İZMİR'in Eskiizmir semtinde kız arkadaşları yüzünden çıkan tartışmada, lise öğrencisi M.Ç., Remzi Oğuz Arık İlköğretim Okulu'nda 8'inci sınıf öğrencisi N.Ç.'yi okul bahçesinde göğsünden bıçakladı. N.Ç., tedavi altına alındı. Kaçan zanlı ise yakalandı. Olaya büyük tepki gösteren N.Ç.'nin babası Salih Çetin ise, "Küçücük çocukların ellerinde bıçaklarla okul bahçelerinde dehşet saçmasını anlamıyorum. Bu bıçaklar öğrencilerin eline nasıl geçiyor. Bıçaklarla nasıl gezebiliyorlar ve okulun bahçesine girebiliyorlar" dedi. Olay, bugün saat 10.30 sıralarında Cennetçeşme Mahallesi'ndeki Remzi Oğuz Arık İlköğretim Okulu'nun bahçesinde meydana geldi. Başka bir okulda lise eğitimi gördüğü bildirilen 15 yaşındaki M.Ç., kız arkadaşı yüzünden ilköğretim okulu öğrencisi 13 yaşındaki N.Ç.'yle geçtiğimiz günlerde tartıştı. İkili arasındaki sorunun devam etmesi üzerine M.Ç., sabah saatlerinde görgü tanıklarının verdiği bilgiler doğrultusunda okul bahçesine girdi.
ÖĞRENCİLERİN GÖZLERİ ÖNÜNDE BIÇAKLADIM.
Ç. ile N.Ç., bahçede yeniden tartışmaya başladı. Arkadaşlarının çabalarına rağmen yatışmayan öğrencilerin kavgası sırasında, M.Ç., onlarca öğrencinin gözleri önünde, yanındaki bıçağı çıkartarak N.Ç.'nin göğsüne sapladı. N.Ç., dehşet anlarına tanık olan öğrencilerin şaşkın bakışları arasında kanlar içinde yere yığıldı. Zanlı M.Ç. ise kaçtı. N.Ç., hemen öğretmenleri tarafından Atatürk Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Acil serviste tedavisine başlanan N.Ç.'nin sağlık durumunun iyiye gittiği bildirildi. Olaydan sonra kaçan zanlı M.Ç. ise polis ekiplerince yakalanarak Çocuk Şube Müdürlüğü'ne götürüldü. Zanlı öğrencinin yapılan işlemlerin ardından adliyeye sevkedileceği bildirildi.
DEHŞETE BABA TEPKİSİ
Oğlunun bıçaklandığı haberini alır almaz hastaneye koşan baba Salih Çetin ise, olaya büyük tepki gösterdi. Salih Çetin, "Küçücük çocukların ellerinde bıçaklarla okul bahçelerinde dehşet saçmasını anlamıyorum. Bu bıçaklar öğrencilerin eline nasal geçiyor. Bıçaklarla nasıl gezebiliyorlar ve okulun bahçesine girebiliyorlar. Sorumlular kimse haklarında şikayetci olacağım" dedi. Olayla ilgili soruşturmanın devam ettiği bildirildi.
Vatan
KANLI EVCİLİK
“Bıçağı dürtüp dürtüp çalının dibine bırakıvermişlee.” dedi Deli Fadime. “Ramazan ölüsünü yıkarkene saymış. Sayısını bilemen şimdi, elinden, golundan, böğründen bi çok yara etmişlee guzuyu.”
Gözlerinin kalan feri yaşlara karışmış, yüzünde, yılların açtığı oluklar boyunca akıp gidiyor… Sakınır gibi yapıp kollarını göğsüne kenetledi şimdi. Hıçkırıkla hırıltı arası boğuk bi sesle küçük torunun katlini anlatıyor:
“Golcağızlarını böylelik canevine siper ettiydi herhalda… Öyle ya, biçak kalbine değmesin diye sakındıydı kendini guzu… Ramazan saymış, sayısını bilemen şimdi, en çok biçak da goluna gelmiş. Sonra bi ara tükenip golunu çözdü herhal. Bilmen ki ben, çok canı yanmış mıdu? “İlkten sonrasını duymamıştır, bayılmıştır” deya Ramazan. Bilmenki ben, bilmen ki, çok canı yanmış mıdu?”
Halama “Niye bu kadar detay veriyosunuz ki kadıncağıza ” gibisinden bozuk atacak oldum.
“Aman kendi dinleya be halasının. Şu yaşta duymaz gaari zannedeesin, alimallah dağdaki gayanın başında zıplayan suyu duyuyo. Yattığı yerden her gonuşulanı dinleya işte. Ama keder etme sen, üç dakkalık aklı vaa, soona unuduyo hepsini.”
Deli Fadime’nin aklı “hop” dedi gitti sonra hakkaten… Fadimecik benim babaannem. “Deli” lakabı gençliğinden kalma. Şimdi yaşı gereği hafızası 103 türlü oyun yapıyor ona, gelip gidiyor. Komikli şeyler anlatmaya başladı. Öylece bıraktığımda, yandaki okul bahçesinde yapılan 23 Nisan provalarından gaza gelmiş, tuhaf çocuk şiirleri okuyordu.
“Kimbilir bi daha ne zaman gelir aklı” dedi halam. “Şimdi sorsan bırak küçük torununu, seni beni tanımaz.”
O çocuğu; yani Deli Fadime’nin torununun torununu, tam olarak bende tanımıyordum aslında… Uzun boyluymuş, mavi gözlü. Çakır gözlere peri kızları dadanırmış, sen ben bilmezmişiz, peri kızı güzel oğlanı nikahına alır şu hayata yar etmezmiş.
Köylük yerde yekten “kız meselesi” denmiyo tabii. Bir “peri”dir, bir “nazar”dır; illâ ki işin uhrevi yanları oluyo.
Ben ise şiddeti çoktan kanıksamış Tarantino- Kill Bill ve televizyon manyağı, entel, pis bi kentli olarak ergen liselilerin oynadığı bu kanlı evciliklere “kız meselesi meslek lisesi” diye isim bile takmıştım.
Belli ki; “Savaşlara reklam için ara veriliyo, o füzeler asla sivillere dokunmuyo, kara ceket, iri jip reklamlarında oynayan mafya efeleri insanın içine işleyen türküler eşliğinde kurşun sıkıyo” sanan malların arasına karışıyordum ufak ufak…
Tâ ki Deli Fadime’yi küçük torununun katlini anlatırken görünceye dek.
O bıçak, kendi asırlık bedenine deyiyormuş gibi acıyla sarsılıyordu. O andan sonra olay “Beach’te bilmemkim götünün kenarını açtı, sevimli panda ziyaretçilerin elinden kumpir kaptı” haberlerinin arasına karışmış bi “liseli cinayeti”n den ibaret değildi.
İşte yani, ateş düştüğü yeri yakıyordu.
“Kız meselesi”nin öbür erkeği… O da yanmıştı. Kanın fena kırmızısından korkup dilsiz olmuştu. “Köpük köpük kan gelince, korktum, ağladım, ayıltmaya çalıştım; sonra bırakıp kaçtım” demişti jandarmaya, bi daha da konuşmamıştı.
İnsan bu kadar kolay mı can verir, bilememişti, kan bu kadar mı çokmuş?
Ve “mesele”ye konu olan kız. O’nun adı bile geçmiyordu.
Öfke bu kadar mı çokmuş.
Ölüevi ziyaretçilerinden biri kendisini de kadın olduğunu unutup “.mı olanın imanı olmaz!” demişti kız için.
“Ona başka, öbürüne başka türlü gonuşmuş gahpe. Babayiğitleri birbirine düşürüp ikisinin de başını yimiş işte.”
O acıyı yarıp bişey diyemedim.
“Daha çocuk hepsi” filan… Belki öyle bişey demişimdir. Bilmiyorum… Kendi sesimi duymadım ama…
Sonunda “çıngır mıngır” diyerek hayali bi kapıdan girmişler, mahsusçuktan yiyip içmişler, mahsusçuktan karı koca olmuşlar belki. Şimdi kötülükleri bile mahsusçuktan gibi geliyordu. Sanki tiz bi çocuk sesi “Çanak çömlek patladı” diye bağırıp bu kanlı evciliği bozacak, hepsi birden kalkıp yeni bi oyuna başlıyacaklardı.
Ben sonra Deli Fadime’nin başucuna gittim yine. Ona elmalar, aspirin ve biskivü paketleri verdim. Gibisi fazla, hepten bi kız çocuğuna dönmüş zaten, olan çocukluğuyla sevindi… Verdiklerimi yorganın altında gizlediği ayakkabı kutusuna büyük bi dikkatle döke saça yerleştirirken halama beni gösterip “bu kim” diye sordu.
Halam artık kanıksamış, Deli Fadime’yi yanıtlamadı bile. Bana;
“Aspirinle biskivüte çok seviniyo” dedi. “Yiyip içtiği filan da yok, bunun gibi bi kutusu daha var yatağın altında, silme aspirin dolu.”
Babaannem, sessizce kutusunu yorganın altına gizledi.
Akşam saatlerinde nine torun oturuyorduk. Ona takvim yaprağı arkasından dini bilgiler okuyordum. Anlıyordu, anlamıyordu, gülüşüyorduk. Odada halamın olmadığı bi ara, ben dalmış elimdeki kağıttan tuhaf şeyler okurken “guzu” diye seslendi bana. Gözlerimin taa içine bakıyordu, anladım ki, o anda olan aklıyla beni tanıyordu. Ağır hareketlerle aspirin kutusunu yorganın altında çıkardı. Dibinden bulduğu uçları iplikli kağıtları titreyen elleriyle bana uzattı. Aklı o an tam yerinde miydi tam bilmiyordum. Neden iplik bağlı kağıtlar çıkarmıştı, okuması yazması yoktu zaten. İplikleri birbirine dolanmış irili ufaklı kağıt parçaları… Neydi ki şimdi…?
“O guzunun da aklı sen gibiydi” dedi. “Domuzuna domuzdu, gomikçiydi.”
Kağıtlara bakıyorum, tükenmezle yazılmış bir takım eğri büğrü yazılar, ilk bakışta anlaşılamayan çizgiler… Büyü mü bunlar lan?
“Bütün guzular, halanınkiler, amcanınkiler, torun torbalar… Hıdrellezdi, buraya geldilee, bahçada ateş yakıp üstünden atladılaa… Sonra işdee, Hızır Aleyhisselam hakikat gılsın deye, gül dalının dibine guymak içün dilek bohçaları, güççük keselerde paralar, gelin tülleri yaptılaa. Bildin mi o şeyleri?
Bilmem mi, bi keresinde bi yabancı dergiden sarışın bi kız resmi kesip Hızır Aleyhisselam görsün, dileğimi alsın, buna benzer bi kız bana gelin gelsin diyerek gül dalına bağlamıştım.
“Bildim, evet”
“Bu guzu geldi, ölüveren, toprağı bol olsun… Saçımı felan duttu, -yanağını gösteriyor- şööle şööle ballarımı filan sıktı.”
Ağlamasın diye yanacıklarını sıktım ben de… İplikli kağıtları işaret ediyor.
“Elinde işte şu kağıtlar, bilemeyan ne yazıya üstünde, “Ben” dedi “büyükanane” dedi, “senin gutuna atacın bu dilekleri” dedi… Gül dalına bağlameya yani… Hızır mızır, inanmayodu zahir, hâşa huzurdan, gomiğine gidiyodu böyle şeyler, gülüveriyodu”
Durdu, yüzünde yalandan bir öfkeyle:
“Lan al git şunnarı gurt yiyesi dedim, deli deli bağarıveedim, ne işi vaa o kağıtların benim gutumda?”
Az deli olduğunu o da biliyo bak.
“Hızırdan önce Azrail Aleyhisselam gelir oğlum bu gutuya dedim. Guzu gülüyo, hiç diğnemeya ki beni. ‘Hani sen gül ağacısın deye getirip senin dibindeki kutuya goyuyom ben bunnarı’ dedi. Gocadım gaari, ne gülüü, ne ağacı, beheey”
Çok durdu bu sefer, yine mi gitti ki aklı. Yok…
“Ne Hızır ne Azrail geldi ama” dedi… “Olan ömrüm onun olaydı, izin çıkaydı, onun yerine ben gideydim, guzum da guzum” dedi. Çok fena sustu…
Yine yok şimdi aklı.
Ben o kağıtlara baktım sonra… Hayali bi ÖSS sonuç belgesi çizmişti kuzu, mahsuscuktan makine mühendisliğini kazanmış. Uğraşıp bi araba resmi yapmış sonra. İki de bebek vardı sanki… Öbür bikaç tanesine bakamadım. Kara ciplere, kara ceketlere, kanlı evciliklere, yavru mafya efelerine gitti aklım.
Bi ara ölen çocuğun yaşındaydım, efeydim, deliydim, Deli Fadime’nin en büyük en deli torunuydum. “Kız meselesi” çok yoktu o vakitler; kara parkalı bi çocuktan elimdeki mizah dergisi yüzünden kafa yemiştim. Burnumdan öldürmeyen kanlar akıyordu, annem korkudan yeşil parka giydirmiyordu, kara parkalılar yeşil parkalıları dövüyor, öldürüyordu. İnceden yüzüm acıyordu, fonda Cem Karaca “Parkasıyla vurdular üç hain kurşun değmiş” diye ağlıyordu. Zaman durmaksızın derin kara yarıklar açıyor ve içi her seferinde delikanlıların kanıyla doluyordu.
“Guzuu” diye seslendi Deli Fadime:
“Seninde mi aklın gelip gidiya yoksa lan?”
Aksi gibi aklım şimdilik bi tarafa gitmiyordu… Gülüştük, işte öyle…
“Galan ömrüm senin olsun iyi mi guzumm”
“Kalan aklım senin olsun iyi mi Fadimem”
"Kişi Başına Bir Yalnız" Adlı Kitaptan