31 Aralık 2009 Perşembe

MİLLİYET SANAT DERGİSİ OCAK 2010 HASİBE EREN ATİLLA ATALAY RÖPORTAJI



Milliyet Sanat Ocak 2010

MlzAH dünyasının 'efendi yazarı' Atilla Atalay, 30. yazarlık yılını" Kalbin Böcüü" adlı kitabıyla kutluyor. Yıllarca Gırgır, Hıbır, HBR Maymun ve Leman'da çıkan yazılarını, kitaplarını okuyan; üniversite tiyatrosunda onun en ünlü karakteri Sıdıka'yı oynadıktan sonra TV dizisi prodüksiyonunda da bu karakteri canlandırma fırsatını yakalayan bendenize, bu macera başladıktan tam 12 yıl sonra Atalay ile yeni kitabı hakkında röportaj yapma şerefi nailoldu.
Editörümüz Asu Maro'ya bu fırsat için çifte teşekkür ederim. Çünkü Atilla Atalay'la tekrar bir araya gelip sohbet edebilmek için bir sebebim oldu... Yazdığı hikayeler kadar komik anlatabilen hatta bir meddah becerisiyle konuşabilen yazarlarla sohbet fırsatı çok kolay ele geçmiyor...
İkinci teşekkürüm ise herkesten önce .”Kalbin Böcüü"nü okuyabildiğim için. Umarım sizler de kitabı okurken benim kadar eğlenir, tatlı bir hüzne dalar, sürüklendiğiniz çocukluk ve gençlik anılarınızın değerini bir kez daha anlarsınız. .

-Kitabını henüz okumayanlar için soruyorum: Ne demek “Kalbin Böcüü” ?

- “Kabinin böceği ölmüş!” Bu Çukurova yöresinde, yaşamdan sıkılmış, olup bitene ilgisini yitirenler için kullanılan bir deyim. Zaten mizahın “hayattan rahatsız” bir tarafı hep var. Bir mizahçı benim denediğim gibi kendince “ciddi” öyküler yazmaya kalkışırsa ortaya hepten pesimist, cümleten hüzünlü şeyler çıkabiliyor. Bu kitap otuz yılın ardından “ciddi” öykülerimden bir seçki olduğu için böyle bir ad yakışır diye düşündüm.

-Mesleğe genç yaşta başlayınca demek genç yaşta 30. yıl kitabı çıkarabiliyor insan. “Kalbin Böcüü” kitabı çoğu daha önce yayınladığın öykülerden oluşan bir seçki. Öyküleri hangi kriterlerle seçtin ? Ati beyin en sevdiği öyküler mi bunlar?

Zaman içinde aldığım eleştrilere göre seçtim tabii. Ama benim pek sevdiğim, diğerlerinin çıkardığı gürültüye kurban gittiğini düşündüklerimden de birkaç tane yer verdim. Otuzuncu yazı yılı nedeniyle otuz öyküden oluşan bir seçki planlamıştık, doğrusu benim sevdiklerimden epeycesi de dışarıda kaldı.

-Neydi sana 16 yaşında mizah yazarı olmaya karar verdiren? Karikatürist olmak isteyip çizerlik yeteneğinin yeterli olmadığını fark etmek değil heralde?

Gırgır Dergisi çoğumuzun ilkgençliğinde olduğu gibi benim için de bir fenomendi. Şimdiki dergilerden çok daha fazla okurlarına yer veriyor, profesyonel kadrosunun tamamını okurları içinden seçip yeniliyordu. O yaşlarda senin fikirlerine önem verebilecek yaygın, geniş tabanlı bir kurumun bulunabiliyor olması doğrusu büyük bir şans. Sen de “madem ki benim yaşımdakilerin yazıp çizdiklerine değer verip yayınlayan hatta üzerine para veren bir kurum var ben gidip bunun kapısında yatmaz mıyım” diye düşünmeden edemiyorsun. İlk gönderdiğim yazının hemen o hafta yayınlanması ise hepten kendimden geçirdi beni. Ders çalıştığımdan çok daha fazla evde kendikendime mesai saatleri belirleyip Gırgır için çalışmaya başladım ben de. Hemen aynı yılın sonunda da “Daha fazla zarf ve pul parası verme” deyip beni dergiye çağırarak masa verdiler zaten... İlk çağrıldığımda “Belki karikatür espirisi de bulurum, hatta çizmeyi öğrenebilirim” diye düşününüyordum. Ama İsmet Çelik “Buraya benim yazı yazsın diye çağırdıklarımın alayını karikatürcülere kaptırdım, o yüzden sen hiç heves etme, zaten çizgin de kötü” diyerek yazıyla başladığım bu serüvende öyle kalmam için elinden geleni yaptı...

Mizah yazarı olarak nasıl görüyorsun mizahın son yıllardaki seyrini?

Mizah eskisine göre daha fazla mecrada akış alanı bulabiliyor. Hemen her reklam filmi, son yıllarda gişeyi toparlamayı başaran yerli filmler, internette sabah bilgisayarını açar açmaz ona buna komik resim fıkra haber yollamayı adet edinmiş ofis insanları, sözlükler, bloglar, facebook, twitter vb, hemen hepsi görünürde mizah izleyicisini, hatta “forwardçılar” ı saymazsak üreticilerini arttırıyor. İnternet için pek bir şey diyemem ama televizyon dizileri ve sinema filmleri birkaç istisna dışında ortalama zeka düzeyini daha da aşşağı çekmeye yönelik şeyler. Ferhan Şensoy’un bir tiyatro oyunun adı gibi “Aptallara güzel gelen televizyon dizileri” nden ve filmlerinden oldukça fazla var. Oysa mizahı üretmek de, tüketmek de en azından genelgeçer aklın, ortalama zekanın dışında dolaşmayı gerektirir. İşin doğrusu “Nasreddin Hoca’nın torunları” olmakla övünen, Aziz Nesin’i, Rıfat Ilgaz’ı Ertem Eğilmez’i yetiştirmiş Gırgır’ı dünyanın üçüncü büyük mizah dergisi olarak var etmiş bir milletin böylesi bir duruma kendi tercihiyle gelebileceğine inanmıyorum. Her alanda var olan içi boşaltılma, anlamı ve işelvi kaydırma mizah ta da yaşanıyor.
Böylesi bir ortamda yine en nitelikli üretim mizah dergilerinde oluyor diye düşünüyorum. Ama onların tirajları da pek parlak değil ve bu nedenle varlıklarını çok güç sürdürebiliyorlar. Reklam gelirleri zaten yok, habire açılan para cezalı davalar da cabası

- En çok neye gülersin ?

Ciddi görünme kaygısı olan herşeye. Şimdi yan masada yanında özel kalemiyle bir müsteşar görsem elimde olmadan çok gülerim mesela. Askerde Tugay Komutanı bayram kutlama konuşması yaparken kürsünün önünden piti piti geçtikten sonra bir kenarda kuyruğunu altına alıp oturarak bizi izlemeye başlayan bir kedi görünce gülme krizine tutulduğum için ceza almıştım. Öyle sessiz sedasız da gülemiyorum aksi gibi. Hasan Kaçan’ın “Yavru kaltak kahkahası” adını taktıktığı çok gürültülü bir gülüşüm var...

-Mizahçılardan kimi takip ediyor, takdir ediyor, beğenerek okuyor ya da izliyorsun?

Ahmet Yılmaz, Umut Sarıkaya, Latif Demirci, Vedat Özdemiroğlu, Behiç Pek, Cem Yılmaz ve tvdeki eski skeçleriyle Şahan Gökbakar severek izlediğim sanatçılar.

-Ustalarının Suavi Süalp, İsmet Çelik , Tekin ve Oğuz Aral olduğunu belirtiyorsun hep. Nasıl bir usta-çırak ilişkiniz vardı? Bugünkü üslubunu geliştirmende okuduğun başka kimlerin katkısı oldu sana ?

Çırak olarak dergi mesaisi anlamında pek kaytarmacıydım. İşlerimi yetiştirir mühendislik eğitiminden de gelen disiplinle gerektiğinde bir haber başlığını onlarca kez yazardım ama ustalar her seslendiğinde olay yerinde bulunmadığımdan epey fırça yediğim olmuştur. Oysa dergi geceleri asla bırakıp yarın sabah okula gitmek istemiyeceğim kadar keyifli olurdu. Halen de öyledir. Sayılanlar dışında birlikte çalışırken Latif Demirci, Hasan Kaçan, Behiç Pek ve İrfan Sayar’dan da bir çok şey öğrendim.

-Akademisyenler tarafından inceleniyor, tanımlanıyor tarzın. Prof.Dr. Ünsal Özünlü “Gülmecenin Dilleri” adlı kitabında senin “Eray” öykülerinden yola çıkarak yarattığın mizah ekolü üzerine incelemelerde bulunuyor. Profesörler tarafından incelemeye tabi tutulmak, bir ekol olarak tanımlanmak ne hissettiriyor?

Elbette hepsi çok onur verici. Ama o tezlerin araştırmaların filan çoğunu okurken başka birinin yaptıklarını okur gibi tuhaf bir yabancılaşma hissediyorum. Kırkayak aslında nasıl yürüdüğünü kazara da olsa düşünmeye başlarsa fena halde tökezlermiş zaten. Bir de senin dergilerde yazıp kitaplar olmasa bir hafta sonra unutulacak yazılarını birilerinin uzunca süre biriktirip incelemesi içten içe korkutuyor.


-“Mizah dünyamızın efendi yazarı” tanımı yapılmış senin için. Sen mizah yapanların hep tırnak içinde yırtık olması gerektiğiyle ile ilgili önyargıya ne diyorsun? Efendi olmakla ilgili derdin var mı ?

Valla benim tanıdığım hemen bütün mizahçılar sinsi bir şekilde oturup etrafı gözetlerler, sessizlikleri ondandır. Bunu “efendilik” olarak tanımlamak her zaman çok da doğru olmayabilir.

-Ya da şöyle sorayım: Yeni tanıştığın insanlar senden komik şeyler anlatmanı beklediğinde ne hissediyorsun?

Çok sinirlenirsem mesleği gassal olan insanları örnek vererek “İnsan her zaman yıkayacak bir ölü bulamayabilir. O zaman durduk yere birini öldürüp yıkamaya kalkışması anlamsız olur” diyorum. Kısa bir ölüm sessizliği oluyor.

- Yazdığın bir hikayeyi ya da senaryondaki bir sahneyi anlatırken sanki başkası yazmış gibi ya da bir yerde izlemişsin gibi anlatırdın hep. Çok şaşırırdım seni dinlerken. Sonradan nasıl böyle bir uzak açı kazanıyorsun yazdıklarına?

Aslında siz oyuncularınkine benziyor galiba. Onlar ben değilim ki, anlattıklarım onların başından geçiyor diye düşünüyorum. Yoksa senin de bildiğin gibi yalnızca Sıdıka karakterinde devamlılığı olan onbir tane yan tip var. Eray, Sıkılhan filan hepsininkiler elliyi bulur. Onların alayını içselleştirip olayları kendi başımdan geçmiş gibi anlatsam işim zor olurdu.


- Sırasıyla Eray, Sıdıka ve Sıkılhan. Her biri ilginç sosyolojik saptamalar içeriyor bu kahramanların öyküleri. Eray bilinen tüm medyatik iletişim kodlarıyla dalga geçiyor, Sıdıka yetiştiği çevreden beklenmeyecek kadar dünya meselelerine takmış entellektüel ev kızı, Sıkılhan cep telefonu bağımlısı liseli genç... Yaratım süreci nasıl gelişti bu karakterlerin?

Herbirisi ilgili dönemdeki toplumsal dinamiklerin çoğalttığı çok rastlanır hale getirdiği insan tipleri ve elbette gözleme dayanıyor. Üç ana tip başlığı varmış gibi görünüyor. Ama örneğin Sıkılhan’da çocuğu sürekli telefonla taciz eden “Çağrı merkezi cadısı Nurcall” diye henüz iki aylık bir yan tip var. Sürekli arayıp “Bıyrın Nurcall ben siza nası yardımca olabiliram, doom tarihiniz günayyıl alarak? Konşmlırınız şirkat poltikası gereee bandalınmaktadır” gibisinden “ağzında denizanası varmış” gibi konuşuyor. Yine Son bir yılda ortaya çıkan Sıkılhan yan tiplerinden biri de muhafazakar esnaf Enes. Sürekli “ticared etmek” istiyor. Sıkılhan’a “ünlü tacirlerden Ebu Hüveyye’nin ticared kıssalarını” anlatıyor.

-“Sıdıka”nın ilk televizyon macerasının üzerinden tam on iki yıl geçti. Dile kolay... Seyirci hala özlemle anıyor.Bense geriye dönüp baktığımda çok mutlu olmuyorum. Küçük yaşımda altından kalkamadığım bir rol olarak görüyorum. Sen prodüksiyon olarak nasıl hatırlıyorsun “Sıdıka”yı ?

Açıkçası önceleri benim kafamdakine pek uymadığını düşünüyordum. Hakkı Devrim’in söylemiyle “bu pek de tabii değil mi allahaşkınıza”. Hiçbir yazar yazdıklarıyla sahnede ya da perdede gördüklerinin tam olarak uyuştuğunu düşünemez. Hatta her okur da o kitabı kafasında filme çekmiş olarak izlemeye oturduğu için işe neredeyse bir sıfır yenik başlıyorsunuz. Ama çok kısa süre sonra yeni Sıdıka öyküleri yazarken gözümün önüne Saka Ailesi’nin ekrandaki görüntüleri gelmeye başladı. Şimdi ise hepten, Latif Demirci’nin çizdiği Sıdıka vinyetlerine bakarken bile senin yüzünü görüyorum.
Prodüksiyon açısından da özellikle 30 dakikalık süreyle yayınlanan bölümlerin mizah tabanlı diziler için en uygun; oynayan yazan ve izleyen bakımından en insani yapım türü olduğunu düşünüyorum. Şimdiki yerli gülmece dizileri ortalama yetmiş dakika ekranda kalmaya zorlanıyor ve tüm ekibin yaşamını sağlığını ve üretim kalitesini allak bullak ediyor.
Ve tabii Atıf Yılmaz’ı özlemle anıyorum. Mine, Asiye Nasıl Kurtulur, Adı Vasfiye, mizah dizisi olarak Aziz Nesin’den Tatlı Betüş... Doğrusu bu filmografiden sonra Atıf Abi’nin Sıdıka’yı çekmek istemesi beni çok onurlandırmıştı.

-Mizah dergisi çıkarmak muhalif olmayı gerektirir mi ? Bir dergi çatısı altında çalışanlar için politik görüş birliği gerekir mi?

Eğlence yani entertaintment ile mizah arasında gri bir alan varmış gibi gözükmekle beraber en basit bir güldürücü eylemin bile altında normal olanla, alışılmışla, genelgeçerle aykırı bir durum vardır. Biçimsizce düşen birinin yarattığı istem dışı gülme örneğin. Düşen, olması gerektiği gibi düpedüzgün zarif adımlarla yürüyebilseydi, gülme olayını ortaya çıkarmazdı. Ya da “Dut yemiş bülbül” yerine “Bül yemiş dutdut” sürçmesi sözcüklerin ve önermenin anlamını kaydırarak bir anlamsızlığa yol açmasa komiklik doğmazdı. Dolayısıyla mizah elbette iktidar sahibinin ya da geleneklerin “normal” dediğine karşı bir yerde durur ve oradan kendini var eder. Bu bağlamda mizahın ve mizahçının “Dıngırdakbükü ilçe teşkilatı” düzeyinde güncel politika üreticilerininki gibi bir politik görüşü yoktur, olamaz.

-Klasik olacak ama “güldürürken düşündürmek” kaygınız var mı efenim ?

Olabilse okurlarımı güldürmek, düşündürmek, doyurmak, her birine münasip bir eş bulup üçer çocuk yapmaları hususunda tavsiyyelerde bulunmak, hatta olur da benden önce vefat edenler olursa ölülerini yıkamak isterim. Ama herşeyi ben fakirden beklememek lazım.


MUTLU YILLAR

BU HAFTAKİ LEMAN

30 Aralık 2009 Çarşamba

TAKSİM PANDİK TİMİ DE YILBAŞINA HAZIR...


Noel Baba'dan polis çıkabilir!

Yılbaşı öncesi İstanbul Emniyet Komisyonu toplantısı yapıldı. Alınacak önlemler hakkında bilgi veren Vali Güler, Emniyet Müdürü Çapkın'ın ifadesini aktardı: Noel baba kıyafeti içinde bile polis olacak. (ntvmsnbc)




TİCARED GURUSU ENES VE GEYİK MERKEZİ ARIZALI BUNALGÜL

- Oh ticared ticared, sen ne güzel bir duygu... Ah ticared ticared sen ne müstakil ve müstesnağ bir his, oh müstantik.... İyps... Hey Tanrım bana biğr tanne, bir de yetmez iki tanee, veeğr veğğğr veeğr ver Allahım veğr... “Ver Allahın verdiğine vur Allahın vurduğuna....” Obaaağ... Böhöyttt, lıhayyn, ticaredd...
- Alo Enes?
- Ticared? Kimsin? Adını söyle, aldığımı verdiğimi bileyim, ticaredimi edeyim. Aloğ dediğimi bileyim. Börbs...
- Sıkılhan ben, aradın açtım. Görüyorum ki, kafa dümdüz. Alkol var mı genç?
- Ticared var... Ana, cüzdan yok... Yahu Sıkılhan... Hıyps... Pasaportu da yemişler benim... Lan? Kızlar vardı burda ticared ediyorduk, onlar nere gitti. Oh bin ticared, soyulmuşum... Seyahat çeklerim, rızık sodeksolarım hepsi gitmiş. Aziz milletimize oynanan oyunu görüyor musun?
- Nooldu nerde oyuna geldi aziz milletimiz? Cüzdan pasaport... Başka nelerini yemişler aziz milletin, saat felan duruyo mu giysilerin yerinde mi, otel felan mı orası?
- Yav vize kalktı ticared olayının önü açıldı deye kalktık uzakdoğuya geldik. Daha uçaktayken “Siz de mi ticared yapıyorsunuz, du yu now Ebu Huveyye. Hi is a feymıs mörçınt prins, sales man. hi sed ted “Friendship is one thing, business is another” şeklinde bir kadın yolcuynan muhabbete başladım. “Vize kalktı, artık ticared edek” dedim. Sonra mevzuu mevzuuyu açtı. Kadın uçaktan inişte bana “ Hangi otelde kalacaksınız, lobiye gidip bişeyler içelim bana Ebu Huveyye’nin ticared kıssalarını anlatınız” dedi. Hotele gittik içim ticared sevinciyle doluydu, kendi kendime dedim ki “Ey Enes, küçcücük bir büfeden bir nalbur tükkanına, oradan dünya ticaretine atladın, yürü be hey, seni kim tutar” diyor idim. Oranın yerel bir hoşafından içerken uçakta tanıştığımız hanıma Ebu Huveyye’nin Abbasi Tüccarlara hörgüçmatik adında bir deve yastığını nasıl tanıtıp sattığını anlatıyor idim. Sonra bir anda kendimizi odada bulduk.
- Oh ticared...
- Reca ederim asabımla oynama Sıkılhan. Sana “İban numarası” vereyim bana bi miktar para havale et. Sana faiziyle, düzeltiyorum, işledme ve kâr payıynan, iade ederim.. Oh ticared ah başım...

* * *

- Sıkılhan, miribaağ. Allo. Bak sana bişi söölicam, inan bana inanamııcaksın. Twaylayttaki Ceykıp... Yok pardon onu söölemiycem... Dan Bravnın şeysi var ya Kayıp Sembol. Bence onun kitabı daha iyiydığ...
- Onlar ne Bunalgül, ne diyosun gene...
- İnanmıyoram sana yaa, şaka gibisin Sıkılhan. Hayvan fıkraları gibısııın. Nası bilmessın o insanları. Bişi söölıcam; Dan Brawnın kayıp sembolünü okudım, kitabı daha iyiydı...
- Deli ve Sarhoş fıkraları mısın sen Bunalgül? Filmini seyredince “Kitabı daha iyidi yaa” deniyo. Kitabı okuyunca anca “Daha öncekı daha şeydı benca” felan diyebilirsin. Beyninin otomatik geyik merkezinde arıza çıkmış senin.
- Ay olabilır valla. İvedik 3 ün treylırını seyredince de anneme “Beren Saat’in tırnakları takma” demişim kadın yarıldı. Bişi söölicam, Nil Karaibrahimgil’in üzerine Neşet Ertaş nedeniyle fazla gidilmedı mı sence da, yaa tanımak zorunda diil ki Neşet Ruacan’ı... Ay bu eski geyik yaaa. Öh... Ama... Ama... Yağğ, yivraanç hasta olmuş geyik merkezıım... Bişi söölicam ban bi geyik konusu açar mısın bakalım noolucak. Belki geçici bişidir...
- Nihat Doğan’ın emo saçları...
- Adam popüler kültüre “popi” dedi yaaağ. Ühühh... Hon... Gene oldu bak, bambaşka bişi sööledim. Hepsi birbirine karıştığğ... Ay inanamıyorum kendime yaaağ. Ah çok... Ayfon mu blakböri mi... Ah kafam... Nooluyo bana bööle ya, neler söölüyorum.
- Vavien oluyodur kafanda, gel git... Uyursan geçer belki...
- Vavyenin kitabı daha iyidi... Ühü... Hüğğ... Sen gülme ordan kıs kıs, yeniyılın ilk köpeği! Uyuycam arama beni.

Bu Haftaki Leman Dergisi'nden

MAGAZİN FLAŞ... FLAŞ... AVATARLARA ŞİRİNLER DEĞDİRİYOMUŞ


GÜNAYDIN


29 Aralık 2009 Salı

İŞTE ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN SON SÖZÜ: THAT WAS A GOOD LIFE

Ertuğrul Özkök, 20 yıllık Hürriyet Genel Yayın Yönetmenliği'ne son noktayı az önce koydu. Toplantıda görevi bıraktığını açıkladı.
Özkök, köşe yazarı olarak Hürriyet'te yazmaya devam edecek. Yeni genel yayın yönetmeni ise Enis Berberoğlu.
Az önce biten toplantıda Özkök'ün son sözleri ise "That was a good life" (Güzel bir hayattı) oldu.
Son derece duygusal geçen toplantıda Özkök, bu sözü söyledikten sonra gözyaşlarını tutamadı.
© COPYRIGHT 2009, MEDYATAVA




SAHTE İÇKİYE TİKKAT. YENİYIL YERİNE KOMAYA GİRMEYİNİZ


YILBAŞI HAZIRLIKLARI







KOZMİK ODADA KİTLİ KALAN SİVİL PERSONEL.


KOZMİK ARAMA TAM GAZ SÜRÜYOR. EN SON BİR BAŞÇAVUŞA AİT OLDUĞU İLERİ SÜRÜLEN EŞŞEĞİN AĞZI ARANDI


GÜNAYDAN!


28 Aralık 2009 Pazartesi

EŞANTİYON ZAMANI VE BİR ÇÜRÜK AŞK HİKÂYESİ.

Çürük Bir Aşk Hikâyesi

- Sana söylemem gereken şeyler var Sururi. Bunları duyduktan sonra eğer beni olduğum gibi kabul edemiyceksen, şimdiden ayrılıp arkadaş kalalım. Masrafa girme, düğün parasını euroya çevirip bankaya koy.
- “Ben bir katırdım, ameliyatla kadın oldum” cümlesi dahil söyleyeceğin her şeyi kabul ederim Gülşok. Gönül bu, seviyorum işte seni, her türlü kabulümsün.
- Ben bir doktorla iki yıl eşantiyon hayatı yaşadım...
- Nasıl yani Gülşok? Niye şantiyon, ne şantiyon, kaç kere şanttınız?
- Gazeteler yazdı duymuşsundur. Bir ilaç firması, reçetelerde kendi markaları kullanılsın diye bazı doktorlara eşantiyon olarak kongre otellerinde kadın ikram ediyodu ya... İşte ben o kadınlardan biriydim. Doktorun kaskosu yoktu, bir trafik kazasında, karşı tarafın hasarını ödeyemeyince beni “hoş bir kaza anısı” olarak “karşı tarafa” verdi.
- Vay alçak, sonra da o hurda arabayı “Doktordan araba” diye gazete ilanı verip kim bilir hangi saftiriğe sokmuştur. Fakat, her meslek gurubunda birkaç çürük elma bulunuyor işte. Burada namusuyla çalışıp, eşantiyon adı altında rüşvet kabul etmeyen ve gerçekten arabasını temiz kullanan doktorları tenzih ediyoruz, değil mi Gülşok?
- Elbette Sururi. Her neyse, demin anlatıyodum adam beni “karşı taraf”a verdi ya işte bu karşı taraf belediyeyle iş yapan bir müteahhitti. Beni fazla elinde tutmayıp kaçak kata göz yummaları karşılığında bazı belediyecilere devretti. Böylelikle, bir süre kaçak kat karşılığı bir belediyeciyle yangın merdiveni olmayan bir otele kapanıp dost hayatı yaşadım. Otel sahibi olmayan yangın merdivenine göz yumması karşılığında belediyeciden oda parası almıyor, kahvaltıda fazladan iki tane yumurta veriyordu.
- Bi saniye Şokgül. Burada, daha önceden yapılan hatalar nedeniyle artık içinden çıkılmaz bir megapol haline gelmiş İstanbul’u, belde belde bayındır ve mamur hale getirmek için canını dişine takmış çalışan belediyecileri tenzih ediyoruz. Maalesef içlerinde rüşveti bir alışkanlık haline getirmiş kirli bir, bilemedin birkaç kişi vardır. Bu tür münferit hadiseleri bütün bir camiaya maletmeye kalkışıyormuşuz gibi anlaşılmasın. Ayrıca memlekette “bacasız sanayii” olarak anılmakta olan turizm sektörüne canla başla hizmet veren otel ve otelcilik camiasında da yangın merdiveni olmayan birkaç...
- Susar mısın Sururi! Bak ben hayatımdaki her şeyi bir bir açıklıyorum. Eğer senin de bana yapacağın bir açıklama varsa dinlerim. Mesela eğer manyaksan açıkla. Niye durup durup onu bunu tenzih ediyosun? Yarası olan gocunur. Her neyse uzatmayalım, derken bu belediyecinin karısı işe uyanıp medyaya koştu, adamın kirli çamaşırlarını haberden habere saçtı. Ben ise “İşte yuva yıkan kadın!” kadrosuyla haber merkezlerinin eline düştüm. Bir televizyonla anlaştım, yalnızca onların kanala çıkıp “Bilmemkimle hakikat saati” programında gözükücektim. Diğer kanallar beni kaçırmasın diye eve helikopter yollıycaklardı. Ben anlaştığım kanal yolladı zannedip yanlışlıkla başka kanalın helikopterine binmişim. İşler karıştı tabii, ilk anlaştığım kanal bana “oro.pu, dolandırıcı, çocuk hırsızı ve zührevi hasta” dedi, bindiğim helikopterin sahibisi olan kanal ise “Kader kurbanı mağdure, yetim, vitamin eksikliğinden ciğer hastası” diye yayın yaptı. Helikopteri olmayan bi başka kanal memlekete gidip üvey babamı buldu, adamı haber genel yayın yönetmeninin cipine bindirip İstanbul’a getirmeye çalışırlarken, Gebze yakınlarında daha başka bir kanalın servis aracı tarafından sıkıştırılan cip şarampole...
- Burada dur Gülşok. Kamuoyunu bilgilendirmek maksadıyla görevini yapmaya çalışan medya camiasını, gözünü raiting hırsı bürümüş birkaç çürük elmadan yola çıkarak “tu kaka” ediyormuşuz, kadir kıymet bilmiyormuşuz anlamına gelmesin. Beş parmağın beşi de bir değil Gülşok. Bu gün Susurluk Skandalı’ndan başlayarak birçok karanlıkta kalmış olayı aydınlatan etik sahibi medya çalışanlarını tenzih ediyoruz, etmeyelim mi, bırakalım bazı şeyler karanlıkta mı kalsın Gülşok? Hem bu aslında bu çürük elmaların da içlerinde birkaç çürük elma var diye çürük elmaların hepsine birden...
- Hay aklıma sümküriyim Sururi. Ben de seni sağlam bi ayakkabı zannetmiştim. Halbuki ciddi manyakmışın. Astronot lafı geçse “astronot camiasındaki çürük elmalar” diye başlıyo herif. Salaklık bende, her yerde birer ikişer derken, ortamlar komple çürük elmaya kesmiş, sağlam adamı nerden bulucaksın. Olmaz Sururi, ayrılalım anam biz. Hayır sen manyaksın diye değil, bu aleme doğucak çocuklarımıza yazık, o bakımdan.
- Evet biraz manyamış olabilirim Gülşok. Umutsuzluğa kapılıp hafiften kafayı sıyırmış olabilirim, elimde değil, gereksiz bir bant kaydı gibi konuşuyorum, doğrudur. Fekat, olup bitenlerden korkup sinmemek lazım. Tam tersine en az çürük elmalar kadar gözü kara, bitmez tükenmez bir yaşama hırsıyla hayata saldırmamız gerekiyor. “Biz de varız” deyip geriye kalan sağlam elmalarla saf tutmalıyız. Şimdi gel saadet içinde bir yuva kurup murâdımıza erelim. Bak biliyosun böyle durumlarda, yani murâda erilince, gökten üç elma düşer. Bu üç elma da çürük olucak diye bişey yok ki kardeşim. Yaa dur gitme Gülşok yaa, naapiyim elimde değil, benim manyaklığım da bu. Manyakların arasında da dürüst manyaklar vardır, yok mudur Gülşok? Birkaç kendini bilmez manyak yüzünden bütün manyak camiasını şeedemezsin. Beş parmağın beşi de bir mi? Hepimiz mi delirdik yani, hepimizi tenzih ederim ooek... (Atilla Atalay)

"HEPİ KRİSMISINIZ" BİZDEN

YİNE HAYAT KOLAYLAŞTIRAN BİR BULUŞ YİNE JAPONLAR VEYA ÇİNLİLER DE OLABİLİR
"Yılbaşında napıcam?" derdine son. "Kimi arasam, kiminle takılsam" diye dertlenmenize gerek yok artık sevgili bag severler. Roboman (Robot manita) ile en güzel yılbaşıları sizin olsun.

Ürün Özellikleri:
*4 gb hafıza
*komple titanyum kaplama
*12 farklı aksesuar
*kolay kurulum
*8 farklı dil seçeneği
ve yedek parça imkanı ile Roboman sadece Yırtıcılar Group önderliğinde tüm tekno marketlerde.


Israrla İsteyiniz
Necip Aptioğlu

TAMAM "TÜRKİYE BARSAKLARINI TEMİZLİYO" DA BIRAKIN GÖZÜM BAZI KOZMİK YERLERİMİZE DE BAKMAYIVERİN


KÜNAYDIN


25 Aralık 2009 Cuma

ORTAMLAR UYGUN BİR LAKIRDILUKURDU

Kirli, Gizli ve Çok Özel İşler Şirketi..
- Alo.. Tamam anacım, sizin cesede uygun bişey yaparız da.. İntahar etmiş süsü vermenin modası geçti.. Biraz kesenin ağzını aç da iyi bişeyler yapalım.. Mesela öldürdüğünüz herife firavun süsü verebiliriz.. Ceset bulunsa bile üçbin yıl önce ölmüş zannederler.. Yalnız piramit masrafları var tabi.. Alo.. Canım, sen ne karışıyosun piramit işine.. Biz istediğimiz yere piramit yaparız.. Neyse sen şimdi cesedi koy bi yere, bizden haber bekle.. Kapatmam lazım, öbür telefon açık, bekliyo.. Hadi öpüyorum, emiyorum şah damarındaaan.. Baay. (.....) Alo.. Beyefendi, özür dilerim sizi beklettim. Öbür telefonda bi ceset yok etme işi vardı da.. Evet.. Aklımda abi, siz bir kışkırtma işi arzu ediyordunuz.. Vallahi unutmuş değilim.. Bu ara çok kışkırtma işi var da, yoğunuz yani.. Derhal adamlarımızı yollıycam, sizin istedikleriniz bugün yarın kışkırırlar.. Ayıp ediyorsunuz.. Söz.. Çok kışkıracaklar.. Ben hemen şimdi kışkırtma bölümündeki arkadaşları arıyorum.. Hörmet ediyorum.. Hadi kapattım baay..
- Kışkırtma işleri şefini çağırayım mı Müdür Bey..
- Çağır Remzi Efendi çağır.. Ama dikkat et yine seni işletmesinler.. Kışkırmadan gel, hadi göriyim seni Remzi Efendi..
- Ayıp ediyorsunuz Müdür Bey.. Biz kışkıracak insan mıyız? Ben sürü müyüm abiy, gış gış edecekler de öfkelenip çitleri yıkacam.. Ehihihi.. Şimdi, bu goşu gidip çağırırım...

* * *

- İpna Müdür Bey.. İnsan mısın lıhayn seaan! Benim için “Remzi Efendi garısıyan aşna fişna edemiyörmuş, garısı mutluluğu dışarda arıyo” diye dedikodu yaymışsın haa.. Tüh sana!
- Saçmalama Remzi Efendi! Yine kışkırtma bölümündeki arkadaşların dolduruşuna gelmişsin. Giderken de o kadar söyledik.. Dikkat et kışkırma diye.. Şimdi bırak o elindeki bıçağı!
- İiit..
- Bırak o bıçağı dedim Remzi Efendi.. Yoksa seni gebertir, bi örgütün üstüne atarım.. Şimdi git bana Skandal Çıkarma Bölümü’nden Şeyma karısını çağır.. Ya da dur.. Sen şimdi o Şeyma karısına kaptırıp, yuvanı yıkarsın.. Gidip ben çağırayım bari.. Geri zekâlı..

* * *

- Şirketimizin aylık toplantısını hınçla açıyorum.. Öncelikle kışkırtma bölümündeki arkadaşlara teessüf ederim.. Odacı Remzi Efendi’yi kışkırtıp dalga geçiceğinize işinize bakın.. Gelelim Susturma Bölümü’ne. Hesap verin, o ajan niye bülbül gibi şakıdı ulan.. Hani bir yolunu bulup susturacaktınız.. Sizinki eşşeklik.. Hıy.. Öhö.. Hork.. Öhö.. Hüşş.. O resmi nerden buldunuz bakiim?. Niye bana şantaj haa.. Çabuk kaldırın o resmi.. Sırası mı şimdi o resmin.. Bi gençlik hatası işte.. Zaten sarhoştum.. Bana şantaj yapınca elinize ne geçicek sanki? Neyse.. Peki.. Susturma Bölümü’ndeki görevli değerli arkadaşlarım.. Bu konuyu sonra da konuşabiliriz heralde.. Şimdi sen söyle bakalım Skandal Çıkartma Bölümü’nden Şeyma.. O herifin işini bitirdin mi?
- Adamın defterini ööle bi dürdüm ki patron.. Tam basın toplantısı yapıyodu.. Donumu sıyırıp ortaya fırladım.. Gastecilerin önünde çocuk doğurup “Babası bu heriftir” dedim.
- Helal olsun Şeyma.. Her seferinde nasıl çocuk doğuruyorsun hayret ediyorum..
- Merkezde dokuz ay burs gördüm.. İsterseniz size de şuracıkta doğurayım. Kız mı olsun, erkek mi..
- İstemez.. Neyse.. Merkez senden memnun.. Seni Güney Afrika’ya tatile yollıycak.. Orda Irkçı Beyaz azınlıkla bikaç numara çeviricen..
- Kız Liberya’ya gidicektim hani..
- Tamam kes artık.. Ne diyodum.. Susturma Bölümü.. O herif niye gastelerde konuşuyo hıı? Ehehe.. Ay yine mi o resmi çıkardınız? Size sarhoştuk diyoruz.. Ee ama.. Yeter! 13 yaşımdayken hayvanat bahçesinde bir pandayla uygunsuz durumdaki resmimi nerden elinize geçirdiğinizi bilmiyorum.. Ayrıca benim pandaların neslini tükettiğim de sizin çirkin bir uydurmanızdır.. Beni tahrik eden pandaydı. Siz işinize bakın.. Daha yapılacak çok şey var.. Savaşlar çıkarılacak, silahlar satılacak, insanlar çürütülecek.. Siz kalkmış benim pandayla uğraşıyorsunuz.. Hadi, devam..

Atilla Atalay

BU HAFTAKİ LEMAN KAPAĞI


RADİKAL KİTAP EKİ: 2009 Mizahla Kapanıyor


24 Aralık 2009 Perşembe

KADİR İNANIR, GERÇEKLERDEN KORKAN HABER BÜLTENİ 'PANDİSPANYA'DA

MedyaLab'dan ekranlardaki haber programlarına rakip olacak bir haber programı: "Pandispanya/Gerçeklerden korkan haber bülteni". "Gerçek" algısının altüst olduğu, kanal sayısı, yorumcu sayısı kadar gerçeğin olduğu bir dönemde belki de en doğrusu bu gerçeklerden kaçmak. Medyatava, konsepti ve metinleri Vedat Özdemiroğlu'na ait olan bu programın demosunu TV kanallarından önce sizlerle paylaşıyor...
İşte, yönetmenliğini Tamer İpek'in, sunuculuğunu Tolga Üstün'ün, TV uyarlamasını ise Bülent Turgut'un yaptığı programın demosu: "General Alfonsu'nun hayatı" (Medyatava)


23 Aralık 2009 Çarşamba

İLİŞKİ UZMANI VE YAŞAM KOÇU SARI DOBRA LANBANU OHNUR BİZLERLE

VÜCUD TÜKKANINDA TIK YOK. KÜÇÜK ESNAF DÜĞME KADAR KALDI


Sayın Ohnur, daha ufak yaştan beri “esnaf koca iyidir” mottosuynan büyüdüm. Aldığı belli verdiği belli, sabah besmeleyle tükkanını açıp paspası yola atan, diyafondan çayını söyleyip siftah bekleyen bir esnaf koca yıllarca hayallerimi süsledi.
Belki güzel bir ilişkinin başlangıcı olur diyerekten;

* Yıllarca Kobi önlerinde (Küçük ve Orta Boylu İşletmeler) dolaştım.
* Semt kahvesine bağlı diyafondan eve bir paralel çektirerek çay söyleyen esnafla muhabbet imkanı yarattım.
* Esnafın vitrini önüne park yapan şuursuzlarla bir amazon gibi mücadele ederek gözlerine girmeye çalıştım. Tükkan önünü kapatan araçların lastiklerini indirip siboplarına tığ soktum, kaportayı çızdım.
* Esnafla beraber tedirgin oldum onunla ağlayıp onunla güldüm. Bazı sosyal hadiseler sırasında meydanlarda toplanan kalabalığın esnafa bir zarar vermemesi içün gafalarına kepeng demiriynen, küreklen vurdum. Esnafla beraber ön saflarda çarpıştım...

* Bazı yiyici belediye zabıtalarını amirlerine şikayet etmekten, yolsuzluk- vazifeyi suistimal nereye kadar gidiyosa oraya kadar gitmekten ve mücadele etmekten zerrece geri durmadım.

Yıllar süren bütün bu çabalarım sonucunda pasaj içinde, dışarıya cephesi olan, 35 metrekare, altı depolu dükkan sahibi Efkan ‘la tanıştık. Kendisi Tuhafiye, yün ve orlon satışıyla oğraşıyor, ayrıca annesi ve kızkardeşlerinin fason olarak ördüğü dantel masaörtüsü, tığ işi banyo lifi ve perde kenarlarını ufak bir karla piyasaya veriyordu.
Battaniye kenarına motif örmek üzere patates renkli orlon almaya gittiğim tükkanda başlayan ilişkimiz kısa sürede tutkulu bir aşka ordan da evlilik arzusuna dönüştü.
Efkan kendisi de aynı pasajda tükkan sahibi olan ( Hayvan alım satımı. Kuş, balık, Fare vesair) babasını yollayarak beni ailemden istetti. Ailem de uygun görünce nişanı kız tarafı olarak biz yaptık, düğünü onlar yaptı ayrıyetten Efkan’ın babası bana zincir taktı antifiriz koydu. İkea’dan demonte oturmaodasıyla monte yatakodası ve ortopedik yastık alarak evimizi bir güzel döşedik.
Ben ve esnaf kocam başlangıçta gayet mutluyduk. Efkan bazen tükkana personel bırakıp öğle yemeğine eve geliyor benimilen seks yapıyordu bazen de ben üçlü sefertasına ormankebabı, iç pilav ve kaysı hoşafı koyup tükkana götürüyodum.
Beraber olmadığımız saatlerde bile Efkan Msn’den bana kamera açıyor, müşteri yokken tatlı tatlı sohbet ediyor, komik fıkraalar ve fotoğraflar forwardlayarak vakit geçiriyordu.
Ancak zaman içinde “esnaf kan ağlıyor” lafının ne demek olduğunu anladım. Küçük esnafın yüzü olur olmaz şeye asılıyor, mutsuz oluyor bu mutsuzluğu da bana yani yuvasına getiriyordu.
Efkan önce yandaki kuruyemişciyle kafayı bozdu. Kuruyemişçi aşurelik buğday keçiboynuzu salkımı, kuru patlatmalık cin mısırı, leplepi kavurma makinası gibi bazı eşyalarını kaldırıma çıkarıyor, bizim tükkanın önüne doğru taşıyordu. Efkan insanlıkla kuruyemişçiyle konuştuysa da başarılı olamadı.
Çombalı Kuruyemişçisi resmen esnaf olduğu halde başka esnafın kaldırımını kapatarak ekmeğiyle oynuyordu. Efkan’ın yüzü gülmez oldu. Ben sırf Efkan’ın yüzü gülsün diyerekten, Çombalı Kuruyemişçisi’nin sahibi Satılmış’a muska yaptırdım. Ayrıyetten tükkanının bereketi kaçsın diyerekten, kimsenin görmediğini zannettiğim bir sabah saatinde tükkanın eşiğine işedim. Ancak pasajın girişindeki kamarayı hesap etmemişim. Satılmış elinde görüntülerle kapıya dayanması yetmiyormuş gibi benim tükkan eşiğine çiş ederken kaydedilen bu görüntülerimi sosyal paylaşım sitelerinde paylaştı dürzü.
Gocam hepten kan ağlamaya başladı asla yüzü gülmüyordu. Ben de bu nedenle yuvamı ayakta dutmak esnafın yüzünü güldürmek için bir plan gurdum. Satılmış’ı

* Romanya üzerinden ülkemize sokulan bandrolsüz marboroları satıyor
* Baldızı Hediyegile mobbing (iş yerinde taciz) yapıyor
* Elektronik tartının altına miknatıs yapıştırarak ölçme ve tartma cihazlarını bozuyor
* Sattığı çakmakların gazları hep yarım.
* Tükkanın kapısına “Cumaya gidiyorum” yazdığı halde balık halinin ordaki kahveye gidip çanak oynayarak tüketiciyi aldatıyor.

Kendisini yukarda sayamadığım daha bir çok gerekçeyle çeşitli yerlere şikayet edip kısa sürede Satılmış’a topu diktirttim. Pasajdaki dükkanı kapandı yerine cep telefoncu açıldı. Cep telefoncu da kaldırımın bizden yana olan tarafına dev bir şişme garınca guklası goydu. Ancak ben onu birkaç kez tığla patladınca vazgeçti...
Gelgelelim bu kadar uğraşmama rağmen Efkanımın yüzü bir türlü gülmüyor idi. Bazen belediyenin koduğu tabela vergisine, bazen nakliye zammına bazen rüsum, narh, muhtasar gibi noolduğunu bilemediğim acaip şeylere kafayı takıp kendi kendini yiyordu. Ben gene de ilişkimizi kurtartmak için elimden geleni yaptım. Onun yüzü azcıkın gülsün diyerekten

* “Tükkana sabahtan gelince rızkımızı kurutuyo, bereketimizi gideriyo, gün boyu iş yapamıyok” diyerek yakındığı Muhsine Tomakin (48) adındaki hiç evlenmemiş, gız gurusu, düztaban, uğursuz ve ev kadını olan bir şahsı banyosunda boğarak şofben zehirlenmesi süsü verdim.
* “Hesaba içmediğim ıhlamurları yazıyo, fazladan büyük çay sokuyo, markaları eksik veriyo” diye şikayetçi olduğu çaycıyı “çocuk tacizcisi geceleri kaldığı inşaatta milletin yavrusunu kandırmaya çalışıyor” şekinde bir söylentiyle mahalleliye linç ettirdim, kaldığı inşaatı ateşe verdirdim.
* Şu anda davası sürdüğü içün yüce mahkemeyi etkilememek bakımından bizim tükkanın önünde midye dolması satarken piçakladığım ileri sürülen şahısla ve müşterileri gorkutıya gerekçesiyle yavrularıyla beraber benzin döküp yaktığımın ileri sürüldüğü köpek dosyalara hiç girmiyorum, yüce Türk Adaletine güveniyorum.

Anlıyacağınız, naaptıysam da ben bu Efkan’ın yüzünü güldüremedim. Hep gan ağlıyor, hep somurtuyor. Naabalım, nası edelim de ilişkiyi yoluna koyalım.
Not: Kargoynan derginize bizim orloncunun bastırttığı 2010 takvimleriynen eşantiyon tükenmez yolladım. Yeni yılda dostluk ve başarı yağmurlarında şemsiyesiz dolaşmanız dileğiyle. İfakat Cilbab.

****

Süpermişin İfakat. Keşke herkes senin kadar ilişkisine sahip çıksa partnerinin yüzü gülsün diye çaba sarfetse.
Dünyaca ünlü Yaşam Koçu İlişki Dükkanı Sahibi Olivia Sweethard’ın dediği gibi:
“İlişkiler Disneyland’ın batı kapısındaki Şişman Afro Amerikan Güvenlikçi’ye benzer, girişte 47.5 dolar vermenin hüznüyle kendisine gülümsemezseniz, sizi direktman lanet korku tüneline sokar”
Saç modelini değiştir, ense sıfır ön kahkül renk siyah dene. Çöpü dışarı çıkarttığında ona sevimli küçük tatlı bir hediye ver, yastığının üstüne çikolata drajeleri ve istiridye bırak. Bir dağ otelinde cafecognag ve baklava desenli saf yün çorap... Göreceksiniz ilişkiniz düzelecek, esnafın yüzü gülecek.
Mutlu yıllar, ışık gözünüze girsin, boynunuzu emsin.


Lmanyak Dergisi'nden özetlenerek

SEMTLERE GÖRE NOEL BABA ATAMALARI YAPILDI. KURA SONUÇLARI BAZI NOEL BABALARI ÜZDÜ YUVALARI BÖLDÜ

Yaklaşık ondörtbin noel babanın ülke genelinde krismıs boyunca görev yapacakları yerler elektronik kura yöntemiyle belirlendi.
Çoğu Noel baba kurada istediği yere atanırken bazı noel babalar atamayla ailelerinden ayrıldıkları için hüzünlüydü. İstemediği yerleri çeken noel babaların rapor alarak atama yerlerine gitmeyecekleri konuşulurken, bir kaç noel babanın da "becayiş" yöntemiyle atama yerlerini birbirlerininkiyle değiştirdikleri gözlendi. (BAG)

2010. Dönem Noel Baba Meslek Lisesi Mezunları Atam Sonrası Topluca Görülüyor.

İZLEME DİNLENME TİMİ


GÜNAYDIN

22 Aralık 2009 Salı

ÜÇER ÜÇER ÜREYEN MUTLU AİLE FOTOĞRAFLARI









SİZE MUTLULUKLAR DİLİYORUM SÖZÜM KARDEŞÇE

İNTAHARLAR SUİKASTLER DİNLEMELER... ÜLKE GÜNDEMİ CASUS ROMANI GİBİ. YANLIŞ MIYIM SÜREYYA ABİ


Cep telefonu strese iyi geliyor

Yeni bir araştırma, cep telefonlarının kullanıcıların hayatını daha stresli kıldığı kanısının tamamen asılsız olduğunu, tersine iş hayatındaki koşturmanın mobil cihazlar sayesinde azaldığını ortaya koydu. 1083 Avustralyalının cep telefonu kullanma şekillerini inceleyen araştırma, cep telefonlarının kullanıcıların üzerindeki baskıyı azalttığına işaret ediyor.Avustralya'daki New England Üniversitesi ve İngiltere'deki London School of Economics'de görev yapan akademisyenler tarafından gerçekleştirilen araştırmaya göre, cep telefonları, kullanıcılara zaman çizelgeleri konusunda büyük esneklik sağlıyor. Araştırma ayrıca, işte ve boş zamanlarında sıklıkla cep telefonu kullanan kişilerin daha az kullananlara göre daha az stres yaşadığına da işaret ediyor. Araştırmacılar, cep telefonları sayesinde iş günlerinin daha iyi planlanabildiğine dikkat çekerek şunları söylüyorlar: 'Bu cihazlar, daha önceden planlanmış bir toplantının saatinin toplantıdan kısa bir süre önce bile değiştirilebilmesi ve herkesin anında haberdar edilebilmesi gibi önemli kolaylıklar getiriyor. İstendiği an telefonla ulaşabileceğini bilmek insanlara büyük bir rahatlık sunuyor.'

CEP TELEFONU KULLANAN

CEP TELEFONU KULLANMAYAN


Necip Aptioğlu

21 Aralık 2009 Pazartesi

BÜZGE' NİN İSTİKLAL'DE DAN BROWNLAR ALTINDA KALMASI



- Sıkılhan, allo. Bişi söölicam Bunalgül ban. Yaa çok fecii yaa. Var ya Büzge İstiklal’de Dan Brownlar altında kaldı... Megavizyon’da Dan Brown kitaplarından yapılan kule çöktü üstüne... O kız çok talihsiz ya. Geçen yılbaşında da bir alışveriş merkezinin süs çamındaki ampulden çarpılmıştı.
- Vah çileli Büzgeme... Karabahtlı Anadolu kadını.. Çetin kapitalizm koşullarında AVM lerin sarp yollarında...
- Dalga geçmaz mısın lütfan Sıkılhan. Kız beyin oynaması geçirdi. Oraya gitmeden önce Avatar’ı seyretmiştik, olaydan sonra filmden bi kare bile hatırlamıyo kızcaaz.
- Durum ciddiymiş ozaman, hemen 911’i arasaydınız.
- Bizde 911 yok salak ergen!
- Hayret bişi, o niye yok. Sen beni kapa da bi ara. Vardır kızım kesin...
- Bişi söölicam aptala yatma. Ayrıca da vizyon lütfan, biraz vizyon... Büzge pleysteyşından zehirlendiği zaman da aynı espiriyi yapmıştın. Biraz aşar mısın artık kendını lütfan.
- Ben diilim o insan yaa. Büzge’nin pleysteyşından zehirlendiğini ilk defa duyuyorum...
- Yaa tam olarak ööle diil. Elinde pleysteyşınla katalitik sobayı kapatmadan uyuyakalmış, katalitikten zehirlendi. Kız ölümden döndü yaa... Aslında ablası yatmadan “katalitiği kapa” diye bağırmış ama biliyosun büzge aypodtan ötürü biraz sağır, yüzde kırk işitme kaybı var yüksek volümden... Ben de de var fakat benimki yüzde yirmi. Aypodumun kulaklığını ortakulağıma kaçırdıydım bi keresinde. Ama o sakarlık sayılmaz. Esas sakar Çisil salağı. Bişi söölicam, noolmuş en son biliyo mısın, Vii’de tenis oynuyomuş salak evin içinde bi oyana bi buyana sanal raket sallarken, sen düş çanağı kır... Çanak dediğimiz organımız göt biliyosun. İki ay mavra yaptılar sınıfta bunla Çisil dötünü kırdı, basen sakatlanması geçirdi diyerektan. Zaten karının bi ayağı altı parmaklı....
- Yavrum alayınız kafadan sakatsınız haberiniz yok...

* * *

- Alo Sıkılhan, ben Ömür Dayın. Sıkılhan telefonu açar. Dayısı onu gene aradığı için tedirgin tavırlarla dayısının konuya girmesini beklemektedir. Sahne ikiye bölünür, sağda Ömür Dayı’yı solda Sıkılhan’ı görürüz. Sıkılhan “Alo” der...
- Alo...Hayırdır dayı.
- Dayısı “Hayır aslanım hayır” der...
- Hayır aslanım hayır... mı?
- Hayır onu ben diycem, o benim dayaloğum zirzop... Hayır aslanım hayır... Çok şık bir plan var gafamda. Konusu bizim burlarda geçen bir senaryo yazdım. Yerel tatlarla bezenmiş sarsıcı bir öykü. Amarıkan sinemasının boyunduruğundan kurtulup atağa geçen... Ordasın demi lan?
- Ne diycem şimdi?
- Ne diycen kavat? “Burdayım dayı” diyceksin... Ha senaryo anlamında soruyosun... Sıkılhan guşgulu bir tavırınan “Buradayım dayıcığım” der. Daysıgilin adeta içi içine sığmamaktadır.... Neyse senaryoyu şimdilik bir kenara bırakalım. Sonra değerlendiririz. Sen gızlı erkekli argadaşlarını topla bi grup yap derhal burıya gelin. Teksti okuyalım dayaloglara çalışalım. Genç , adı duyulmamış noneym oyuncularınan çalışmak istiyorum. Teksti değerlendiririz, oyunculuk teknikleri üzerine gonuşuruk, ilerleyen saatlerde alkolun da etkisiynen az mayışıp çifler halinde odalarımıza çekiliriz...
- Hiç vazgeçmiycen di mi dayı? Az ara ver yaa, Cern Deneyi bile bazen durduruluyo...Sen asla vazgeçmeden tam gaz...
- Ara verecez tabi oğlum. Ritmin en yükseldiği gerilimin arttığı bi yerde on dakka ara verecez ki sinemaların büfesi iş yapsın. Sen bakma ben epey bi araşdırdım bu sinema olayını. Misal “Dondurmam Gaymak” da adam yerel bi tad yakaladı, Türkiyeyi oscar’da temsil etti. Misal: “Vavien”. Mevzuusu Tokat Erbaa’da geçiyomuş, süper film diyollar. Niyçün bizim buralarda da bir film çekilmesin? Sen topla gel şööle eli yüzü düzgün, iyi resim veren efendime sööliyim gameraynan barışık gızlardan gel. Alov... alo... Kapadı mı gene it... Lan bak sonradan çok pisman olursunuz haa kızlı erkekli... Sen dayının sinema şeysini küçümseme bak... Oscar dedikleri de birinin dayısıymış olm... Demiş ya gadın ödül heykelciini görüncek; “Aaa” demiş “Hakkat bu benim Oscar Dayımgilin aynısı” demiş... Lan!

ZEVZEKLER TEKSTİLDEN MEKÂNSIZ TÜKETİCİLER İÇİN HOMELESS KOLLEKSİYONU.






KALDIRIMLAR ANNE KUCAĞI GİBİ SIMSICAK...
ZEVZEKLER GOURUP HOMELESS COLLECTİON

YAVRIM BAK ZATEN YOLLAR KAYGAN. AMMAN DEYİM TİKKAT OLSUN.


TÜNAYDIN... SABAHA KADAR SELLE UĞRAŞTIK ANCA...


20 Aralık 2009 Pazar

YETKİLİ KARDANADAM VE BANT KAYDI

Alınan bütün önlemlere rağmen, maalesef tabii bazı vatandaşlarımızın dere yatağına ev yapması neticesinde bazı istenmeyen, hoş olmayan olaylar vukuu bulmuştur.
Tabii şunu da açık net olarak ifade etmek altını çizmek istiyorum, burada bir tabii afetle karşıkarşıyayız. Neticede küre itibarıyla bütün memleketlerde bu nevi hadiseler cereyan ediyor.
Vırvır vır tabiii. Elbette vır vır vır vır. Kuşkusuz carcar car... Tabiidir ki cavcav cav,iki cav bi vır...

MUTFAĞI ÇOK GÜZEL TOPLADIM Bİ DAHA DAĞILMASIN RİCA EDİCEM. HERKES ALDII ŞEYİ ALDII YERE KOYSUN


GÜNAYDIN... UYKU SEMESİ


18 Aralık 2009 Cuma

AHANDA İSTANBULDA EL DEĞMEMİŞ RÜŞVETİ YİNMEMİŞ BİR DERE YATAĞI... COĞRAFYA DERSLERİNE NUMUME OLSUN DEYE BIRAHTIK. YERİNİ SÖYLEMEYİZ.


Oğlu ölürken bile Twitter'daydı!

ABD'de bir kadının, oğlu yüzme havuzunda boğulurken olayı sosyal paylaşım sitesi Twitter'da paylaşması ortalığı ayağa kaldırdı.
İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre Florida eyaletinin Meritt Island şehrinde yaşayan Shellie Ross'un, 2 yaşındaki Bryson adındaki oğlu evin havuzunda yaşam mücadelesi verirken Twitter'a "oğlum az önce havuza düştü, lütfen onun için dua edin" şeklinde mesaj yazdığı ifade edildi.
Olayı ilk olarak Ross'un 11 yaşındaki diğer oğlunun fark ettiği ve derhal polise haber verdiği, annenin ise polisin eve gelip kurtarma çalışmalarına başladığı sırada bile bilgisayar başında
olduğu kaydedildi. Ross'un olaydan beş saat sonra da boğularak hayatını kaybeden oğlunun fotoğraflarını Twitter'a koyduğu ve bu davranışlarının sitenin diğer kullanıcıları tarafından sert tepki gördüğü kaydedildi.
Ülkede büyük yankı uyandıran anne Ross ise kendini savunarak, olayı saniye saniye "twitlemediğini" ve davranışlarının kimse tarafından yargılanamayacağını belirtti.





Necip Aptioğlu

“Sıkışma Olmi’cak”

Ahmet Hoca albüm yapsana?!
Cübelli Ahmet Hoca, Fatih Altaylı ‘nın özel seans Teke Tek ‘inin baş rol oyuncusu olduğundan beri daha da bi’ dikkatimi çekmeye başladı. Hatta inceden bi’ aydınlanmaya maruz kaldığımı dürüstçe ifade etmem gerek. Bu ince ayar aydınlanma, içimdeki ilham perisini de dürtükledi… Kendimi bi’ anda Ahmet Hoca içerikli bir albüm projesine kafa yorarken, o da yetmedi, bi’ anda kendimi stüdyomda kayıt yaparken buldum…
“Sıkışma Olmi’cak” kısa bi demo… Ahmet Hoca’nın gerçek sesini kullandım…Olabilecekler üzerine fikir vermesi için yaptım… Nancy kim peki? Öyle biri yok… Amerika ve İngiltere pazarı için uydurdum onu… Olur da projeyi oralarda pazarlma ve daha da önemlisi, gavuru imana çağırma noktasına gelirsek hazırlıklı olalım diye düşündüm. Buna da vizyon denir arkadaşlar!
Hocam sen bize ilham verdin, Allah da sana versin. Bu arada albüm işine olur dersen temasa geç… ıvır-zıvır’dan razı değilsen de, söyle hemen kaldıralım…
(bizibozmaz.com'dan alıntı)

ŞArkıyı dinlemek için: http://www.bizibozmaz.com/2009/12/18/ahmet-hoca-album-yapsana/

YANLIŞ HEDEF SEÇTİN BAYRAM. CÜZDANINI ÇARPMAYA ÇALIŞTIĞIN DEDE EMEKLİ KADOKAN HOCASI BATURALP AMCAYDI. KIPIRDAMA BASTONU UNUTTU ŞİMDİ GERİ DÖNER


SÜLFÜR BAŞKENTİ


GÜNAYDIN AMUCA... AZ KENARA ÇEKİL HELE... TOKİ YAPACAAZ SENİN BURAYA. AŞUR ÇALIŞTIR MAHINAYI.