen gün müşteri diye kendimi aradım, yarım saat kendi kendime yeni kredi kartı vermeye çalıştım. Yani demem o ki, artık olan olmuş Sıkılhan. Bu durdurulamıyor, önüne geçilemiyor, karışan görüşen olmuyor. O yüzden sen de boşa direnme, kuryenin getirdiği kartı al paşa paşa aidat öde, kasma daha çok acır...

            - E naapcaz o zaman? Kurtulmak için yeni bi kimlik verilsin herkese. Milletçe Federal Koruma Programına alınalım, ehe...

            - Hmm bak o olabilir... Herkese izini kaybettirmek için yeni bir kimlik... Evet fena deil. O zaman herkese yeniden kredi kartı verilir. Sıfırdan müthiş bi pazar. Dur ben bunu bankamızın AR- GE departmanından İnovasyon Prensi Tomaç Bey'e söyliyim...

            - Hadi... Hadi beni Tomaç Bey'e bağla Nurcall. Ona birinci ağızdan söyliyeceklerim var. Sen arada kalma, bağla beni Tomaç ibibiğine, bağla, dolu dolu konuşcam ben onla... Alo... Alo... Kapadın mı? Hayret bişe... Nurcall? Alo? Tomaç ? İnovasyon? Alo... Vizyon misyon felan... Kimse yok mu orda? 
...
 
(Geçen Hafta'nın Leman'ından Özetle)

 

İnadına Alkol İçerkene Fotugrafımızı Koyyoz Feyse O zaman. Al bak...


LEMAN KAPAA


PENGUEN KAPAA


27 Kasım 2012 Salı

Muazzez Cüreklibatur İlköğretim Okulu Moda Kolu Başkanı Simlasu Dodo 2013 2014 Öğretim Yılı Kış Modasını Anlattı...



Erkek öğrenciler yine pastel renklerle sınıflara dolacaklar. Tabii, şık bir bere ve zarif bir atkıyla kaşmir kazaklarına kombinleyecekleri aksesuvarları unutmamak gerekiyor...

Kız öğrencilerde ise bu yıl buz mavisi kışa damgasını vuracak gibi görünüyor. Babet ayakkabı ve rengarenk soket çoraplar yine gözde...

KONUŞANLAR LİSTESİ'NE EK HAFTANIN RÜKÜŞLERİ


OLMADI 324 Çisil...

Geçen perşembe günkü sosyal bilgiler dersinde şık bir pardesü içine giydiği italyan yaka dökümlü bluza eşlik eden gösterişli kemerle kombinlenmiş sade dökümlü bir blucinle katılan Çisil, şekilsiz paçaları ve kış günü giydiği sandeletlerle bizden düşük puan alıyor... "Naaptın sen Çisil" diyor ve kameralarımızı alttaki resme çeviriyoruz...

626 EFE'NİN SVİTŞÖRTÜ DİKKATE DEĞER
 
Gelgelelim üstüne giydiği yün ceketi görenler "altı kaval üstü şişhane" demekten kendilerini alamıyor... Ayrıca ayakkabı ve cekete kombin düşünülürse jean'in de siyah olması gerek miyor muydu? Zekii bir çocuk, günügününe çalışırsa başarılı olabilir...

TARİHTE PAYLAŞILAN İLK ŞİRİN KEDİ FOTOĞRAFLARI


Yukardaki şirin kedi yavrılarına ait siyah beyaz fotugraf 18. yüzyılın sonlarında Chilgin Kiz 18 rumuzuyla mektub yazan Karolin Kendir tarafından sözlüsü Thomas Stampa'ya yollandı.



Bu fotugraf ise aynı tarihlerde bir gövercine bağlanarak Fransada paylaşıma açıldı. Poğaça kırıntısıyla gövercini kendine çeken Fransua Dordeg adındaki bir genç hayvanı kıstırıp bacağındaki fotografı aldıktan sonra "Ay çok şiraan" yazılı bir pusulayı gövercine bağlayıp tekrar saldı...

BAG Tarih Editoryası

24 Kasım 2012 Cumartesi

16 Kasım 2012 Cuma

PROF ZİHNİ SİNİR PLANETİ


Showroom: Kuloğlu mah. Ağahamamı sok.No: 13 34433 Beyoğlu / İSTANBUL

GÖZETLEME KULESİ SİNEMALARDA


CANLI YAYINDA ŞOK: KOCAMIN İGUANAYLA İLİŞKİSİ VAR

CANLI YAYINDA ŞOK İDDİA



Kocasının beslediği iguana ile ilişkisi olduğunu iddia eden kadın eşinden boşanmak istediğini söyledi. Beyaz TV'de Tahir Sarıkaya'nın sunduğu "Uyan Türkiyem" programına konuk olarak katılan Av. Çağrı Çetin canlı yayında izleyicilerin boşanma davalarıyla ilgili soruları yanıtladı. İsmini vermek istemeyen bir izleyici yayına telefonla bağlanarak "Kocamın iguanayla duygusal bir bağı var boşanmak istiyorum" dedi. (Hürriyet)



İGUANAYLA İŞLETMİŞLER SİZİ HOCAM.... YOKSA NASIL YANİ?
 

SİZİN CİTY DE VİCDANA HİÇ Mİ YER KALMADI MI BE ABİ? HER YER AVM OLDU BİTTİ Mİ SİZİN CİTY?


Medyatava Haber İçin Tıklayınız

FİLİSTİN KARİKATÜRLERİ/CARLOS LATUFF








14 Kasım 2012 Çarşamba

TTNET KİŞİSEL BİLGİLERİMİZİ NAAPIYOR?


http://www.fislenmeyehayir.com/  sitesinden alıntıdır...

HAFTANIN LEMAN KAPAA

Leman, kapak karikatürüne şu sert eleştiriyi not düştü:
“Kirli savaşın kurbanları ve tabutları hep sıvasız evlerden çıkıyor farkında mısınız? Başörtülü nur yüzlü annelerin, kirli sakallı, yüzünü derin çizgiler örtmüş babaların gözyaşları akıyor oluk, oluk. Yoksul çocukları, üç beş kuruş maaşa bağlayıp dağa sürüyorlar.. Çeşitli kahramanlık masallarıyla ölümlerini kutsuyorlar.. Yoğun sise, rüzgara rağmen kalkan helikopterden, sıvasız evlerde büyüyen 17 çocuğun tabutu çıktı.. Diğerlerinde olduğu gibi.. Medyanın savaş gazı ise tüm hızıyla sürüyor.. “Olumsuz hava koşullarına karşın arkadaşlarına yardım için canlarını feda ettiler”.. başlıklarına, savaş salyaları karışıyor. Sanki bu yoksul çocuklar, helikopterin kalkış emrini bizzat vermiş gibi.. Birbiri ardına mazeret yüklü, bol timsah gözyaşlı, saçma sapan demeçler, ezber hanemize yeniden kazındı.. Helikopterin geriye kalan hurdasından gemicikler yapın da iyice paşa gönlünüz doysun.."
 
 
 

USULCACIK'TAN BİR MAKAM MEVKİİ ÖYKÜSÜ


 

- Ben bir müfettiş olarak bu kadar süründükten sonra, kimbilir müdürlüğünüze işi düşen vatandaşlar ne yapıyor Müdür Bey? Saatlerdir makam odanızı arıyorum, bir üçüncü kata, bir beşinci kata, olmadı zemin kata yolluyorlar. Makam odanızın bir asansör şeklinde olduğunu tahmin etmeliydim.

- Öhö, naapalım Müfettiş Bey, müdürlüğümüzde yer sorunu var. Tasarruf olsun diye yeni bina yaptırmıyoruz. Ben de asansörü makam odası olarak kullanıyorum.. Aslında makamım hep beşinci katta durur ama, silgi almak için makam odamla beraber alt kata inmiştim. Sınırlı sayıda silgimiz var. Tasarruf olsun diye fazlasını alamıyoruz. İşte bakınız bütün dairede şu silgiyi kullanıyoruz. Aşına aşına nohut kadar kaldı..

- Hakkkınızdaki şikâyetler öyle demiyo ama.. Hay aksi.. Kardeşim şu makam asansörünüzü zırt pırt indirip çıkarma, midem bulandı.

- Durunca ışık sönüyo da o bakımdan yani..

- Ne diyodum? Haaa.. Kendinize yeni Mercedes makam otosu almışsınız..

- İftira.. Herkes bilir, makam otom 62 Şevrole.. Ama meretin parçası bulunmuyor. Tamirci, “Abi buna bi tek Mercedes parçası uyar” dedi. Parçaları değiştire değiştire biraz Mercedes’e benzedi tabii..

- Evet, bilinen numara.. Bir belediye başkanı da Wosvogen’inden parça değişirerek Limuzin yaptığını iddia etmişti. Ziraat İşleri Genel Müdürü de traktörüne Jaguar parçası taktırdığını ileri sürmüştü.. Bırakın bunları.. Tasarruf genelgesi gayet açıktır. Yeni makam otosu alınmayacak.. İşte o kadar!

- Allah sizi inandırsın Müfettiş Bey’cim. Biz daire olarak hakiki bir tasarruf seferberliği içindeyiz.. Daha geçen gün biriktirdiğimiz resmi gazeteleri eskiciye satıp, karşılığında plastik maşrapa alarak dairemizin helasına koyduk.. Nah, şu altımdaki minder.. Bizzat şahsım ve maiyetimdeki memurlar kollektif bir çalışma içerisinde bu minderi eski telefon kablolarından ördük. Ziyan olsun istemedik.

- Elimdeki şikâyet dosyasına göre 17.9.1988 tarihinde, Devlet Malzeme Ofisi’nden, ayaklarınızın üşüdüğünü ileri sürerek, üstünde dairenizin arması bulunan bir saten yorgan istemişsiniz.

- İfiranın da böylesi.. Evet, armalı bir yorganım var. Ama iddia edildiği gibi nüfuzumu kullanarak diktirmedim. O yorgan benim damatlık yorganımdı. Bir gün eve iş götürmüştüm. Yatağıma uzanmış bazı evrakları inceleyerek imzalayıp, mühürlüyordum. Aniden elimdeki mühür yorganın üstüne düşmesin mi? Yorgan berbat oldu. Müdürlüğün armalı mühürü yorganın üstüne çıktı. Eşim, “Artık bu yorgan kurtulmaz” dedi... Komşularımın tavsiyesi üzerine bir de Momolu suya bastırdık, çıkmadı. Hadise bundan ibarettir. (Tor tor tor) Hay Allah, bu ses de ne? (Tor tor)

- Helikopter sesi olduğu açık.. (Tor tor tor) Yine bu dosyaya göre müdürlüğünüzün parasıyla zırt pırt helikopter kiralıyormuşsunuz. Helikopter binanın damına inip sizi alıyormuş..

- Doğrudur.. Dama bir helikopter dadandı.. Kimin nesidir bilmiyorum.. Kışt lan.. Bi saniye.. Alo.. Fevzi, oğlum, damdaki helikopteri kovun..

- Sakın helikopteri siz çağırıyor olmayasınız! Vatandaşın vergileriyle saltanat olmaz öyle..

- Kışt lan helikopter.. Ne münasebet.. Dama kurusun diye sucuk sermiştim, ona dadandı zahir.. Kıymet halam Kayseri’den sucuk yollamış da.. Alo.. Fevzi yavrum, kovala şu helikopteri.. Müfettiş Abi hepsi iftira.. İftiraa.. Neler demediler.. Odacı ampul takarken cereyana kapılıp bağırdı, “Şu saltanata bak, Müdür, odaya girerken ses ve ışık gösterisi yaptırıyo” dediler.. Çıldırmışım.. Kendime tapıyormuşum.. Devletin parasıyla ihtişam debdebe içinde debeleniyormuşum.. İftira.. Ağızlarını büzeceksin.. İtoğulları.. Kışt lan helikopter.. Nimet halanın sucuklarını yiyorlar...

- Yalan.. Makine gibi yalan atıyosun.. Demin halanın adı için Kıymet demiştin...

- Kıymet Nimet Okkacık.. Halamın tam adı budur.. Ona bazen Kıymet, bazen Nimet deriz.. Köyde de Dombalak Minnim derler; bööle biraz şişmancadır. Dilim sürçtü yalan yok.. Helikopterin muhatabı biz diiliz. Dairemiz tasarruf kalesidir.. (Tor tor tor tor) Fatura kabarıyo diye telefonu bile kestirdik. Acilse bitişik nalburunkini kullanıyoruz. (Tor tor tor tor) Lan bu helikopter.. Hâlâ gitmedi sesi geliyor... Körolası, Şahizer halamın sucuklarını.. Ehehe.. Kıymet Nimet Şahizer yani.. Tam adı böyle.. Köyde ona Dobolok Şahizhiz derler.. Zayıf.. Şişman.. Etli yani eti var. Sucuk şeee.. Hö.. İhehe.. Yaa işte.. Nıh.. (Tor tor tor) Nebalet halamın sucuk.. Ahahihihi yine şeettim.. Nük...


İlk Kitap Usulcacık'tan Tasarruf Seferberleri Adlı Öykü

Penguen Kapaa


13 Kasım 2012 Salı

ÖZEL ORMAN SİNCABI SÜHEYL...

 

Tabiat Parkı nasıl Ağaoğlu Parkı oldu

Ali ağaoğlu'nun Maslak'ta yaptığı "orman katliamı" iyiden iyiye ayyuka çıktı.

Minare Ağaoğlu'nun dikmeye çalıştığı, medyayı reklamlarla satın alarak oluşturmaya çalıştığı kılıfa sığmayacak hale geldi.
Bu ülkeyi biraz seven, bir miktar kentlilik bilinci olan her taraftan sesler yükseliyor.
Dün Orman ve Su İşleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir bürokrat aradı ve Ağaoğlu'nun Maslak 1453 Projesi adı altında yaratmaya çalıştığı rezaletin boyutlarını aktardı.
Belli ki Ağaoğlu, kendisine büyük bir rant sağlayacak bu projeyi, uzun süredir bir oya gibi işlemiş, iyi niyetle yapılan yasal düzenlemelerden alabildiğine yararlanıp bunlardaki boşlukları kullanmış ve milyar dolarlık rant projesini buraya kadar getirmiş.
Medyayı da reklamlarla, ilanlarla susturmuş, gazetecilerle kurduğu "dostluk" ilişkileriyle kamuoyunu yönlendirebileceğini düşünmüş.
Bakın Orman Bakanlığı'ndan bana rezaletin boyutlarını aktaran üst düzey bürokrat neler diyor:
"Maslak 1453 Projesi'nin uygulanacağı alan kesinleşmiş orman kadastro haritalarına göre 'orman arazisi' değildir. Bu bağlamda söz konusu projenin ormanla ve ormancılıkla ilgili kurumlarla hiçbir ilişkisi yoktur. Sorun Ağaoğlu'nun, zorlama yöntemlerle, oluşturulan yasal kılıfa uydurma gayretleriyle Belgrat Ormanları'nın içerisinde yer alan 'Fatih Ormanı'm bu projeye peşkeş çekme gayretidir. (Yazının devamı)
 
 

12 Kasım 2012 Pazartesi

TAKSİM MEYDANI KOMPLE PANDA KAPLANICAK...




(BAG Özel Haber) Düzenlemeden sonra hangi hali alacağı tam olarak bilinemeyen Taksim Meydanı "Ortası buz pisti olucakmış" söylentilerinin ardından son olarak da "Meydan komple panda kaplanıcak" haberiyle gündeme geldi... BAG Muhabiri Kinyas Barul'un "Yok lan artık" diyerek konuyla ilgili baş vurduğu bir yetkili ise şöyle konuştu;
"Olabilir de olmayabilir de. Meydanı panda, tapir (karıncayiyen) yahut kumpir kaplatabilir, AVM, dev minder, musalla taşı, bal kabağı, üçlü piriz, davar postu koyabiliriz. Bu aşamada bunu sizinle paylaşmak durumunda diiliz. İstersek paylaşa da biliriz, yahut, Taksim Meydanı'nı Üsküdar İlçesi'ne bağlayabiliriz. Çok konuşuyosunuz, herkes işine baksın"

10 Kasım 2012 Cumartesi

YAVER ŞU SEVDİĞİM ŞARKIYI ÇAL


Osmantan Erkır'ın 2005 yılında okuduğu bir gazete haberi üzerine TCDD'ye başvurarak Atatürk'ün trenle yaptığı yurt gezilerinde dinlediği taş plaklardan derlediği bu CD, MP3 ler çıktı çıkalı dağılmaya yüz tutan disk arşivimdeki en değerli parçalardan biri.

CD kitapçığında, Cemal Ünlü'nün derlemesiyle Atatürk'ün trende dinlediği plakların bestekarları ve icracılarıyla ilgili bilgilerin yanısıra sofralarındaki fasıllarda yaşanmış bazı anılara yer veriliyor.

Kitapçığa göre Mustafa Kemal'in pek sevdiği, hatta zaman zaman kendisinin seslendirdiği bir gazel var:

"Yâ Rab! Ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
Peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
Âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
Yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı"

Ziya Paşa'nın bu ünlü gazeli günümüz diliyle yaklaşık olarak şu anlama geliyor;

"Ya Rab! Ne eksilirdi senin ululuk denizinden
Vücud kadehine zehirli acı suları doldurmasaydın
Kurtulmuş olurdum dert ve gam belasından
Ya dünyaya gelmeseydim, ya aklım olmasaydı"

Cemal Ünlü kitapçıkda şöyle yazıyor:

"Atatürk hastalanır ve karnı su toplar. doktorlar acılarından kurtulması için şırıngalarla suyu çekmek zorunda kalırlar. yıllar önce söylediği bu gazel, onun yaşamında; gerçeğe, bir alın yazısına dönüşmüştür"

Atatürk'ün Hafız Yaşar'dan dinlemeyi sevdiği bu "Nevâ çiftetelli gazel"i CD deki gibi Hafız Yaşar'dan değil ama Üstad Münir Nurettin Selçuk'tan; "Zâhirî hâle bakıp etme dahil bir ferdi" şarkısının arasında dinleyelim;




Zâhirî hâle bakıp etme dâhil bir ferdi -- Münir Nurettin Selçuk
Beste: Hacı Ârif Bey
Güfte: Enderûni Vâsıf Osman Efendi
Form: Şarkı
Makam: Mâhûr
Usûl: Curcuna

Zâhirî hâle bakıp etme dâhil bir ferdi
Çekilir çile değil, çile-i germ ü serdi (2 defa)
Kendi hâlince olur her kişinin bir derdi
Tükenir mi feleğin sille-i nerm ü serdi
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner vay
Gam u şâdi-i felek böyle gelir, böyle gider vay.

Gazel (Ziya Paşa):
yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı, aman, aman
âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan, aman, aman, aman
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı, of, of, of

Çekilir çile değil, çile-i germ ü serdi. (2 defa)

Not: Bazı notalarda 4.cü satır "Tükenir mi feleğin mihnet-i germ ü serdi"olarak geçer.

Vezni: Fâilâtün/Feilâtün/Feilâtün/Feilün (Fa'lün)

Açıklaması:
Görünen hale bakıp hiç kimseyi dışlama.
Acı ve tatlı çileler, çekilir çile değildir.
Herkesin kendi halince bir derdi vardır.
Feleğin yumuşak ve sert silleleri tükenmez.
Dünyada hüner, eziyeti zevk haline getirebilmektir.
Feleğin sevinci ve üzüntüsü böyle gelir, böyle gider.

Gazel hakkında Atatürk'ten bir hatıra:
1) yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı

"atatürk, sofradaki arkadaşlarından arzularını soruyor. münasip birer şarkı istiyorlar; çalıyoruz. bu meyanda ali hikmet paşa'ya da soruyor. müşarünileyh benden bir taksim dinlemek arzusunu gösteriyorlar. taksime başlıyorum. zemin ve zamanını yapıyorum. bu fasıl arasında biraz yorgun, fakat kuvvetli bir ses gazele başlıyor. herkes nefes almaktan çekiniyor. bu ses ata'nın sesi... efsane diyarlarındayım. "ordular! ilk hedefiniz akdeniz'dir ileri..!" diyen bu ses şimdi nağme olmuş, his olmuş taşıyor"

riyaset-i cumhur fasıl heyeti neyzeni burhanettin ökte
türk musikisi dergisi
1 şubat 1948 / sayı:4

yâ rab! ne eksilir deryâyı izzetinden
peymâne-i vücuda zehrâb katmasaydın
yani;
ya rab! ne eksilirdi senin ululuk denizinden.
vücut kadehine zehirli acı suları doldurmasaydın

atatürk hastalanır ve karnı su toplar. doktorlar acılarından kurtulması için şırıngalarla suyu çekmek zorunda kalırlar. yıllar önce söylediği bu gazel, onun yaşamında; gerçeğe, bir alın yazısına dönüşmüştür.

kaynak:
cemal ünlü
atatürk'le bir tren yolculuğu
2) "1909 yılında selanik'teki kumanda ve erkan-ı harbiye heyeti, bir garnizon tatbikatı yapmak için manastır'a gidiyor. heyeti taşıyan trenin bir kompartımanında, iki arkadaş, hoca ve talebesi; binbaşı naci* ve mustafa kemal oturuyorlar.

bir aralık naci paşa, mahzun bir eda ile mustafa kemal'e büyük türk şairi ziya paşa'nın şu iki beyitini okuyor:

yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı

âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı

hocasından bunu işiten mustafa kemal, kısa bir teemmülden sonra;
-hocam, büyük türk şariri vücut peymanesini zehrab ile doldurmaktan ziyade bu peymaneye zehrab katmamasını isteseydi, yani:

-yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb katmasaydın

deseydi daha muvaffık bir şey söylemiş olmaz mı idi? görüyorum ki, bu sözler bir acının ifadesidir; mamafih ben henüz bunu iyi kavrayamadım."

kaynak:
afet inan
atatürk hakkında hatıralar ve belgeler
5.baskı, s.101

6 Kasım 2012 Salı

ALİ AĞAOĞLU'NUN MUTLU OLMASINI İSTEDİĞİ İNSANLAR MECNUN KULELERİ'NDE

(....)

            Sigarayı bırakalı üç ay oluyor ama ben yine akşam yemeklerinden sonra düzenli olarak balkona çıkıyorum.

            Çevre bloklarda elliye yakın sigara tiryakisi var.

            Yedi tanesi ciddi tiryaki. Gece gündüz balkonda yaşıyorlar. Öldüğünü tahmin ettiğim yaşlı teyzeyi saymazsak balkon sürgünü tiryakilerden dört tanesi kadın. Adam kısmısı olarak çoğunluktayız... Akşamları saat sekiz gibi filan gizemli bir ayine katılan müridler gibi balkonlarda yerimizi alıyoruz.

            Toplam sekiz blok; ortadaki süs havuzu ve ondört akasya ağacıyla renkli plastik çocuk parkına bakıyorlar.

            Bizimkinin tam karşısına gelen bloktakileri hayal meyal seçebiliyorum, öksürükleri duyabildiğim yakın balkondakiler ise akşamın olgun ışığıyla gizleniyorlar. Bu durum, ayine hepten esrarengiz bir durum katıyor.

            Ama yakınlardaki balkondan ayine katıldığını sandığım, reflektörlü eşofmanı olan bir beyle yüzyüze tanıştık.

            Blokların ortasındaki havuzlu avluda volta atarken kendisi bana

            "Valla bravo, sen sigarayı bıraktın galiba de mi?" dedi.

            Bir arkadaşı varmış o da patlıcanla bırakmış sigarayı, bize imreniyormuş.

            Patlıcanın nikotin yüküyle başlangıçtaki tütün yoksunluğunu giderdiği ileri sürülen bir sebze olduğunu bilmeme rağmen "Nasıl yani patlıcanla?" diye sormak istedim kendisine.   "Arkadaşınız canı sigara istediğinde dötüne bir patlıcan sokarak mı oyalanıyor?"

            Yok, hayır durduk yere herife gıcık kaptığımdan değil. Yalnızca birisine ayıp sayılabilecek bir espiri yapıp karşılıklı gülüşmeyi çok özlemiştim. Çünkü bu bloklara taşınalı beri, arkadaşı patlıcan sayesinde sigarayı bırakan, reflektörlü adamı saymazsak pek kimseyle konuşmuyordum.

            Aslına bakarsanız burda, bu insan konservelerinde, bu içlerinde zamandan yorgun düşmüş delilerin dolaştığı Mecnun Kuleleri'nde, kimse kimseyle konuşmuyordu.        Eşofmanlı adamlarla kadınlar ortadaki su birikintisinin etrafında bir takım bitkilerle sınırları belirtilen yılankavi parkurda çok acele bir yerlere yetişicekmiş gibi eşofmanlarını hışırdatarak ve tek kelime etmeden yürüyorlardı:

            Akşam saatlerinde ortadan kaybolan eşofmanlıların yerini bebek gezdiren yetmişiki millete mensup dadılar alıyordu. Gürcü, Bulgar, Özbek, Moldov, Rus v.b. Dadılar biraz daha konuşkanlardı. Kendi aralarında uzak diyarların bilinmez geyiklerini çevirirken ara sıra çocuklara sesleniyorlardı:

            "Bakugaan, in ordan çöcuk, düşecesin. Köbrağ, arkadaşinin kafasını çekme, gel burda Sude ile oynayin..."

            Dadı dilleri bir derece de; kendi aralarında konuşan çocukların pilli oyuncak ve japon anime kırması dilleri hepten anlaşılmazdı. Ecnebi ejderha avazlarıyla, çocuk parkını sarmış görünmeyen dragonlara, aynı anda dokuz kötülük yapabilen; rüzgar bükücü, ateş emer, taş yutar canavarlara sesleniyorlardı.

 

            Şimdi böyle anlatıyorum ama ara sıra gelen"farkındalık dalgaları" dışında hayatımdan neredeyse tamamen memnundum. Tüm bunlara kendimi derin bir kabullenişle "olup olacağı budur, hayat böyledir, bunlardır, güvenlidir" telkinleriyle bırakıyordum.

            "Noluyo lan, nedir bunlar böyle" diye ansızın gelen "farkındalık dalgalarını" hızla savuşturup anlaşılmaz bir şekilde daha da bırakıyordum ipin ucunu.

            İçinden tren geçen şehirler, orman köyleri, balıkçı kasabaları, nehir kenarları... O sekiz bloğun dışındaki heryer çok uzak ve yorucu geliyordu.

            Ayrıca çok sıkılırsak, sekiz bloğa on dakika uzaklıkta, altı salonlu sineması olan bir AVM vardı.

            Deniz, evet. Kıştan rezervasyon yaptırarak yetmişsekiz bungalovlu o tatil köyüne gidebiliyorduk. Yedi gün sekiz gece bize ait olan o bungalovlardan birine yerleşip denize girebiliyorduk.

            Sonra yine bu sekiz blok...

            Daha ne olsundu ulan?

(...)

Kitapla aynı adlı öyküden özetle

HAFTANIN LEMAN'INDAN ÖZETLE BUNALGÜL...


 

            - Ya alooo... Ya bişi söölicam, Sıkılhan var ya, bayram tatilinde bütün kızlar toplandık: Çisil, Büzge, Buğday ve kardeşi Darı, Şoksenem, Kübrasu, Ülfetcan bi de Difenbahya... On gün oldu, hala evden çıkamıyoruz. İnan bana inanamıyorum bööle bişi yaptığımıza...

            - Uygar bir dünyada yaşıyoruz Bunalgül, saklanmanıza gerek yok. Artık kız çocuklarını diri diri toprağa gömen filan yok; bayramda sadece hayvan kesiyolar... Çıkın bence, geçti, hey sakin olun... Ehe..

            - Ööleyse seni, içindeki hayvan barınaklarıyla beraber kesmiş olmaları lazımdı... Ahaha, bu mizahım da sana kapak olsun. Neyse bak ne diicam, on gündür The Vampire Diaries, Super Natural, Fringe, The Walking Dead dizilerini tüm sezonlarıyla seyrettik. Kitlenmişiz yaa... Yeminle çişe kakaya paus yapıyoduk o kadar. Bu arada bişi söölicam; var ya, on gün bakımsız kalınca Çisil'in bıyıkları çıktı ahahah. Karı resmen pala ihih ... E sen naaptın bu arada?

            - Ferah upuzun bir caddede alışveriş yaptım, moda ve sanatın 365 gün içinde oldum.

            - Mizah bu değil Sıkılhan! Bu da değil... Niye insan gibi cevap vermiyosun kiğ? Bana bak, kızkıza verdiğimiz party yüzünden seni ihmal ettim diye bana tavır filan mı koyuyosun yoksa? Kıyamam... Ya kalk gel istiyosan. Bak biz bu gece de Amarika'dan naklen seçim heyecanını izliycez... Büzge "Ohayo'yu alan başkanlığı alırmış" diyo. Çisil Romney taraftarı "Obama Özel Hastane olayına karşı gibi davranıyo, bidaha seçilirse halk devlet hastanelerinde kuyrukta sürünesiymiş" diyo. Buğday ve kardeşi Darı da Romneyci. Nerden duydularsa "Romni seçilirse idam her eyalette geri dönücek. Ayrıyetten kardeşleri boğdurtma kanunnamesi çıkıcak" deye bişey duymuşlar. İkisi de birbirini boğdurtma peşinde karıların... Onlar da bi cins. Valla bak hakkaten, sıkılmam diyosan gel...

            - Sıkılhan Sıkılhan olalı öyle sıkılmaz, olmaz...
(...)

3 Kasım 2012 Cumartesi